Kürt Sorunu’nun çözümünde kilidin, Kürtçenin kamusal alanda kulanılması hakkının tanınması olduğu artık apaçık ortada. Bunu görmek için birkaç aydır olanlara gözatmak yeterli olacaktır. Kürtlerin, anadilleri Kürtçede eğitim talebli okulları boykot eylemi ve KCK davalarında sanıkların, anadilleri Kürtçede savunma yapma istemelerine gösterilen direnç ve sergilenen tavır ile son olarak Diyarbakır İl Genel Meclisi’nin 91 köyün tabelasındaki Türkçe isimlerin yanına Kürtçe isimlerin de yazılması kararının Diaybakır Vali’sinin başvurusu üzerine bölge idari mahkemesince iptal edilmesi ve bunun Danıştay tarafından onaylanması, anadil meselesinin, Kürt Sorunu’nun çözümündeki esas role sahip olduğunu gözler önüne serdi.
Bu her üç gelişme, Kürtçenin kullanılması isteminin farklı alanlara ilişkin tibik örneklerini teşkil ediyor. Anadalilde eğitim, Kürt kimliğinin ve kültürünün korunmasının ve geliştirilmesinin yegane koşuludur. Kürtçe savunma talebi, savunmanın kutsalığı ilkesinin hayata geçirilmesinin en temel unsurudur. Köy tabelalarına Türkçenin yanı sıra Kürtçe de isimlerin yazılması Kürt tarihine sahip çıkmadır.
Devlet, her üçüne de izin vermemek için direniyor. Bu direnme isteği, çözümün ve barışın önündeki en büyük engel. Çünkü bu istek, Kürtlerin varlığını kabul edip, kendileri olarak var olmaya devam etmelerini ve kendilerini geliştirmelerini istememektir. Anadillin kullanılmasının önünü çıkarılan bu engellere boyun eğilmesi Kürt kimliğinin, Kürt kültürünün ve Kürt tarihinin yok edilmesi sonuncunu doğuracak bir politikaya boyun eğmek olacaktır. Kürtlerin mücadelesi bu politikaya boyun eğme aşamasını çoktan geride bıraktı.
Gelinen aşamada Türkiye’nin, Kürtçenin kamusal alanda kullanılmasının önünü açmamak için ayak diremesi, demokratikleşme ya da AKP’lilerin çok sevdiği tanımla diyecek olursak “eski yapının tasfiyesi” önündeki de en büyük engeldir.
Köy tabelalarına Türkçe isimlerinin yanına Kürtçe isimlerinde yazılması meselesini ele alarak bunu biraz açalım. Diyarbakır İl Genel Meclisi kararına karşı yapılan itirazın, Kürt Sorunu’nu da aşan iki önemli boyutu var. Birincisi AKP hükümeti, AB ile müzakere sürecinde Avrupa Yerinden Yönetim Şartnamesi kapsamında yapılan, İl Genel Meclislerinin yetkilerini artıran düzenlemeyi anlamsız kıldı. Bu düzenleme sözde seçilmişlerin yetkilerini artırar, demokratikleşmeye ve merkezi devlet yapısının değiştirilmesine önemli katkı sunan bir düzenleme olarak kamuoyuna sunuldu. Hatta o dönem aynı yasa kapsamında yapılmak istenen bazı değişiklikler, bölünme paronayası ve Cumhuriyetçi ulusalçıların çekinceleri nedeniyle iptal edildi.
Şimdi hükümetin yerel temsilcisi valiler, bu yarım yamalak yasanın uygulanmasını engelliyor. İl Genel Meclisi kararlarının valiler tarafından iptal edilmesi yoluna başvurulmasını, Diyarbakır İl genel Meclis Başkanı Semra Azizoğlu, “meclislerin işletilmez hale getilmesi” olarak tanımlıyor.
AKP’nin, yürütme tasarruflarının özellikle yüksek yargı tarafından engellediği gerekçesiyle 12 Eylül’de anayasa değişikliği yaptığı bir süreçte, İl Genel Meclisi kararlarını, şikayet edilen yargı yolula iptal ettirilmesi, hem Kürt meselesindeki yaklaşımı hem de demokratikleşme ve eski yapının değişimi konusundaki hükümetinin samiyetini ortaya koymaktadır. AKP, yürütme ile yargı arasındaki güçler ayrılığında yaşanan sorunlardan şikayet ediyor ama yerellerde, hükümet temsilcisi valiler ve yargı işbirliği ile seçilmişlerin çalışmasını engellemeye devam ediyor. Bu durumda demokratikleşme de, yerinde yönetim de, eski yapının tasfiyesi de boşluğa söylenen sözler olmanın ötesine geçemiyor.
PKK’nin seçimlere kadar eylemsizlik kararını açıkladığı ve PKK lideri Abdullah Öcalan’ın süreçi “diyalog sürecinden müzakereye geçiş yaşanıyor” diye tanımladı bir dönemde, Kürtçe konusunda gösterilen bu direnç oldukça dikkat çekicidir. Cumhurbaşkanın KCK davası sanıklarının, anadilde savunma yapmak istemelerini “siyasi talep” olarak tanımlaması ve Diyarbakır Vali’sin Diyarbakır İl Genel Meclisi’nin 91 köyün eski isimlerinin Kürtçe olarak, Türkçe adlarının yanına yazılması kararının uygulamasının yargı kararıyla engellenmek istenmesi siyasi bir tutum değil midir? Kürt Sorunu’nun kendisi de, KCK davası da, Kürtçenin kamu alanında kullanılması talebi de siyasidir, bunların çözümü de siyasidir, çözümsüzlükte direnmek de siyasidir. Kürtçeye vurulan kelepçe açıldığında barış ve çözümün yolu açılacaktır.
12 Kasım 2010