12 Eylül cezaevleri, insanların hafızlarında direnişlerle de yer etti. Diyarbakır’daki ölüm oruçları, Mazlum Doğan’lar, Kemal Pirler ve daha inicelerinin zulme boyun eğmeyen isyanları miras kaldı bugünlere. 12 Eylül döneminin cezaevleri dendiğinde hala akıllara Metris cezaevi önünde bekleyen, coplanan analar geliyor. Birde unutulup giden, cezaevlerinden firar girişimleri var. Kaçılmaz denen Erzincan 52.Tugay’ının göbeğinden kaçanların, kayaların üzerine kurulu Eskişehir Özel Tip Cezaevinde tünel kazanların, İzmir Buca’dan kaçama çalışanların hikayeleri var. İşte bu üç cezaevinde yaşanan serüvenin kahramanları, deneyimlerini kitaplaştırdılar. Her üç cezaevindeki firar girişiminin planlayıcısı, örgütleyicisi Sabahattin Selim Erhan, yaşadıkları serüveni “Yine Kazacağız, yine Kaçacağız” isimli, iletişim yayınlarında çıkan kitapta yazdı. Kitabın önümüzdeki günlerde 2.bakısı çıkacak. Erhan kitabını, tünel kazmayı birlikte yaptığı arkadaşlarıyla konuşarak yapmış. Bu nedenle kitabın kolektif bir emeğin ürünü olduğunu söylemek mümkün.
Kitap aynı zamanda, “dışarıda yaprağın bile kımıldamadığı” bir süreçte devrimci dayanışmanın, direnme bilincinin yaşamla kurduğu bağını anlatıyor. Tam 20 yıl sonra serüvenleri kitaplaştıran ve tarihe bırakan Sabahattin Selim Erhan’a birkaç soru yönettik.
-Kitabınızın önsözünde 12 Eylül’ün başka bir yüzünü göstermekte söz ediyorsunuz. 12 Eylül hangi yüzünü göstermeye çalıştın?
Dışarıda yaprağın dahi kımıldamadığı bir dönemde içeride insanlar değişik biçimlerde ciddi bir direniş sergildiler. İnsanlık onuru adına büyük bir uğraş verdiler. İşin doğrusu şahsen benim hiç beklemediğim bir biçimde Türkiye sosyalist hareketi 12 Eylül’e karşı çok zayıf kaldı. Kısa sürede büyük bir moral bozukluğu ve güvensizlik oluştu. İçeride bizim beynimizi yok etmeye çalışıyorlardı. İtirafçılık yasası çıkarıldı. Tutukluları teslim almaya çalıştılar. Erzincan’da ilk kaçma planını hem cezaevindeki baskıları karşı hem de dışarıya bir ses duyurmak için yaptık. Bu zor koşullarda bile mücadele ediyoruz demek ve moral vermek için düşündüğümüz bir eylemdi.
-Bir eylem olarak mı, özgürlüğe kavuşmak olarak mı planladınız ilk kaçışınız?
Erzircan’da dışarıda bir hayatı düşleyerek tünel kazmadık, büyük ölçüde ölümü göze alarak bir eyleme giriştik. Tünel kazmak ve kaçmak bir direniş, başkaldırıydı. Yakalandıktan sonra cezaevine gelen basın mensuplarınada bunu özel olarak vurguladık.
–Erzincan cezaevindeki tünelle ile diğer cezaevlerinde kazdığınız tüneller arasında nasıl bir fark vardı?
Erzincan’dan kaçmayı planlarken dışarıya çıktığımızda ne yapacağımızı, ne yöne gideceğimizi bilmiyorduk. Biz ses getirecek bir eylem yapıyorduk, gerisini planlayacak olanaklardan ve ilişkilerden yoksunduk. Eskişehir’de ise tam tersiydi. Eskişehir’de dışarıya çıktımızda ne yapacağımızı biliyorduk. Bir özgürlük hareketiydi. Dışarıda nasıl devrimci mücadeleye devam edeceğimizin hazırlıklarını yapmıştık. Kendimizi dışarıya hazırlamıştık. Bunun ilişki ve olanaklarını yaratmıştık. Kitapta bunları anlatıyorum.
-Bu iki farklı durum insanların çalışmalarını ve kaçmaya karar vermelerini nasıl etkiledi?
İşin doğrusunu söylemek gerekiyorsa Erzincan’da şartlar kötü ve risk çok yüksek olmasına rağmen insanlar daha istekliydi. Eskişehir’de ise tam tersi söz konusuydu.
-Bunun nedenini nasıl izah ediyorsunuz?
Bu çok kişisel bir şey olacak. Biz esas darbeyi 12 Eylül’de yemedik, 12 Eylül’de bir biçimde ayakta kaldık. Esas darbeyi 1989 yılında Sovyetlerin yıkılmasıyla aldık. Eskişehir’de tüneli kazarken sosyalist ülkelerde duvar daha yıkılmamıştı. Yani ideolojik yenilgi yaşanmamıştı. Erzincan’da sosyalizme ve devrimci mücadeleye insanların inançları sarsılmamıştır. Sosyalist dünya üzerimize yıkıldı ve biz altında kaldık. Erzincan’da büyük risk alarak, 8 kişi kaçtık, Eskişehir’de aynı büyüklükte risk olsaydı, bu sayıda insan kaçmazdı diye düşünüyorum.
-Siz kurtuluş örgütünden ceza almışsınız. Tüneli başka sosyalist örgütlerden insanlarla birlikte kazmışsınız ve kaçmışsınız. Böyle bir güven 12 Eylül’den önce de var mıydı? Yoksa cezaevi koşularının ürünü mü?
Evet, tüneli, Kurtuluş, Devrimci Yol ve Emeğin Birliği gruplarıyla birlikte kazdık. Emeğin Birliği grubundan arkadaşlarla birlikte hem Erzincan hem de Eskişehir tünellerinde birlikte çalıştık ve kaçtık, cezaevi komünlerinde birlikte kaldık. Bu dayanışma cezaevleri koşullarının getirdiği bir şey olmasına rağmen biz dışarıda da aynı anlayışla hareket ediyorduk. Kitabı okuyanların bu dayanışma ve işbirliğini de görmesini istediğim için bunu özellikle vurguladım. Emeğin Birliğinden arkadaşlarla sağlam bir ilişkimiz vardı. Özelikle Emeğin Birliği’nden Selim arkadaşın çok büyük katkıları oldu, çok emeği geçti.
-12 Eylül’ün üzerinden 30 yıl İlk tünel çalışmanız üzerinden 21 yıl geçtikten sonra, tünel öyküsünü kitaplaştırma fikri nereden aklınıza geldi?
Daha önce bana birçok arkadaşımda bu doğrultuda bazıları ticari kaygıyla da olsa öneri gelmişti.Ama doğrusu çok gerekli ve anlamlı bulmamıştım. Ama son yıllarda üst üste iki kalp krizi geçirince, ölmeden yazalım dedim, Naim’de ısrar edince yazdım. 12 Eylül’ün, işkenceci yönü, cezaevlerindeki insanlık dışı uygulamaları, hukuksuz yargılamaları bir cümle kötü yönü biliniyordu, bunlar çok yazılmıştı. Ben başka bir yüzünü yansıtmak istedim. Bizim tarafta yaşananları, ailelerimizi, direnişimizi, duygularımızı, dayanışmamızı ve ilişkilerimizi yansıtmak istedim. Böylesi sanırım ilk oldu.
-Erzincan ve Eskişehir Cezaevlerinde büyük oranda ölüm riski alarak kaçış planı yapmışsınız. 20 yıl sonra bunun muhasebesini yaptınız mı?
Hayır yapmadım. Benim yaşam felsefem gerekli olanı gerektiği zaman yapmaktır. Olayları sonuçlar üzeriden değerlendirmeyi doğru bulmam. Her şeyi kendi koşulları içinde değerlendirmek gerek. Ben 12 Eylül öncesinde ne gerekiyorsa onu yaptığım gibi cezaevinde de arkadaşlarımla birlikte aynı şeyi yaptım. Hiç bir olumsuz bakışım yok.
– Kitabı yazarken keşke şunu yapmasaydık diye bileceğin bir şey oldu mu?
Hayır olmadı. Belki kitabı okuyanlar onu bulabilir.
-11 Yıl sonra cezaevinden çıktığınızda içerde düşlediğiniz yaşamla dışarıda karşılaştığınız yaşamı kıyasladığınız ne söylemek istersiniz?
Büyük bir hayal kırıklığı yaşadığımı söylemek isterim. Başka bir hayat vardı. Ne bizim bıraktığımız neden de içerde düşlediğimiz hayatla karşılaştım. Her şey ama her şey altüst olmuştu.
12 Kasım 2010