Hafta başından itibaren bölge illerinde sivil toplum örgütleri, toplumu derinden sarsan şiddetin nasıl ortadan kaldırılabileceğine ilişkin yol gösterici açıklamalar yaptılar. Bu açıklamalar Kürt Sorununda yeni bir döneme girildiğinin ciddi emarelerini sunuyor.
Açıklamalar, AK Parti Hükümetine karşı, Kürtlerin son bir yıldır ciddi güvensizlik içine sürüklendiğini vurguluyor. Bu güvensizliğin kaynağını, bir yıldır Kürt Açılımı’yla ilgili en küçük bir somut adım atılmamasının oluşturduğu net bir biçimde belirtiliyor.
Bu nedenle de açıklamalarda, hükümetin çözüme dönük somut adımlar atması öncelikli bir istem olarak dillendiriyor.
Hükümet çevreleri açıklama yapılmadan önce basın aracıyla, tek taraflı bir çağrı yapılması için çaba gösterdi ve beklenti yarattı. Ama bu gerçekleşmedi, yüzlerce sivil toplum örgütü ilk adımın hükümetten gelmesini istedi.
Pazartesi günü Diyarbakır’da yapılan açıklamayı diğer illerinde sahiplenerek yaygınlaştırılması, ortaya konulan çerçevenin Kürtlerin geniş kesimleri tarafından da kabul gördüğünü gösteriyor.
Sivil toplum örgütlerinin basın açıklamalarında şöyle bir çerçeve ortaya koydular:
‘…Tüm bu gelişmeler toplumda barışın geleceğine dair güven ortamını zedelemiştir.
Her türlü operasyonlar durmalı, PKK eylemsizlik kararı almalıdır.
Kürt sorununun çözüme kavuşması ve ülke insanlarımızın birlikte ve barış ortamında yaşamasını sağlamak için, çözümünde etkin rol alacak bütün dinamikler sürece müdahil edilmelidir.
Hükümeti, Muhalefet Partilerini, TBMM’yi ve devletin tüm kurumlarını Kürt Meselesinin demokratik çözümünün anayasal zeminini hazırlama sürecini başlatmak için eksiksiz bir irade koymaya, Kürt meselesinin çözümünde tüm tarafları ve dinamikleri yok sayan yaklaşımlardan vazgeçmeye davet ediyoruz.’
Bu çerçeve iki şeye işaret ediyor. Birincisi Kürt hareketinin yeni bir açılım yapması veya Kürtlerden yeni bir adımın gelmesi için hükümet tarafından Kürtlere karşı iyi niyet göstergesi sayılacak bir adımın atılmasının zorunluluğu. İkincisi, Kürt Sorunu’nun muhataplarını yok saymanın veya tasfiyeye yönelmenin sonucunun büyük bir yıkıma yol açtığıdır.
Bu iki vurgu aynı zamanda Türkiye’yi şiddet sarmalından çıkaracak politikanın zeminini sunmaktadır. Fırat’ın doğusundan yükselen bu sese Fırat’ın batısından güçlü katılım, gençlerin ölümünün önüne geçecektir.
Yani İstanbul’dan, Ankara’dan, Bursa’dan Samsun’dan Trakya’dan bugüne kadar ‘ölüm değil çözüm istiyoruz’ ekseninde yükselen barış çağrılarının yerini, artık ‘silahlar susmalı, muhataplarıyla müzakere edilmelidir’ almasının zorunluğunu ortaya koymaktadır. Bu gün ‘silahlar sussun’ vurgusu öne çıkan çağrıların hükümetin değirmenine su taşıma anlamına gelmektedir.
Tek taraflı dayatmalarla diyalog zeminini tahrip etmenin bedelinin çok ağır olduğu son yaşananlar bir kez daha göstermiştir.
Bugün barış veya çözüm istemi, son yaşanan tıkanıklığın analizinden çıkarılacak politik dersler üzerine oturtulmak zorundadır. Bir yıldır yaşananlar göstermiştir ki hükümet müzakereyle değil, tek taraflı dayatmalarla, içi boşaltılmış ve bir oyuna dönüşmüş çalıştaylarla sorunu çözümsüzlüğe mahkum etmeye çalışmaktadır.
Çözümün anahtarının müzakere olduğu görülmüştür. 30 yıldır denenmeyen tek yol müzakeredir. Bölgenin sivil toplum örgütleri bu denenmeyen yolun denenmesini istiyorlar. Müzakereden imtina eden, çözümsüzlükte ısrar etmekten başka bir iş yapmıyor demektir.
Müzakere sürecinin çözümünün Öcalan’ın avucunun içinde olduğunu topluma anlatmaya cesaret edemeyenlerin, Kürt Sorunu’nun demokratik çözümüne bir katkısı olamayacaktır.
Fırat’ın batısına bunu anlatmanın bedelini ödemeye cesaret edemeyenler, gençlerin ölümüyle Türkiye’nin daha ağır bedel ödemesine yol açıyorlar. Daha fazla ve ağır bedel ödemek için müzakere kaçınılmazdır.
.
02 Temmuz 2010