Dolmabahçe’de Başbakanın protestosuyla başlayan, Salı günü Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesinde AKP milletvekili Burhan Kuzu’nun ve CHP Genel Sekreteri Süheyl Batum’un protesto edilmesiyle devam eden öğrenci eylemlerini, gerçekleştiren gençleri teprik etmek gerek.Havada uçuşan “yumurtalar” hedefini buldu.
Gençlerin hedefinde ne Başbakan, ne Burhan Kuzu ne de Süheyl Batum veya toplantıya katılan YÖK üyelerini ve öğretim üyeleri vardı. Tartışılmayan ve konuşulmayan nokta burası. Bu gençlerin ne istidiğiyle neden kimse ilgilenmiyor.
12 Eylülcülerin ve aynı zihniyeti ısrarla sürdürenlerin arzuladıkları gibi uysal gençler olmadıkları için iktidarın ve her türden muktedirlerin hışmına uğruyorlar.
Sokaklarda, üniversite kapılarında dövülen,joplanan, gaz bombası atılan, gözaltına alınan, mahkeme koridorlarnda süründürülen gençlerin talepleri incelendiğinde görülecektirki bütün bunlar tesadüf değil.
Bu gençler, YÖK hayır diyorlar; bu gençler, özerk ve demeokratik üniversite isityorlar; bu gençler parasız, laik, bilimsel, demokratik ve ana dilde eğitim istiyorlar. Yani 12 Eylül ürünü üniversite ve eğitim sistemine karşı çıkıyorlar. Başka bir eğitim, başka bir üniversite istiyorlar ve bunun için mücadele ediyorlar.
Bu talepleri dillendiren öğrencilerin her 6 Kasım’ da sokaklarda güvenlik güçlerinin ve hükümetlerin hışmına uğramaları bir gelenek haline gelmiştir. 12 Eylül sonrası YÖK’ü protesto etmek isteyenler her defasında güvenlik güçlerinin saldırısına maruz kaldılar. Polisin saldırısının yaşanmadığı 6 Kasım gösterisi hatırlayan var mı?
YÖK eliyle kışlaya dönüştürülen üniversitelerde, demokratik haklarını kullanığı için eğitimi engellemiş binlerce öğrencinin varlığı rağmen AKP’yi korunmaya çalışılanlara ve öğrencilere karşı uygulanan vahşeti ve tahammülsüzlüğü “orantısız güç kullanma ve orantısız eylem” diye tanımlayanlara bazı hatırlatmalarda bulunmak istiyorum.
Daha bir kaç yıl önce yani AK Parti hükümeti döneminde, üç bin üniversiteli Kürt gençinin, anadilleri Kürtçede eğitim hakları için dilekçe verenlerin yüzlercesinin eğitim haklarının engellendiğini ve mahkemelerde süründürüldüklerini hatırlatmak isterim. Yani bu memlekette yumurta atma özgürlüğü olmadığı gibi, dilekçe verme özgürlüğü de tam değil. Yumurtanın atılma nedeniyle dilekçedeki talepler, polisin, muhalefetin ve başbakanın tepkisini ve tutumunu belirleyen esas şeylerdir.
İki yıl önce Taksim’in göbeğinde Milli Eğitin Bakanı Nimet Çubukçu’nun Vakif Üniversitesinden Öğretim üyeleriyle, üniversitelerin sorunlarını konuştuğu toplantıda konuşmak isteyen, öğrencileri polisin, yaka paça, joplayarak dışarı çıkardığını unutarak tartışmaya çalışılması fazlasıyla tuhaf.
Muğla’da Şerzan Kurt’un polisin kurşunuyla öldürülmesini ve bir yıl Dicle Üniversitesinden Aydın Ergin’in öldürülmesini unutarak yürütülen bu tartışmadan sağlık sonuçlara ulaşmak mümkün değil.
On beş yıl önce Meclis’te pankarat açan gençlerle ilgili tartışmadan sağlık sonuçlar çıkarılamadı gibi. Manisa’lı gençler davası gibi.
Bütün bunlar, Türkiye’nin gerçeklerini görünür kılıyor. Gençler, görmek anlamak ve öğrenmek isteyenlere, Türkiye’nin demokrasi ve özgürlük anlayışının sınırlarını gösterdiler.
12 Eylül ile hesaplaştığını ve hesaplaşmaya devam ettiğini iddia eden Başbakanın, 12 Eylül zihniyetinin sağlam savucusu olduğunu bir kez daha açığa çıardılar.
Toplum, Başbakan’ın iki yıl önce, Diyarbakır’daki bir gösteri sonrası kadınlara ve çocuklara saldıran, yerlerde sürükleyen polislere sahip çıkarken söylediği “ terörle mücadelede kadın da olsa, çocukta olsa kimsenin gözünün yaşına bakmayız, gereğini yaparız” sözlerine güçlü itiraz edilmemesinin bedelini ödüyor. Gelecekte de ağır ve acı bedel ödememek için herkesin, aklını ve yüreğini bu gençlerin yanına koyması gerek.
10 Aralık 2010