1990’lü yılların ortalarında Ali Kırca’nın Siyaset Meydanı isimli televizyon programında ne zaman Kürt sorunu veya savaş konusu konuşulsa en hararetli tartışma; ‘PKK’ye terör örgütü’ diyor musun, demiyor musun ya da PKK eylemlerini kınıyor musun, kınamıyor musun konusunda oluyordu. Tartışmanın tansiyonunu yükseltmek isteyen, hemen bu ve buna benzer soruları ortaya atarak ortamı provoke ederdi. Bu sorular kısa süre içinde basının klasik sorusu oldu. Özellikle İHD yöneticileri ve Kürt siyasetçiler bu türden sorularla köşeye sıkıştırılmaya çalışılıyordu.
Bu yıllarca sürdü. Bir süre sonra bunun anlamsızlığı ve beyhude çaba olduğu görüldüğünde bu tartışmanın ateşi de düştü. Ta ki 2007 milletvekili genel seçimleri sonrasında kadar.
2007 seçimlerinden kısa bir süre sonra Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, DTP yöneticilerine yönelik ‘önce törörle, şiddetle aralarına mesafe koysunlar sonra görüşürüm’ politikasıyla bu tartışmayı Meclis’e taşıdı. Parlamenter zeminde siyaset yapma, iradelerini yok sayma yoluna girdi. DTP milletvekillerine oy vermiş olan seçmeni, çokça lafını ettiği milli iradenin bir parçası olduğunun inkarına çalıştı.
2009 yerel seçimlerden sonra bu tutumunu kısa süreliğine de olsa terk eden Başbakan, bir yıl önce BDP ile resmi görüşmeler yaptı. Söylediklerini unutuverdi.
Son dönemde ise aynı söylemleri, saldırıları yinelemeye başladı. Başbakan BDP’lileri ve Kürt siyasetçilerini Türk milliyetçilerinin, statükocularının hedefi yapma yoluna yeniden girdi. Son bir aydır, salı günleri, Meclis grup toplantılarında adeta Yargıtay Başsavcısı’na görev hatırlatması yapıyor. BDP’yi mesnetsiz yere suçluyor. Beceriksizliğinin ve başarısızlığın günahını Kürt siyasetçilere çıkarmaya çalışıyor. Millet, salı günleri Meclis televizyonunda çaresiz Başbakan’ın çırpınışlarını ve saldırganlığını izliyor.
Artık sınır aşıldı. Başbakan’ın açtığı yoldan yürüyen AK Parti’nin bozkurtu Kürşad Tüzmen, BDP yöneticilerini kışkırtmaya, provokasyona getirmeye çalışıyor. Ağzından çıkanı kulağı duymuyor. Daha önce de Kürt siyasetçilerine şerefsizler deme cüretini gösteren bu zat, iki gün önce bayrağın arkasına gizlenerek, yine ‘şerefsizler’ sözünü kullanarak, referandum öncesi ve Kürt sorununun askeri yöntemlerle çözümünün mümkün olmadığının yaygın bir biçimde konuşulduğu bir dönemde, tartışmayı ve kamuoyunun ilgisini başka taraflara çekmeye çalışıyor.
Tüzmen’in aynı sözlerinin bir süre önce Meclis’te yarattığı gerilimin sonuçlarını umursamayanların, bu sözler karşısında sessizliklerini korumaları bu provokasyondan yarar ummalarının bir sonucu olabilir mi?
Kürt alerjisiyle tanınan bu milletvekili, sıradan bir kişi olsa bu sözleri üzerinde fazla durmaya gerek duymazdık. Kendisi iki dönem bakanlık, bir dönem genel başkan yardımcılığı yapmış AK Parti’nin etkli isimlerinden biridir. Bunu, 2005 yılında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ‘Kürt sorunu benim de sorunum’ sözlerine karşı AK Parti’nin derin devleti Cemil Çiçek ve dönemin İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu ile birlikte bayrak açmasının sonrasında olanlardan biliyoruz. Bu ekibin parti içinde örgütlediği tepki sonucu Başbakan, Kürt sorunu tanımlaması yaparak işe başlamanın yanlış olduğunu bizzat gazeteci Cengiz Çandar’a söylemiştir.
Tüzmen’in dış ilişkilerden sorumlu bir AK Parti yetkilisi olarak, Kürt açılımına karşı direnci nedeniyle görevden alınmış olması ne yapabileceğine ilişkin işaret veriyor.
Kürşad Tüzmen’in bu çıkışının Meclis’te kavga çıkartma dışında bir amacı olduğunu söyleyebilmek için bu ülkede yaşayan herhangi bir Kürt yurttaşın Türkiye bayrağına yönelik karşıt bir yaklaşım içersinde olduğunu kanıtlamak gerek.
Meclis’teki bu provokatör dizginlenmediği koşullarda olabilecekleri kimsenin hesap edebilmesi mümkün değildir. Tarihte çok derin izler bırakmış birçok olayın, bir densizin ettiği laflar nedeniyle alevlendiğini akıllardan çıkarmamak gerek.
23 Temmuz 2010