PKK’nin bir ay uzattığı eylemsizliğin son günleri yaşanıyor. 31 Ekim’den sonra ne olacak sorusunun yanıtını herkes çok fazla merak ediyor. Ama gören göz, kılavuz istemez misali bir taraftanda olacaklar kestirilebiliniyor. Bu sorunun yanıtı, bu süreçte ne beklediğimizde gizli. Bir anlamda anayasa referandumunun sonuçlarının nasıl okunduğuylada doğrudan bağlantılı.
Kürt Sorunu’nun demokratik çözümü konusunda AKP hükümetinden siyasal açılım beklentisi Türkiye’nin siyasal gerçekliğiyle bağdaşmaz. Bu beklenti bugünkü siyasal koşullarda bizim siyasal bir temenimiz olabilir.Çünkü AKP hükümeti, Kürt Sorunu’nda demokratik çözümün önünü açabilecek adımların bir kısmını Kürt Sorunu’na yaklaşımından dolayı red ediyor.Bir kısmını ise, seçimlerden sonraya bırakıyor. Örneğinin anadilde eğitim konusunu grup hakları kapsamında olduğu için kabul etmiyor. Hiç bir kollektif hakkın tanınmasını en azından şimdilik akıllarının ucundan geçirmiyor. Bu yaklaşım Kürtleri, mümkün olduğu kadar en uzun vadede, en asgari haklara ve bu hakların da mümkün olduğu kadar içini boşartarak razı etme stratejisin bir parçasıdır. AKP’nin ve devletin genel yaklaşımı “Kürtler vardır, ama bireysel hakları vardır, grupsal hakları yoktur” bakışıdır.
Kürtlerin yeni anayasa taleplerini ise, seçimlerden sonra bırakma konusunda AKP oldukça kararlı yürüyor. Yeni anayasa konusunda en küçük hazırlık çalışmasına dahi yaklaşmıyor. Seçimler öncesinden böylesi bir çalışmayı kendisi için tehlike görüyor. Keza seçim barajı konusunda da benzer yaklaşım içersinde.
Bu süreçte hükümetin yapabileceği en hayırlı iş, son bir yıl içersinde zaman zaman öne çıkan diyalog ve müzakere sürecini daha ıstiklarlı bir hale getirmek, uzun vadede devreye sokulacak çeşitli politikaların toplumsal alt yapısını daha hazır hale getirme olabilir. Örneğin kimse tarafından bugüne kadar yalanlanmamış PKK lideri Abdullah Öcalan ile yapılan protokolle, devlet daha ciddi yaklaşabilir.Uygulamayacağı veya uygulayamacağı protokolun oluşmasına yanaşmazdı. Böylece var olan güvensizliğin daha fazla derinleşmesine hizmet etmeyebilirdir. Bu yolla Öcalan’nın “son dönemde çok sık dile getirdiği samimi bir yaklaşım görmek istiyorum” talebi karşılanabilirdi.
Bunu yapmak için AKP’nin Kürt hareketini oylama taktiğini terk etmesi ve çözümü, sorunun muhataplarıyla müzakerede görmesi gerekiyor. AK Parti, bunu yapmıyor veya yapamıyor.Çünkü, referandumda milliyetçi ve mukafazakar kesimden aldığı oyu genel seçimde korumak istiyor. Böylece önce Recep Tayyip Erdoğan’ı Cumhurbaşkanı, sonra da istediği gibi yeni anayasa yapacak. Yakın gelecekle ilgili siyasal stratejini, bütün bunları tek başına yapabilecek bir sayıya Meclis’te ulaşmak üzerinde kurmuş muhafazakar- milliyetçi bir kitle üzerinde oturan bir partinin, Kürt Meselesi gibi dokunanın elini yaktığı bir konuya radikal yaklaşım göstermesi beklenemez.
AK Parti gibi bir partinin radikal bir açılıma yapabilmesinin imkanları oldukça sınırlıdır. Bölgesel ve küresel gelişmeler AK Parti’yi fazlasıyla zorluyor, ama içerde AKP oldukça rahat.
Bu durumda çözümün önünü açacak olan, Fırat’ın doğusundaki siyasal dinamiye paralel, Fırat’ın batısında da radikal demokratik dönüş dinamiğinin gelişmesidir.
Eylemsizlik kararının sürekliliğini basıncı altına alacak olan da bu doğrultudaki gelişmele olabilir. Bir çok sivil toplum örgütünün bu doğrultuda geliştirdiği iradenin daha etkin, daha görünür kılınmasının yanı sıra bugüne kadar harekete geçmekte tereddüt edenlerin de harekete geçmesini sağlamak gerek.
18 Ekim’de Diyarbakır’da görülmeye başlayan KCK ana davasıda Türkiye muhalefet güçlerinin gösterdikleri dayanışma örneğini, Fırat’ın batısında da “Kürtlerin demokratik talepleri dikkate alınsın, seçilmiş ve siyasal iradeleri serbest bırakılsın” talebi ekseninde gösterildiği ölçüde çözüme yaklaşacağız. Bunun gerçekleşme olasılığı veya potansiyeli ise tek taraflı eylemsizliğin devamını sağlayacak en ciddi gelişmedir.
28 Ekim 2010