Özerklik, Olanaklar ve riskler

Demokratik özerklik talebi, Demokratik Toplum Kongresi’nin (DTK’nın) 26-29 Ekim 2007 tarihlerindeki 2. toplantısında kararlaştırdı. Demokratik Özerklik önerisi, DTK’nin 4. Toplantısı sonrasından yeniden yoğun tartışmaya yol açtı. Tartışmanın fitilini ateşleyen, Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir’in, 10. Munzur Kültür ve Doğa Festivali’nde, ‘Kürt Sorunu’nda Muhataplık Sorunu ve Çözüm Önerileri’ panelindeki konuşması oldu. Baydemir’in, demokratik özerkliği anlatırken kurduğu “Belediye binamızın önünde, ay yıldızlı Türk bayrağımızla, sarı, kırmızı yeşil Kürdistan bayrağımız dalgalansa ne olur” cümlesi tepkilere yol açtı. Hükümet sözcüsü Cemil Çiçek, Baydemir’e terbiye sınırlarını zorlayan laflar etti. Tunceli Cumhuriyet Savcılığı, Baydemir hakkında soruştırma açtı; İçişleri Bakanı iki müfettiş görevlendirdi. Medya, tartışmayı bayrak meselesine indirgeyerek toplumsal hassasiyeti kaşıyan ve kışkırtan haberler yaptı. Baydemir’in söylediklerinin hiçbiri yeni değildi. Bunlar, kelimesi kelimesine 2007 Ekimi’nde yayınlanan, demokratik özerklik projesinin anlatıldığı Siyasal Tutum Belgesi’nde yer alıyor.

 

SİYASİ TUTUM BELGESİ VEYA DEMOKRATİK ÖZERKLİK NEYİ İFADE EDİYOR?

Her şeyden önce dört köşeli, netleşmiş bir öneri söz konusu değil. Ancak, çok sıkça sorulan “Kürtler ne istiyor?” sorusuna yanıt veren, Kürtlerin önemli çoğunluğunun desteklediği bir proje genel hatlarıyla tartışılmaya açıldı. Kürt hareketinin bu projesi dışında, Kürtler tarafında dillendirilen başka bir projenin varlığı da bilinmiyor. Açılım projesinin, Kürtleri AKP’lileştirmek ve Kürt hareketini elimile etmek olduğu ortaya çıktıktan sonra devletin de, herhangi bir yeni projesi kalmadı.

 

DTK’nın 4. Toplantısı’nda bir kez daha ifade edildiği gibi bu proje, devletin idari ve siyasal olarak yeniden düzenlenmesini amaçlıyor. Merkezi devlet yönetimi anlayışı ve yapısı yerine, adem-i merkeziyetçi yönetim ve devlet anlayışının geliştirilmesi hedefleniyor. Bu düşünce, Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren merkezi idarenin elinde toplanmış olan yetki ve sorumluluğun seçilmiş yerel yönetimlerle paylaşılmasını içeren yerinden yönetim anlayışı olarak, özgürlükçü ve eşitlikçi sosyalistlerin yıllardır savuna geldikleri bir anlayıştır. Yani demokratik özerklik bir anlamda yasama ve yürütmenin yerelleşmesidir. Merkezi yönetimin tekelinde olan söz, yetki ve kararın, halk kitlelerine genişlemesidir. Bu nedenle, halk kitlerinin siyasal iradelerinin geliştirilmesini ve yönetime yabancılaşmayı engellemeyi, anti-demokratik, baskıcı yönetim anlayışına ve devlet yapılanmasına son vermeyi çoğulcuğunun gelişmesini ve güçlenmesini amaçlayan bir projedir.

 

Bu projenin uygulanması yasalarda, anayasada köklü değişikliği ve devletin radikal demokratik bir biçimde yeniden yapılandırılmasını gerektiriyor. Kültürel, sosyal, siyasal ve kısmen hukuksal çokluğu ifade eden demokratik özerklik, esas olarak tekliğin reddi, çoğulculuğunun kabulü üzerine inşaa edilebilir.

 

DTK 4. Toplantısı, öneriyi sonuç bildirisinde şöyle ifade etmektedir;

Özerkliğin ne bağımsızlığa giden yolda bir ilerleme, ne de devletin yereldeki uzantısı olduğunun altını çizilen kongrede, konuya ilişkin şunlara vurgu yapıldı: “Ayrı bir devlet ve iktidar paylaşımını içermez, devlet artı demokrasi formülüne dayanır. Merkezi devletle yerel devlet ilişkisi gibi değildir. Devletin demokratik yapıya duyarlı olmasını sağlayan bir ilişki biçimidir. Demokratik özerklik, birbirinden farklı topluluk veya kültürlerin kendi haklarında kendilerinin karar vermeleri, kendilerini kendilerinin yönetmesi ve bundan sorumlu olmalarıdır.” Bu tarif bize üzerinde tartışabileceğimiz bir zemin sunuyor.

 

TARTIŞAMIYORUZ

Önerinin ne olduğu anlaşılmadan önyargılarla tartışılması, artık sadece çözümsüzlüğün devamına yol açmıyor. Aynı zamanda zihinsel ayrışmaya ve toplumsal kesimlerin karşı karşıya gelmesine yol açmaya başladığını Hatay Dörtyol’da ve İnegöl’de olanlar gösterdi.

Dün olduğu gibi bugünde tartışmayı, üniter devlet, İstiklal Marşı ve bayrak gibi simgesel konular etrafında sürdürmek, bizi ilerletmiyor ve tartışmayı sonuçlandırma imkânı bırakmıyor. Bu konular üzerinde toplumda yaratılan korkular ve hassasiyetler aşılmadığı sürece, çözümü konuşmak mümkün olamıyor. Bu nedenle tartışmayı yürütenlerin, siyasetin dilinin, toplumu nasıl zehirlediğini ve kışkırtığını dikkate almak durumandalar. Ne yazık ki zaman, mekân ve dil çoğu zaman içeriğinin önüne geçebiliyor.

Son üç yıldır dile getirilen demokratik özerklik projesini ana akım medya ve demokrat geçinen kadrolu televizyon yorumcuları, Kürtlerin ‘yollarını ayırmaya’ çalışması olarak değerlendirdiler. Halbuki, Tarhan Erdem’in 5 Ağustos 2010 tarihinde köşesinde yazdığı gibi “Kürtlerin demokratik özerklikte ısrar etmelerini birlikte yaşamak istemelerinin bir kanıtı” olarak değerlendirmeye fazlasıyla müsaait bir durum söz konusu.

 

DEMOKRATİK ÖZERKLİĞİN İNŞAASI

Aslında Diyarbakır’daki toplantıdan demokratik özerkliğin ilan edilmesini bekleniyordu. Çıkan karar, özerkliğin inşaası oldu. Yani Kürt hareketi, demokratik özerkliğin yasal, anayasal ve toplumsal altyapısını oluşturmayı ve küçük küçük deneyleri biriktirerek demokratik özerkliği gerçekleştirmeye yöneldi. Bir taraftan devleti zorlarken, diğer yandan bu konuda toplumu ikna etmeyi ve kendi örgütlenmesini yaratmayı ve yaygınlaştırmayı hedefledi. Özerklik uygulamaları ve bu uygulamaların yasal, anayasal güvenceye kavuşturulması mücadelesini birlikte yürütme kararı verdi. Bunun söylendiği kadar kolay ve basit olmadığı ise bir gerçek. Bu noktada işlerin daha fazla çetrefilli hale gelmesi, toplumsal gerilim ve çatışmanın gelişmesi Kürt Sorunu’nun çözüm iradesinin toplumsal tabana yayılmasıyla engellenebilir. Bu durumun ortaya çıkardığı risk artık toplumsal olarak taşınamıyor. Bu noktada Kürt Sorunu’nun çözümü için şu veya bu talebin dillendirilmesinden önce sorunun mutaplarıyla müzakere edilmesi talebini öncelemeyi gerekli kılıyor.

DTK, sonuç bildirisinde “DTK, demokratik, kültürel ve siyasal çoğulculuk, toplumun kendini yönetmesi, varlığını kendi imkânlarıyla sürdürmesi ve kimliğini korumasını da temel hedef olarak görüyor. Bu dönüşümün yasal ve meşru mücadelesi içinde, tüm farklılıkların kendi öz yönetimlerini, örgütlülüklerini ve özerkliklerini yaratmaya esas alan DTK, yasal, Anayasal kabuller etrafında şekillenecek bu süreci, halkların eşit-özgür birlikteliğinin teminatı olarak görüyor. ‘Demokratik Anayasa Hareketi’ni yaratarak 12 Eylül Anayasası’nı değiştirmek esas görevimizdir’ diyen DTK, “Devletin çözüme gelmemesi, kendi çözümümüzü geliştirmenin önünde engel değildir. Radikal dönüşümlerle toplumsal demokrasimizi kurdukça, devlet demokratik dönüşüm sürecine zorunlu olarak girecektir” diye ifade edilen görüşleri sosyalit sol, Türkiye’nin demokratik dönüşümü sağlayacak bir fırsat olarak değerlendirmelidir. Projenin çok yönlü gelişmesine hizmet eden bir tartışma sürdürmek ve demokratik özerklik projesine Kürtler dışındaki toplumsal kesimlerin ikna edilmesi için çaba göstermek öncelikle sosyalist solun sorumluluğudur.