Fırsat, müzakere ve Demokratik Özerklik

Kürt sorununda, Diyarbakır’da 649 sivil toplum örgütünün ortak tutum almaları dönüm noktası. Daha sonra Türkiye’nin birçok metropol ilinde sendikalar, meslek odaları, demokratik kitle örgütleri ve yurttaş girişimleri konuya ilişkin geçmiş yıllarda yapılanlardan çok farklı içerikte ve yaygın bir biçimde basın açıklaması yaptılar. Bunlardan bazıları, ilk kez ve kurumsal tavır belirlediler.

Bu açıklamaların dikkat çekici bir başka önemli ortak noktası, son birkaç aydır kamuoyunda daha yaygın tartışılan çözümün muhataplarıyla diyalog kurulması ve müzakere edilmesi talebinin net ve ortak olarak dillendirilmesidir.

Özellikle de PKK’nin başka bazı gelişmelerin yanı sıra, bu çağrılara eylemsizlik kararıyla yanıt vermesinden sonra, bu talep ve fikir çok daha gür biçimde ifade edilmeye başlandı. İki gün önce gerçekleşen 1 Eylül eylemlerinin ve açıklamalarının ortak ve yeni talebi de budur.

Nitekim siyasi iktidarın da parlamento içi ve dışı partilerin de bir süre ana gündemlerini bu konu oluşturdu.

KCK Lideri Murat Karayılan, ‘Devlet, hükümetin bilgisi dahilinde önderlikle görüştü’ açıklaması sonrasında tartışma alevlendi. AKP Lideri ve Başbakan Erdoğan, önce bunu inkar etti. Bir süre sonra ana muhalefet partisinden ve hükümet partisinin yetkililerinden ‘devletin görüşebileceğine’ ilişkin açıklamalar geldi. Tartışma, ‘görüşülür ama niye görüşülür’e dönüştürüldü. Böylece partiler referandum öncesi milliyetçi hassasiyetleri okşayarak oy toplama yolunu girdiler.

Bir aydır süren eylemsizlik dönemi daha öncekiler gibi bu ve buna benzer tartışmalarla geçirildi. Eylemsizliği kalıcılaştıracak, PKK’yi buna teşvik edecek hiçbir adım atılmadı.

PKK’nin ilan ettiği eylemsizlik sürecinin sonuna iki hafta kadar bir zaman kaldı. Değişen en küçük bir şey yok. Hükümet, silahların kalıcı olarak susmasına yol açacak ve bu doğrultudaki eğilimleri güçlendirecek bir şey yapmaktan istikrarlı bir biçimde geri duruyor. Kaçan fırsatlardan ders çıkardığını gösteren iki laf dahi etmiyor.

Aksine sorunu aşayiş sorunu olarak ele almakta ısrar ediyor. Diyalog ve müzakere meselesini, Kürt hareketinin tasfiyesinde Öcalan’dan nasıl yararlanabiliriz mantığı ile tartışıyorlar. Diyalog ve müzakere konusuna ‘pazarlık etmeyiz’ gibi basit yaklaşım içindeler.

Abdullah Öcalan’ın 1999 yılında yakalanmasından sonra ortaya çıkan tarihsel fırsat da bu zihniyet nedeniyle doğru değerlendirilemedi. Eski üst düzey bir güvenlik yetkilisi, bir konuşmasında geçmişe ilişkin ‘Devlet, Öcalan’ın mahkemedeki savunmasına ve politika değiştirmesine güvenlik sorunu açısından baktı. Sorunun çözümü için ne türden katkısı olabilir sorusunu hiç sormadı, devletin bildik politikalalarına faydası hesap edildi. Ama süreç tersine işledi. Öcalan devletle ilişkisini gelecek hesabıyla kurdu’ değerlendirmesi yapmıştı.

Bugünkü sorunun esasını da bu anlayış oluşturuyor. Diyalog, tek taraflı bir dayatma ile sürdürülmeye çalışıldığı müddetçe sonuç almanın imkanı yok. Kürt açılımının, sorunun çözümüne hiçbir katkısının olmamasının bir nedeni de bu bakış açısıyla kurulan ilişkidir.

Şimdi bir fırsat daha anlamsız ve çözüme katkısı olmayan tartışmalarla kaçırılmamalıdır. Sorunun her düzeyde muhatapıyla kurulan diyalog, müzakere mantığıyla geliştirilmelidir.

Gelinen aşamada müzakere geliştirmenin zemini düne oranla çok daha fazla. Her şeyden önce toplumun geniş kesimleri demokratik çözüme daha yatkın. Yeter ki siyasetin aktörleri siyasal iradelerini adil çözümden ve onurlu barıştan yana yönlendirmeyi tercih etsinler.

Bugün müzakereyi, daha fazla kolaylaştıran bir başka önemli nokta ise, Kürt hareketinin ortaya attığı demokratik özerklik projesidir. Bu konuya ne derece önyargılardan, ayrımcılıktan ve milliyetçi ezberlerden uzak yaklaşılırsa diyalog ve müzakere sürecinin gelişimi de o derece hızlı ve sağlıklı olacaktır.

Demokratik Özerkliği, sadece Kürt sorununun çözümünün bir zemini olarak ele almak sınırlayıcı bir yaklaşımdır. Demokratik Özerklik esas olarak, demokratik Türkiye yaratmanın zeminidir. Buna ulaşmayı sağlayacak, Kürt sorununun muhataplarıyla diyalog ve müzakere sürecinin başlatılmasıdır. Bize düşen çözüm ve barış güçlerini bu doğrultuda seferber etme becerisi göstermektir.

3 Eylül 2010