Sağlı, sollu herkes, her kesim Kürt siyasetine bütün güçleriyle yükleniyorlar. Devlet, Kürt hareketini silah zoruyla teslim alma ve içerden parçalama yolunu çeyrek asırdan fazla bir süredir deniyor. Bu yöntemle sonuç alınamadığı ise artık ortaya çıktı.
Kürt mücadelesinin yükseldiği ilk yıllarda, Kürt siyasetini içerden fethetme çabaları entellektüel cenahta şiddet ve PKK konuları etrafında yürütülüyordu. Son dönemde ise bu, nitelik değiştirdi. Artık Kürtlerin yerine düşünme, önermede bulunma dönemi ve siyasal güç devşirme çabası başladı.
Fırat’ın batısında entellektüel camiada gelişen Kürtler ‘adına’ düşünme, Kürtler adına bir tür karar verme isteği, Kürtlerin ortaya attıkları önerilerine, geliştirdikleri politikalara karşı pozisyon almaya dönüştü. Çoğu zaman ‘ama bu zamanda böyle de konuşulur mu, şimdi bunun zamanı mı? Kürt siyasetçileri konuşurken toplumun (batının) hassasiyetlerini ciddiye almıyorlar, nerden çıktı demokratik konfedaralizim, demokrat özerklik Kürt Meselesi’ni çözmez, bu öneriyi Kürtlerin çoğu benimsemiyor gibi eleştiriler, yakınmalar dillendirildi.
Hiç kuşkusuz burada sözü edilen adaletten ve hakkaniyetten uzak, siyasi iktidara eklenmiş ve bütünüyle önyargılarla yapılan değerlendirme ve eleştirilerdir. Yani objektif olarak devletin Kürt hareketini ‘içten fethetme’ stratejisine hizmete dönüşmüş olanlar.
2007 seçimlerinden sonra bu türden yaklaşımlar ve çabalar çok daha yoğunlaştı. Seçimlerden sonra birçok akademisyen, ‘Kürtlerin temsilcisi yalnız ‘DTP değil, AK Parti de Bölge’den ciddi oy aldı, o da Kürtleri temsil ediyor’ tezini savunmaya başladılar. Bugün olduğu gibi o gün de AK Parti’nin Kürtlerin kimlik sorunlarının çözümü için bir şey önerip, önermediğine bakmaksız bu görüşü savundular. Bu görüşün yaygınlaşmasından cesaret alan AK Parti, biraz da seçimlerden elde ettiği başarının sarhoşluğuna kapılarak, hızla DTP’yi ötekileştirmeye çalıştı.
AK Parti’ye uyarı çimdiği atan aydınalar, buldukları her fırsatta Kürt demokratik siyasetine çuvaldız batırmada hiçbir beis görmüyorlar. AK Parti’nin yanlışlarını ve AK Parti tarafından yükseltilen ırkçı ve ayrımcı davranışları anlamaya çalışanlar, Kürtlerin yanlışları üzerinde tepiniyorlar. Şeş TV’i meselesi, Meclis’ten çekilme tartışmaları, Ergenekon meselesi bunlara tipik örnektirler.
Ama en acımasızı, en hakkaniyetsizi, en fütursuzu anayasa değişikliği tartışmasında yapıldı, yapılmaya devam ediliyor. Kürt siyasetçileriyle ötekileştirilerek kurulmak istenen ilişkide bazen savcı ve hakimlerin rolünü de üstlendiler.
BDP’yi boykot tavır nedeniyle, nefret, kin ve küçümseyen bir dille yerden yere vuran ‘demokratlar aydınlar’, AK Parti’nin BDP’yi, ırkçı MHP ile ve statükocu CHP ile ruh üçüzü ilan etmesine yüksek sesle karşı çıkmadılar. AK Parti’nin BDP’yi ırkçı ve Türk milliyetçileriyle birlikte anması, Ergenekon’un avukatıyim diyen parti ile birlikte göstermesi hiç mi vicdanlarını sızlatmıyor.
Referandum sürecinde BDP ile görünmemeye özen gösteren ve onun taleplerine kulaklarını kapatan AK Parti’nin BDP’ye kendilerini destekleme çağrısı yapması hangi adalet anlayışıyla açıklanabilir. AK Parti’nin (başka seçeneğimiz yok yaklaşımı nedeniyle) yanlışlarına aşırı tolerans gösterenlerin, BDP söz konusu olduğunda birer canavar kesilmeleri manidar değil mi? Daha doğrusu bu tutumu muktedirin, muktedirliğinden faydalanarak hayata tutunmak değil midir?
Dün Yasemin Çongar’ın yaptığı gibi, DTK Eşbaşkanı Ahmet Türk’ün boykot konusundaki bireysel görüşüyle, sözcülüğünü üstlendiği topluluğun ortak iradesi arasındaki farklılık üzerinden Kürt siyasetini eleştirmek neye hizmet edebilir ki. AK Parti’den isteyemediğini Kürtlerden istemek ne derece adaletli bir şeydir.
Türk siyasetçileri, aydınları, gazetecileri, Kürtlerin iradeleriyle empati yapmaya başladıklarında gerçek demokrat olma yoluna girecekler. Uzaklaştıklarında da muktedirlerin suretleri olmaya devam edecekler.
27.08.2010