Öcalan’ın iki çıkışının sonucu 

PKK lideri Abdullah Öcalan’ın, Fettullah Gülen cemaatiyle diyolog ve işbirliği arayışı, hareketin önde gelenlerinden ve ilk diyalogun taraflarından Hüseyin Gülerce’nin Zaman gazetesinde bir tür pişmanlığını bildiren yazısı ve Gülen’in avukatlarının diyalog ve işbirliği arayışlarını yalanlayan açıklaması, konuyu başka bir noktaya sıçrattı. Bunlar Öcalan’ın çıkışının cemaatte ciddi tepkilere yol açtığını gösteriyor. Başka türlü bu açıklamaları izah etmek mümkün değil. Çünkü Öcalan’ın, Gülen cemaatiyle işbirliği ve diyalog arayışları yeni değil. Yeni olan bunun basına yansıması.
Daha önce Öcalan’ın avukatları, yine cematin ileri gelenleriyle veya cemate yakın olduğu bilinen Zaman gazetesi yazarlarıyla görüşmeler yaptılar, Öcalan’ın benzer değerlendirme ve önerilerini ilettiler. 4 Şubat 2009’daki görüşme sonrasında Gülen’e işbirliği ve diyalog isteğinin yazılı iletildiği biliniyor. Öcalan, cemaatin medyasında Ergenekon, PKK bağlantısı kurulmasına ve Tek Türkiye gibi dizilerle Kürt hareketine karşı kampanya yürütülmesine son verilmesini istemişti. Ancak Öcalan’ın bu çıkışı Gülen’de karşılık bulmadı.

Bugün ile o dönemin ortak noktası, her ikisinin de seçimlerin arifesinde ve Kürt hareketi ile cemaat arasındaki gerginliğin arttığı döneme rast gelmesidir. Bu dönem zarfında taraflar, birbirlerine karşı ağır eleştiriler yaptılar, ciddi çatışama ve gerilimler yaşandı; gittikçe de artma eğilimi gösterdi. Gülen cemaati eliyle KCK operasyonları yapıldı.

YENİ BİR DEĞERLENDİRME
Burada ortaya çıkan yanıtlanması gereken sorulardan biri, aniden bu diyolog ve işbirliği arayışının nereden çıktığı ve bunun BDP ve CHP ittifakı tartışmasının hemen ardından gelmesinin bir tesadüf olup olmadığı sorusudur. Bu iki soruya verilecek yanıt, Kürt hareketinin geleceği açısında yeni bir değerlendirmeyi gerekli kılabilir. Çünkü Öcalan’ın açıklamasında, bugüne kadarkinden çok farklı yeni bir Gülen cemaati değerlendirmesi söz konusu. Öcalan’ın, Gülen cemaatini “Hem kendileri hem biz, gerek Türkiye’de gerek Ortadoğu’da önemli aktörleriz. Kendileri Türkiye’nin hatta Ortadoğu’nun demokratikleşmesinde rol alabilirler, önemli bir güçleri var”… “hatta bir siyasi parti işlevine sahip olduğunu düşünüyorum…“ “Oldukça dinamik güçleri var, biz de dinamik bir gücüz. Bu iki dinamik gücün karşılıklı anlayış göstermesi ve dayanışma halinde olması durumunda Türkiye’de birçok temel sorun çözülecektir.” biçimindeki değerlendirmesi ve buna uygun taktikler geliştirme olasılığı bunu gerekli kılıyor.

Öcalan’ı, bu arayışa iten farklı gelişmeler sayılabilir. Bunlardan ilk akla geleceklerden biri, Öcalan’ın, çözüm süreci geliştirebilecek toplumsal potansiyele sahip başka gücün olamadığı kanaatine varması olabilir. Yani, tamamen pragmatik bir bakışla, Kürt sorununun çözümü için cemaatten başka çalacak kapının kalmadığı düşüncesine kapılmış olabilir. Açıklamasındaki kafa karışıklığı bunu gösteriyor. 12 yıllık cezaevi yaşamı buna sürüklemiş olabilir. Ancak girişte sözünü ettiğim iki yıl önceki girişimler ve sonrasında yaşananlar bu hayalin gerçek olma olasılığının sıfır olduğunu göstermeye yeter. Ayrıca referandumla birlikte hükümet içinde etkisini artırmış bir Gülen cemaatinin böyle bir işbirliğine sıcak bakmayacağını kestirmek zor değil.

ÖCALAN YANLIŞ MI YÖNLENDİRİLİYOR?

İkincisi bu istek, Öcalan ile görüşen hükümet yetkilileri veya avukatlar tarafından iletilmiş olabilir. Hükümet, Kürt hareketi ile Gülen cemaati arasındaki gerilimi düşürmek ve Kürtlerden daha fazla destek almak için bunu tercih edebilir. Yani bu istek hükümet kaynaklı da olabilir. Öcalan adına görüşme yaptıkları bilinen liberal ve AKP sever aydın, yazar ve akademisyenlerden gelen istek olarak avukatlardan iletilmesi sonucu olabilir. Son bir ihtimal de her iki yönden de istek gitmiş olabilir. Öcalan’a, Türkiye’nin değişiminin tek toplumsal gücünün cemaat olduğu iletilmiş olabilir.

İkinci olasılığı güçlendiren birkaç önemli detaya dikkat çekmekte yarar var. Birincisi bu çıkış BDP-CHP seçim ittifakı tartışmasına aşırı tepkisel davranan çevrelerden bu çıkışa poizitif yaklaşılması hatta tartışmanın derinleşmesi için özel çaba gösterilmesidir. Özellikle Gülen’in avukatlarının yalanlamasına rağmen Taraf gazetesinin konuyu manşete taşıması dikkat çekicidir. Yasemin Congar’ın aynı günkü yazısı herşeyi yeteri kadar izah ediyor. Yine hükümet yetkililerinin konuya ilişkin yorum yapmaması da ayrı dikkat çekiyor.

TEHLİKELİ OYUNLAR
Keza bu tartışmanın, bir süre önce Öcalan ile BDP arasında süren referandum tartışmasına çok benzer bir biçimde başlaması da gözden kaçırılmaması gereken bir nokta. Öcalan’ın sol liberal aydınların, Taraf gazetesinin ve hükümete yakın çevrelerin baskıları ve tenkitleriyle, BDP kararına rağmen hareketi “yetmez ama evet”e yönlendirmeye çalışması gibi BDP tarafından kabul edilmesi zor bir öneri ortaya attı. BDP lideri Selahhattin Demirtaş’ın “Türkiye’nin Kürt sorunu gibi temel bir sorunun çözümüne olumlu katkı sağlayan Gülen hareketi, MHP, CHP, her kim katkı sunarsa yan yana oluruz. Ancak bizim BDP olarak Gülen hareketiyle ideolojik yakınlaşma ittifakımızın olması mümkün değildir. İki hareket arasında kan uyuşmazlığı var. İkisi de belli etkisi, gücü olan hareketlerdir. Karşılıklı çatışmazlık olabilir. Ama ittifak gerçekçi değil” açıklaması tam da referandum dönemindeki Öcalan-BDP farklışmasının işaretidir. BDP’nin kendisini tasfiyeye sürükleyecek bir yönelime kolay rıza göstermeyeceği anlaşılıyor. Hükümetin kafasındaki Kürt meselesini, Kürt hareketini bertaraf ederek halletme yaklaşımına yarayacak bu nafile arayışlar iki sonuç doğurabilir. Bu ihtimal tehlikenin boyutunu gösteriyor. Kürt hareketini, Kürt sorununun eşit ve adil çözümünden yana olan güçlerden bir parça da olsa soğutur. Referandumda ortaya çıkan kafa karışıklığını derinleştirir. Gülen cemaatinden gelen tepkiler Öcalan’ın bunu anlamasını kolaylaştıracaktır. Her iki çıkışın Gülen’den dönmesinden çıkarılması gereken dersi çıkarılmalıdır. Pragmatik davranış bazen bunda olduğu gibi aşırı tehlikeli olabiliyor.

17 Aralık 2010

Birgün Gazetesi