Hafta sonu Diyarbakır’da yapılan Demokratik Özerklik Çalıştayı’na sunulan ve dün basında geniş yer alan Demokratik Özerklik modeli taslağı, Kürt Sorunu’nun çözüm tartışmalarına yeni bir ivme kazandırdı. Her zaman olduğu gibi bu tartışmaya da retçi, dışlayıcı ve ötekileştirici yaklaşanlar olduğu gibi, anlamaya, ilerletmeye çalışanlar da oldu. Çalıştay’a katılanların istisnasız tamamı çok farklı düşüncelerle da olsa ikinci yaklaşımı gösterdiler. Şimdiye kadar ender rastladığım oldukça olgun ve verimli bir tartışma yürütüldüğünü söylemek mümkün.
Başta Meclis Başkanı Mehmet Ali Şahin, tehditkâr “kabul edilemez, tartışılamaz ve herkes sonuçlarına katlanır” ve AKP Grup Başkanvekili Suat Kılıç’ın “BDP Kürtleri temsil etmiyor” açıklamasıyla birinci yaklaşımı sürdürmeleri, aynı zamanda sorunun gelmiş olduğu boyutu, aşamayı kavramaktan uzak olduklarını gösteriyor. AKP’nin yeni yol denemek isteksizliği tartışmanın ilk gününde kendini gösterdi.
BirGün gazetesi okuyucularının çok iyi bildiği gibi bu tartışmanın geçmişi, iki yıla dayanıyor. Kürt hareketi Demokratik Özerklik önerisini iki yıl önce ortaya atmıştı. Ancak önerinin bugüne kadar, hak ettiği gibi tartışıldığı ve kamuoyunca bilindiğini söylemek mümkün değil. Demokratik Özerklik önerisi kamuoyunda daha çok basının gündeme getirdiği ayrılma, bayrak ve yerel yönetimlerin güçlendirilmesiyle sınırlı ele alındı. Çalıştay’da sunulan taslak ve yürütülen tartışmalar bunun böyle olmadığını gösterdi.
KAPİTALİZME BAĞLI SOSYALİZMİ AŞMA ARAYIŞI
Taslak detaylı olarak incelendiğinde Türkiye’nin bir bölünme riski ile karşı karşıya bulunmadığını ve Kürt hareketinin önünde de açık veya gizli ayrı bir devlet kurma gayesinin olmadığı görülecektir. Aksine merkezi devlete bağlılığın förmülasyonunun arandığı bir çaba görülecektir. Taslak metinde “devlet artı demokrasi” olarak formüle edilmek istenen yapının tam da bu kaygıdan kaynaklanan bir arayış olduğu dikkat çekiyor. Bu arayışa Kürt Sorunu’nun demokratik çözümünde hak ettiği değeri vermemenin ve gerekli katkıyı sunmamanın ciddi bir yanlış olacağına çalıştayda birçok katılımcı tarafından dikkat çekildi.
Demokratik Toplum Kongresi, bugüne kadar ilki birinci kongre sonuç bildirisi, diğeri son kongre sonuç bildirisi olmak üzere Demokratik Özerklik’le ilgili iki temel belge ortaya çıkarılmıştı. Son belgeyi ilk ikisinden ayıran en önemli husus ise, bunun çalıştaya sunulan bir taslak metin olmasıdır, sonuç bildirisi olmamasıdır. Tartışmanın bu durum göz önüne alınarak yürütülmesi daha anlamlı ve yararlı olacaktır.
Çalıştayda sunulan taslak metin ve üzerine yürütülen tartışmanın, daha önceki metinlerde belirgin olarak ortaya çıkmamış bazı noktaları, netleştirdiğini söylemek mümkün. Bunların da Demokratik Toplum Kongresi’nin değil, DTK bileşeni olan Kürt hareketinin görüşleri olduğunu özellikle belirtmek isterim. Çünkü, aşağıda sözünü edeceğim bu noktalara ilişkin, DTK bileşenlerinden de çok ciddi eleştiriler geldi.
Taslak metin ve üzerine yürütülen tartışmaların belirginleştirdiği en önemli noktalardan biri Kürt hareketinin Demokratik Özerklik projesinin sınırlarının, kimi liberal aydınların ve batı kamuoyunun anladığı gibi 2004 yılından beri çok tartışılan, dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in onaylamadığı Kamu Yönetimi Reformu’yla veya Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı kapsamıyla sınırlı olmadığı, bunları da kapsayan ama bunların çok ötesine geçen bir özerklik anlayışına sahip oldukları görüldü.
Bunun çerçevesini, merkezi devletin demokratik değişiminin sağlanması yanı sıra farklı kültürlerin ve bölgelerin kendi kendilerini yönetecekleri toplumsal örgütlenme ağıyla ikili iktidar biçiminde tanımlıyorlar. Bir tür kapitalist sistem içersinde bölgesel özyönetim modeli savunuluyor. Taslak metni sunanların ifadesiyle “kapitalist merkezi devleti, sosyalizmi aşan bölgesel yönetim” modeliyle devleti değişime zorlamanın arayışı. Bu nokta, katılımcılar arasında oldukça farklı tartışmalara yol açtı. Sosyalist sistem arayışını (sunuş yapan arkadaşın sık sık biz sosyalistler diye cümle kurması bazılarını fazla rahatsız etti) doğrudan eleştirenler, ütopik bulanlar ve benim gibi riskli bir yaklaşım olarak değerlendirenler de oldu. Tabii ki, bu ikili yapıyı gerçekleşebilir bulanlar da oldu.
Kapitalist merkezi sisteme bağlılığı kabul eden, sadece bir bölgede toplumsal örgütlenmelere dayalı bir yönetim modeli sürdürülebilir olmadığı gibi, reel sosyalizm deneyiminden de çok iyi tanıdığımız gibi devleti sönümlendirme iddiasıyla geliştirilecek sadece toplumsal örgütlenme yönetimiyle sınırlı bir modelin, toplumu parti örgütleri eliyle yönetmeye dönüşmesi riski basite alınamaz. Bu yönetim modeli, aynı zamanda, Kürt hareketinin 1999’ da terk ettiğini ilan ettiği “toprağa bağlı” çözüm arayışlarına geri dönüşün kapısını aralayan bir model olması nedeniyle de çözüm sürecini zorlaştırıcı bir işlev görebilir.
ÖZERKLİĞE ANAYASAL STATÜ
Taslağın ortaya çıkardığı bir başka gerçek ise Kürtlerin kendi kendilerini yönetmenin bir modeli olarak, demokratik özerkliğe anayasal statü ve kimlik haklarını güvence altına almayı bir biçimde karşılamayan yeni bir anayasanın Kürt sorununun çözümüne katkı sunmaktan daha fazla çözümsüzlüğü getireceğidir. Kürt hareketi, Demokratik Özerklik projesinin çerçevesini belirlemeye çalışıyor. Bu çerçevenin oluşmasında da her kesimin katkı koyması isteniyor. Kürt hareketinin özerklik tanımının içeriğini nasıl doldurduğundan bağımsız olarak, çözüm isteyen herkesin buna katkı sunması elzemdir. Çünkü bu, aynı zamanda bu topraklarda bir arada yaşamak isteyen herkesin bizatihi kendisinin nasıl yaşamak istediğine dair de bir tartışma ve süreçtir. Yani Kürtlerin Demokratik Özerklik talebi yalnızca Kürtlerin yaşamıyla ilgili bir talep değil, her kesin yaşamını belirleyecek bir talep.
Tartışma taslağının yanıt vermediği önemli eksiklik ise bölgesel yönetim modeline indirgenmiş Kürtlerin kendi kendilerini yönetme modelinde Fırat’ın batısında yaşayan Kürtlerin bunu nasıl gerçekleştireceğidir. Bu durum başlı başına yapılan demokratik özerklik tanımının taşıdığı sorunları fazlasıyla gösteriyor.
Tekrarlamakta yarar var. Tartışılan metnin, bir taslak metin olduğu akıldan çıkarılmadan tartışma yürütmek gerek ve Türkiye’nin çözümünü bulma muradıyla ortaya atılmış bir projedir. Bunun gerçekleşebilir hale gelmesi herkesin diğeriyle empati kurarak sunacağı katkıya fazlasıyla bağlı.
BİRGÜN
21 Aralık 2010