Geçen hafta, bugün genel seçimlerinde, BDP etrafında oluşturulacak demokrasi bloğuna sosyalistlerin nasıl yaklaşması gerektiğini ele alacağımı ifade etmiştim. Ancak bu konuyu daha sonra ele almak üzere bu hafta yine seçim sonuçlarını etkilemeye dönük başka bir konuyu ele almak istiyorum. Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir’in dün gazetemize “oyuna gelmeyeceğim” diye özetlediği konu.
Konunun içeriğine fazla girmeye gerek yok. Günlük gazetesi okuyucuları, konunun detayına yeteri kadar vakıflar. Ben “bu oyunu” kim veya kimler neden, nasıl tezgahlıyorlar ve kimler nasıl bir rol üstlendiler gibi sorulara yanıt vermeye çalışacağım.
Son yıllarda Kürt hareketi içersinde her daim, şahinler, güvercinler, şddetten yana olanlar, şiddette karşı olanlar ayrılığı yaratma çabası gündemden düşmedi. Kısa süreye kadar Ahmet Türk, Emine Ayna, Aysel Tuğluk, Leyla Zana gibi Kürt siyasetinin aktörleri arasında ayrılık çıkarmaktan medet umanlar, önlerine çıkan her yeni bir fırsatı da bu amaç doğrultusunda değerlendirmeye açlışıyorlar.
Basında tartışmanın nasıl başladığına gözattığımızda “oyunu tezgahlayanları” adresi ortya çıkıyor. Abdullah Öcalan’ın avukatlarıyla yaptığı görüşmede Osman Baydemir’e yönelik eleştirileri, bu tartışmanın ana malzemesi yapıldı. Ancak Öcalan’ın eleştirileri, çoğu kez yapıldığı gibi kamuoyuna açıklanan “görüşme notları” üzerinede değil, bir başka metne dayanılarak tartışıldı. 14 Kasım’da kamuoyuna yansıya “görüşme notlarından” tam bir hafta sonra bambaşka içerikte bir metin ortaya çıktı.
Medya, Kürt hareketi içinden elde ettiği bilgilere dayandığını ileri sürerek yalana başvurdu. Ama medya yer alan bilgilerin kelime kelime aynı olması tezgahcıyı kısa sürede ele verdi. Bu güne kadar avukat görüşmeleri, bir kaç kez, iki farklı kanaldan medyada yansıtıldığına tanıklık ettik. Bu kanallardan birinin İmrallı’nın iç ve dış güvenliğinden sorumlu hükümet yetkilileri olduğu biliniyor. Adalet ve İçişleri Bakanlığı yetkilileri, ellerinin altında olan ama kamuoyuna “görüşme notlarıyla” yansıtılmayan, yararlarına olan kimi bilgileri, bir süre sonra bazı medya mensuplarına servis ettikleri artık ayuka çıkmıştı. Bundaki amaç Kürt hareketini kamuoyu etkisini kırmak olduğu anlaşılıyor.
Bu tartışmada da ikinci metnin kaynağının aynı adres olduğu çok açık. Ancak bu kez sadece Kürt hareketi içersinde kargaşa çıkarmakla sınırlı gaye güdülmediği aşıkar. Seçimlere dönük hazırlık ve çeşitli tartışmaların yoğunlaştığı bir dönemde, yürütülen bu kampanyanın bir amacının da seçimlerde hükümetin elini güçlendirmek olduğu görülüyor. Gazetelerin manşetlerine varana kadar taşınan bu oyunda hükümet yetkililerin çekilip köşelerinden izlemeleri ve hiç birinin bir tek kelime söylememesi bunun işaretidir.
Medyada bu tartışmayı abartan ve oyunu sahneye koyan kimi köşe yazarlarının “güvenir kaynaklar” diye tanımladıklarının hükümet çevresi olduğu çok açık. Bunu sorgulamadan servis edilenin haberleştirilmesi veya köşe yazılarına taşınması tek tek yazarların niyetlerinde bağımsız olarak, hükümetin bu amaçına hizmet eden bir gazetecilik yapmaktır. Ana akım meydanın bütün kanatları bu tartışmada kendilerini hükümete sunmuşlardır. Ya da Kürt Meselesi söz konusu olduğunda, çoğu zaman olduğu gibi hükümetle “milli ittifak” kurmuşlardır.
Bunun 28 Şubat sürecinde Akın Birdal’ı, Cengiz Candar’ı, M. Ali Birant’ı andıçlatan Çevik Bir’in yaptığından özünde farkının ne olduğunu sorgılamak gerekmez mi?
Bu kampanyanın yürütülmesinde medya ayağından görev alan gazetecilerin gözden kaçırdığı bir başka gerçek ise Baydemir’in hayatını tehlikeye atmalarıdır. Çünkü yaptıkları haberler ve yorumlar Osman Baydemir’in hayatına kastetmek isteyenlerin işlerini kolaylaştırıyor. Bu topraklarda bu kampanyanın yarattığı puslu havadan yararlanmak isteyen çok fazla milliyetçi, ırkçı “Ogünler” olduğunu unutulmamak gerek. Oynanan oyunun, içerdiği tehlikenin farkında değiller.
27 Kasım 2010