12 Eylül’den bir tünel öyküsü….

12 Eylül darbesiyle hesaplaşma  son dönemin en aktüel konularından biri oldu. AKP’nin anayasa değişikliği referandumuyla başlayan  bu tartışmada neredeyse bütün sağcılar, muhafazakarlar, taze liberal solcular  12 Eylül’ün paşası, Kenan Evren  cuntasının politikarına karşı gögüsünü siper eden insanlar olarak arz-ı  endam ederlerken medyada,  gerçekten 12 Eylül’e başkalıdıran bir grup devrimcinin cezaevinden kaçma, cezaevlerinde tünel kazma  serüvenleri  gün yüzüne çıktı. Sağcıların, faşistlerin, muhafazakarların arz-ı endam edişlerine bir itiraz olarak,  gerçeklerin içinden süzülen bir tarih anlatısı olarak yayınlanan Sebahattin Selim Erhan’ın iletişim yayınlarından, Ekim ayı başında çıkan “Yine Kazacağız, Yine Kazacağız”  adlı kitabından söz ediyorum.

Bir avuç devrimcinin cezaevinden firan etme düşlerini nasıl gerçekleştirmeye çalıştırdıklarını ve  özgürlüklerini aslanın ağzından ve   toprağın binbir kat altından dişleriyle, tırnaklarıyla kazıyıp söküp alma ve kazanma girşimlerinin macerasını  anlatan kitabı yayına, şair Naim Kandemir  hazırlamış.

12 Eylül hapisaneleri üzerine bir çok anı yazıldı. 12 dönemine ait bol miktarda  şiir, öykür var. 12 Eylül’ün zülümhaneleri cezaevilerinden şairler, yazarlar çıktı. Ama ilk kez bu kitap, üç ayrı ceazevindeki  gerçek kaçış girişiminin öyküsünü anlatıyor. Kitap, sadece bir kahramanın anlatımın  eseri değil. Kaçış için kaderbirliği yapan  bir çok kişinin  anlatımına dayalı hazırlanmış.Bir anlamda kollektif bir firar etme girişimlerin, kollektif anlatımı.  Erhan, kitabı yazmadan önce  iki yılla yakın  bir süre Erzincan, Eskişehir cezaevlerin’de birlikte volta attığı,  plan yaptı, tünel kazdığı  arkadışlarının tanıklığına başvurmuş, hafızasını tazelemiş.

Yine kazacağız,Yine kazacağız’da Sebahattin,  Ankara’yı, 12 Eylül döneminin zifiri kararnlığı 1981 yılı kışında, kömür bulutlarının ve kokusunun sardığı bir günün öğle sonrasında, Ankara Emniyeti’nin nami değer işkence hanesi Dal’da (Delilleri Araştırma Laboratuarı’da) 67 gün süren işkence ve sorgulama sonrası sırasıyla Mamak, Erzircan askeri cezaevleri ve Eskişehir, Aydın ve Buca sivil ceazevlerinde gecen 11 yıllık tutukluk sürecini yalın ve eylemcinin (Sebahattin’in kitaptaki tabiriyle Fransızca) diliyle anlatmış. Bu koça 11 yılı neredeyse tamamını  tünel kazmakla veya plan yapmakla geçirmiş.  Firar etmek, tünel kazmak, özgürlüğe kavuşmak cezaevinde kaldığı 11 yıl Erhan’ın hep “fikirinin ince gülü” olmuş. Sebahattin’in  kader birliği yaptığı arkadaşlarının durum da  bundan farklı değil.Bunu yani tünel kazmayı, Sebahattin Selim Erhan’ın kardeşim dediği  Orhan Türüdü “sevdiğim kadınlar oldu, sevdiğim şiirler oldu, filimler oldu ama hiçbir zaman toprağın altına girdiğim kadar heyecanlanmadım” diye tanımlıyor.

12 Eylül’ün direniş  yüzü

Orhan Türü’dü yargılandığı olay tarihinde 16 yaşında olmasına rağmen sıkıyönetim askeri mahkemesi 18 yaşında olduğuna, üstelikte  kendisinden bir yaş büyük olan ablasında da büyük olduğuna karar verdiği için idam cezası alan  yedi kardeşin  dördüncü ferdi.Bulancaklı Türüdü ailesinin beş çocuğu askeri mahkemede yargılanmış, ailenin en küçüğü Turgut hariç  tüm aile bireyleri  sıkıyönetimin tezgahından geçmiş.

Sebahattin’in  Türüdü aileisyle ilgili anlattıkları, 12 Eylül’ün bilinmeyen ya da az bilen bir yüzünü gösteriyor.Kitabın sunuş yazısında  Erhan, “amacım 12 Eylül 1980 askeri darbesinin ne kadar zalim, ne kadar katiamcı, ne kadar işkenceci olduğunu anlatmak değil,bugüne bu çok anlatıldı.Onların değil,  bizim neler yaptığımız, o şartlarda nasıl yaşadığımızı, isimleri bilinmiyen insanların neler yaptığını anlatıp bilinmelerini sağlamak”   diye özetlediği tam da olsa gerek. 12 Eylül zülmüne direnlenleri öyküsünü geleceğe aktarma çabası kitap.

Erzincan’da 3. Ordukomutanlığının   orta yerindeki cezaevinde ve  yine 12 Eylül sonrasının ilk efsane cezaevi  Eskişehir’de tünel kazmanın öykülerini okurken insan bazen biraz abartı var düşüncesine kapılıyor ama her hikayenin sonunda bu azim ve kararlılık olmadan başarmanın imkansızlığı görülüyor.   Başka türlü, kalemtraş bıcağıyla  ve  eczacıların  cam ampulleri kesmek için kullandığı testere ile demir nasıl kesilebilir veya  60 ton toprak koğuşlarının  tavanına nasıl saklanabilir? Erzincan’da 8 kişi altı ayda 120 metre ve Eskişehir’de 30 kişi 8 ayda 94.5 metre tünelli ancak ipek böceği sabrıyla kazılabilirdi. Erhan’da bunu aynı sabır ve tiizlikle detaylı ama sıkmadan ve sıkılmadan anlatmış.Gelecek kuşaklara iyi bir ders  bırakmış.

Yazının başlığındaki “kapital” kelimesi, Sebahattin’lerin tünel çalışmasına verdikleri isim. Bu  tünelin nasıl bir gizlikle kazıldığını gösteriyor. Çalışmayı risk atmamak ve  koğuşta çalışmadan haberi olmayan insanların anlamaması için tünelle kapital adını vermişler. Koğuşta  konuşurken kendilerini bu kelimeye alıştırarak hem idareye karşı önlem almışlar  hem de başka cezaevine gideceklerin lüzümsüz bilgi sahibi olmalarını engellemeişler.Bu örnek bile çalışmanı zor, sınırlı olanaklarla nasıl bir gizlilikle yürütüldüğünü gösteriyor.

Anlatılan tünel kazma öykülerinin içinde insanların birbirine güven unsuru çok fazla göze çarparken, aynı zamanda başka bir nokta da dikkat çekiyor. Devrimci örgütler veya gruplar arasındaki işbirliği veya dayanışma. 12 Eylül öncesi dışarıda gerçekleşmeyen işbirliği ve dayanışma 12 Eylül cezaevlerinde hayat buluyor. Karadeniz Kurtuluş davasından yargılan Sebahattin Selim Erhan, Erzincan tünelinden kaçışa başka koğuşlarda kalan idam cezası almış Devrim Yol davası sanıklarını  dahil edişi ve Emeğin Birliği grubundan iki devrimciyle Erzincan’da başlayan  Aydın cezaevine kadar süren işbirliği bunun en güzel örneğini oluşturuyor. Gizliliğin en temel kural olduğu, aynı koğuşta ve aynı dava arkadaşlarına açamadığı  sırrı,  olanağını başka örgütlere ait devrimcilere açmada gördüğümüz dayanışma örneğine bugünlerde sosyalistlerin ne kadar çok ihtiyacı olduğu hatrılatıyor kitap. Devirmci dayanışma sadece cezaevindeki tünel çalışmasıyla sınırlı değil. Kaçış için dışarda yapılan hazırlık çalışmalarında benimde küçük bir parçası olduğu iki farklı sosyalist grup arasında da görülüyor. Eskişehir cezaevinden kaçış için dışarıdaki hazırlık çalışmalarını Kurtuluş ve Emeğin Birliği birlikte yürütüyor.

Ama esas devrimci dayanışmanın ve devrimci mücadeleye olan inançın en erdemli örneğini,  tünelde ölümün kıyısında dolaşan devrim tutuklularda görülüyor. Sebahattin, Erzincan tüneli çalışmasının 120 metresine yaklaştığında  bu konudaki düşünce ve duygularını kitabında  “Mevcut durumun çok fean olmadığının bilincindeyim.Bir aksilik çıkmaz kaçarsak tam bir şok etkisi yaratacak, tüm dostlar, tüm demokrasi yanlıları, tüm devrimcilerin ve kendi dava arkadaşlarımızın çok sevineceğini, hala her koşulda mücadele edilebileceğini ve kıpırdamadığı söylenen yapraklara rüzgar olabileceğini düşünerek...” biçiminde özetliyor.

 Tarihe tanıklığı

Üç ayrı cezaevindeki tünel çalışmalasının gerçek  başkahramanı ve  çalışmalara sürekli bir komutan sorumluluğuyla yaklaşan Erhan, 12 Eylül öncesine ilişkin değerlendirmesini kitaptaHepimiz genç yaşımızda bu düzeni değiştirmek için  gözümüzü budaktan  sakınmadan mücadele ediyorduk.Hoyrat bir elin gelip tüm dünyamızı yıkmasını engelleyemedik ve ona karşı hazırlanamamıştık. Yaşamın hepisini geçireceğimiz  bu dört duvar arasındaydık ve mücadeleyi burada sürdürmenin  uğraşı içersindeydik. Yaşamının en genç, en dinamik döneminde  bir yığın insan 24 saat beraberler…” biçiminde özetlemiş.

Sebahattin’e,  tünel çalışmalarında arkaşlarına komutanlık edecek enerjiyi, 12 Eylül öncesi  okuduğu Gorki’nin Ana romanındaki  Pavel’den onun annesi Nilovna’dan, Spartaküs,  Giap’ı ve Victor Serge’nin militana notları  düşünerek ve onların yerinde olmak istiyerek aldığını anlatıyor. Kendini bunları düşünerek dinlediğini  aktarıyor.

Kitapta, il sayfasından son sayfasına kadar, yaşama sıkı sıkıya tutunmanın, devrimci mücadeleye adanmanın ve inanmanın derinliklerini, sorumluluğunu, inadının erdemini  anlatıyor. Olaylar öylesine derinlikli ve ayrıntılı aktarılmışkı, kitap insanın alıp 12 Eylül sonrası cezaevlerine, cezaevleri önünde yaşanalara  götürüyor. Erzincan’da yaşadıklarım,  Diyarbakır, Mamak ve Metris hakkında duyduklarım bir filim şeriti gibi aktı gözlerimin önünden.

Yine Kazacağız, yine Yazacağız”, 12 Eylül’ün ruhuyla hesaplaşma yalanını siyasal rantta dönüştürenlere, güzel bir  12 Eylül dersi olmuş.Kitabta  anlatılanlar 12 Eylül’ün ne menem bir şey olduğunu gösteriyor.

Sebahhattin 1987 yılında Erzincan’da başlattığı firar etme çalışmalarını kelimenin tam anlamıyla bir avuç insan (12  Eylül Darbesi’nden sonra cezaevlerinde yapılmış en büyük eylem olan Diyarbakı Cezaevi’nde kendini yakarak öldüren arkadaşların eyleminden sonra) esaret koşullarına başkaldırı olan en önemli eylemlerden birisini başlatıyorduk.Şiddet uygulayarak toplumsal muhalefetin bastırıldığı, sindirildiği böyle bir dönemde devrimci güçlerin moral bulmasına yol açarız. Cezaevlerindeki tüm şiddete ve yok etme politikalarına karşı bizim de kendi çapımızda vermiş olduğumuz bir cevap olur bu diye düşündüm.” diye tanımladığı şey sanırım sözünü ettiğim bu şey olsa gerek.Kitapta bu düşüncelerle özgürlüğe doğru yürüyüşün çetin mücadelesini anlatırken 12 Eylül’e  tanıklık ediliyor.

30 Ekim 2010

BirGün Gazetesi Kitap eki