Pazartesi sendromu ve 20 Eylül

Birçoğumuz iki gün sonra neler olabileceğini merak ediyor ve kestirmeye çalışıyoruz. 20 Eylül Pazartesi, PKK’nin, tek taraflı olarak 7 kez ilan ettiği ateşkes veya eylemsizlik kararının 37. günü, yani son günü. Salı sabahı gözlerimizi açtığımızda kendimizi Temmuz sıcağında olduğu gibi şiddetli silahlı bir çatışmanın içerisinde bulabiliriz.

PKK’nin bu kararına rağmen, askeri ve siyasi operasyonlar durmadı. 37 gün içersinde elini tetikten çekmiş 20 HPG militanı ve 3 asker öldü. Ama bunlardan 9 PKK militanının ölümü çok daha sarsıcı oldu. Eylemsizlik kararının gereği olarak kalmakta oldukları yerlerinde arife günü, sanki eylemsizlik kararı almalarını ‘ödüllendirircesine’ öldürüldüler.

Bütün Kürt illerinde herkesin, nasıl yapılsa da, 20 Eylül’de eylemsizliğin devamı sağlansa, sorusuna yanıt aradığı bir dönemde 9 HPG’linin öldürülmesi fazlasıyla manidardır.

Türk aydınları bir koro halinde birçok olay sonrasında neden ve kim sorularını çok sık sorarken, bu kez nedense bu ve benzeri soruları sormak çok azının aklına geldi. Ya da çok azı bu türden soru sormayı ve yanıt aramayı anlamlı buldu.

Halbuki, tam da bu türden soruları sorulmanın ve yanıt aramanın zamanıdır. Çünkü bugüne kadar ilan edilen ateşkes veya eylemsizlik kararlarının devlet-PKK görüşmelerinin sonucu gerçekleştiği ilk kez bu kadar alenileşti.

Buna rağmen kim ve hangi nedenden dolayı, süreci provoke ediyor? Bunun açığa çıkarılması gerek. Bugüne kadar anlatılan sivil otoriteye rağmen askeri otoritenin askeri operasyonlara devam etmesinin artık imkanı yok. Çünkü sivil otorite, son YAŞ toplantısında istediği zaman ve konuda askeri otoriteye diz çöktürebildiğini bütün dünya aleme gösterdi.

Bu nedenledir ki, sivil irade isteseydi, eylemsizlik sürecinde askeri ve siyasi operasyonları durdurabilirdi. Hükümete rağmen askeri operasyon yapılıyor iddiasının gerçekle bir ilgisi kalmamıştır.

Tam olarak anlaşıldı ki, devlet görevlileri, hükümetin bilgisi dahilinde eylemsizlik sürecini inşa ediyor. Sonra, bunun kalıcılaşmasını sağlayacak adımlar atmak yerine, yeniden çatışmaların başlamasına yol açacak askeri ve siyasi operasyonlar yapılıyor.

Artık devletin bu yaz-boz taktiğiyle Kürtleri yormaya ve bitkin düşürmeye yönelik bir taktik savaşı sürdürdüğünden kuşkulanmamızı gerektirecek fazlasıyla veri bulunuyor.

Bir aydır, siyasi irade daha önceleri olduğu gibi eylemsizliği teşvik edecek en küçük bir şey yapmadığı gibi bir çift söz dahi etmedi. Siyasi iradenin bahaneleri bitmiyor. Seçim, referandum, toplumsal hassasiyet gibi bahaneler ileri sürülerek, tasfiye anlayışı gizliden gizliye sürdürülüyor.

Ne yazık ki, bu bahanelerin arkasına son dönemde liberal sol aydınlar da takıldı. Sanki seçimler, referandum ve toplumsal hassasiyet gibi bahaneler ve olaylar eylemsizlik kararı verenler için geçerli değil. Aynı şeyleri Kürt tarafının da ileri sürdüğünde ne olabileceğini kestirmek oldukça zor.

Tam da bu noktada, son bir haftadır demokrat aydınlardan ve birçok sivil toplum örgütünden yükselen ‘askeri operasyonlar durdurulsun’ sesleri, artık çift taraflı ateşkes için çağrı yapmanın ve sorumluluk almanını zamanının geldiğini gösteriyor.

Referandum sonuçları bütün boyutlarıyla dikkate alındığında Türkiye’nin Kürt meselesi yeni bir dönemin eşiğinde. Bu eşik askeri operasyonlar durdurulduğunda aşılacak.

Bu çerçevede Türkiye Barış Meclisi, 18 Eylül Cumartesi günü saat 12.30’da diğer STK’lerle birlikte Ankara’da kolej kavşağında toplanarak, ‘operasyon ve provokasyonlara rağmen tek taraflı çatışmasızlık halinin sürdürülmesi yönünde alınacak bir karar da, yakın zamanda görülmedik ölçüde binlerce sivil toplum kuruluşu aracılığı ile toplumun bağrından bir çığlık olarak fışkıran ‘silahların susması, ölümlerin son bulması, derhal barış ve çözüm tesis edilmesi’ talebinin etki ve gücünü mutlak olarak arttıracaktır’ çığlığını yükseltecek.

Barış ve çözüm isteyenler, 19 Eylül günü saat 13.00’te Kadıköy Tepe Nautilus’te, 78’liler Girişimi ve STK’lerin birlikte düzenlediği 12 Eylül darbesini protesto mitinginde Türkiye Barış Meclisi’nin ‘Askeri Operasyonlar Durdurulsun, Müzakereler Başlatılsın’ pankartının arkasında buluşuyorlar. Ankara’dan, İstanbul’dan yükselecek bu sese ses katmak, insanım diyen herkesin vicdani sorumluluğudur.

17 Eylül 2010