Bir yılı daha devirdik. Dünden bugüne ve yarına ne kaldığını bakmak, geleceğe daha emin adımlarla yürümenin öncelikli şartlarında biri olsa gerek.
Bugün, düne göre daha iyi, daha güzel bir yerde miyiz? Yoksa daha kötü bir yerdemiyiz?
Bu sorulara bir çoğumuzun ilk yanıtı, daha kötü noktada bulunmadığımız olacaktır. Ama bu yanıt, daha iyi noktada olduğumuzu ne yazıkki göstermiyor. Neyi gösteriyor peki? Kafaların karışık olduğunu gösteriyor. Birde sorunlara, olgulara ve konulara hangi zaviyeden bakıldığını gösteriyor.
Böyle olunca verdiğimiz yanıtlara göre daha iyi mi veya kötü mü noktada bulunduğumuza karar vermek kolaylaşacağı gibi ne türden dünya ve ülke arzusu içinde olduğumuzda ortaya çıkacaktır.
2009 yılından devraldığımız hangi sorunumuzu çözdük? Hiç birini. İsterseniz bir kaçına göz atalım:
İşsizlik sorunu. Kalifiye eleman, başta olmak üzere işsizlik hızla yükseliyor. Yeni yılın ikinci günü “Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, “İşsizliği devlet değil, özel sektör çözer” buyurdu.
Kürt Sorunu’nunda bir yıldır “ tek millet, tek dil, tek bayrak” söyleminin ötesine geçilecek tek bir atılmadı. En son MGK bildirisiyle atılmasının da düşünülmediği kamuoyuna açıklandı.
AB ile müzakere süreci buzdolabından iki yıldır duruyor. AB ile İlişkilerden Sorumlu Devlet Bakanı Egemen Bağış “bizAnkara’da müzakere kapsamından fasılları açıp, kapatıyoruz” açıklamasında bulundu. Yani “kendimiz çalıyor, kendimiz söylüyoruz” durum devam ediyor.
Alevi Sorunu çözmek için alevisiz, “açılımlar”, “çalıştaylar” yapıldı. Ama alevi çocuklarına zorunlu din dersi uygulaması, AİHM kararına rağmen devam ediyor. Alevi köylerine cami yaptırmaya devam ediliyor. Alevilerin alınan vergilerden, dinayet işlerinin bütçesine katkı sağlanıyor. Aleviler üzerindeki karanlık oyunlar, Başakşehir, Şahintepe Karacaören Köyü Velibaba Cemevi’ne yapılan saldırı da olduğu gibi sürüyor.
Dış dünya ile ilişkileri ise son bir yıldır ayarı bozuk saat gibi işlemesinin önüne geçilemedi. Yeni Osmanlılık yaklaşımı Türkiye’yi dengesizliğe sürükledi.
Nihayetinde asker, sivil irade, askeri vesayet ve demokratikleşme gibi konularda hükümet kendi önünü temizlemekle yetinmeyi aşamadı. Aşacağına dairde görünürde hiç bir emare yok.
Polisin şiddeti, askerin dipciği yine muhaliflerin üzerinde şakırdıyor. Demaokratikleşiyoruz kandırmacasına, kananların yüzlerini, öğrencilerin Dolmabahçe uğradıkaları polis baskısı kızarttı. Hukuku kendileri için isteyen muktedirler, devrimci karargah operasyonuyla, tekel direnişine gösterdikleri tahammülsüzlüklerini bir kez daha gösterdiler.
12 Eylül referandumunda yapılanın, siyasi iktidarın kendi önünü temizleme işlemi olduğu ortaya çıkaran demokratik özerklik tartışması aynı zamanda bu tartışmada ortak tutum alan ordu, iktidar ve muhalefetin milli birlik hallerini de gözler önüne bir kez daha serdi.
Hala değişiyoruz, demokratikleşiyoruz diye mızmızlanan sol madrabazlara Dolmabahçede çocuğunu düşüren genç kadının, polise taş atan Kürt çocuğunun, işinde atılan metal işçisinin gözlerindeki nefreti, kini anlamaları mümkün olmadığı için herşeyin iyiye gittiğini bağrıyorlar.
İlköğretimi yarıda kesilerek tutuklanan taş atan çocuğun, alevi çocuğu olduğu için camiye namaza götürülen gençin, çocuğunun Kürtçe konuşmasını, öğrenmesini isteyen annenin, Hrant Dink katillerinin peşini bırakmayanların izdirabını anlayan veya anlamaya çalışanların yolu, başka bir ülke için yeni yılda da sokaklardan geçiyor. Çünkü bu örnekler, değiştirmek istediğimiz dünyada, değişen tek şeyin, siyasal iktdardan yıllarca uzak tutulanların, sahiplerinin sesi olarak, iktidar olmalarının ötesine geçilemediği gerçeğini gösteriyor.
Kısacası 2010 yılından devralınan çözülmeyen sorunlar daha karmaşık ve çetrefilli hal aldı. Çözümü radikal demokarasiden, eşit ve özgür bir ülke yaratma ufkuna sahip olanların elinden olabilir. Gerisi günü kurtarmak ve çukkayı doldurmak oluyor.Yani değişmesi gereken daha çok şey var. Değişenler ise devede kulak.
2 Ocak 2011