AK Parti’nin Kürtlere tezgahı

Salı günü partisinin Meclis grubunda konuşan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, yakındığı Yargıtay Başsavcısı’nı, adeta BDP hakkında soruşturma açması için göreve çağırdı. Başbakan, BDP’yi sadece Yargıtay Başsavcısı’na hedef göstermedi, aynı zamanda BDP’yi saldırıların da hedefi haline getirdi. Başbakan’ın bu konuşmasından sonra hiç kuşku yok ki, Yargıtay Başsavcısı en kısa sürede BDP ile ilgili Anayasa Mahkemesi’ne kapatma istemli davası açacaktır.

Anayasa Mahkemesi’nden dertli Başbakan, Kürt sorunu söz konusu olduğunda kapısını çalıyor. Sonra da parti kapatmalara karşı olduğunu vaaz ediyor, buna da inanılmasını bekliyor.

Daha önce de DTP hakkında benzer sözler sarf eden AK Parti yetkilileri, partinin kapatılmasına yol açan süreci başlattılar. En sonunda Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek’in, İskenderun’da Anayasa Mahkemesi’ne bir anlamda çağrıda bulunmasıyla iki yıldır bekletilen DTP davası, yirmi gün sonra kapatıldı.

Kürt açılım’ının hoş bir sedaya dönüştüğü ve çatışmaların yoğunlaştığı bir dönemde Başbakan’ın bu sorumsuz ve fütursuz davranışının bir izahı olmalıdır.

AK Parti’nin, açılım diye kamuoyuna sunduğu projesinin, Kürt hareketini tasfiye etmek ve Kürtleri AK Partilileştirmek üzerine oturtulduğu anlaşılıyor.

Bir yıl önce açılım sözlerinin edilmeye başlamasının hemen akabinde demokratik Kürt siyasal aktörlerine KCK operasyonları adı altında ilk kez operasyon yapılmaya başlanması bir tesadüf olamaz.

Keza açılım sürecinin tıkanması üzerine Barış ve Çözüm grubu olarak 34 Kürt’ün kendi topraklarına dönmesinden altı ay sonra, ‘sanki neden geldiniz dercesine’ yasadışı örgüt üyeliğinden dava açılmasının ‘gelmeyin’ demekten ve dağda siyaset yapma yerine düzovada demokratik siyaset yapmak istemeyi cezalandırmaktan başka ne anlama gelebilir ki.

Yine yerel seçimlerin hemen arkasından, Fırat’ın doğusunda yerel yönetimlere karşı tutuklama furyasının başlatılması ve bunun yerel seçimlerde önemli katkısı olan bazı parti yöneticilerini kapsar halde yapılmasının bir anlamı olsa gerek.

Sözü uzatmanın anlamı yok. Başbakan sandıkta yenemediklerine karşı, açılım adı altında yeni bir taktik öne sürdü. Kendini hem bir kısım Kürtler hem de derin devlet kurumları nezdinde böyle cazip hale getiriyor.

AK Parti, devletin kimi kurumlarına karşı Kürtlerin temsilini elde ederek kendini korumaya çalışıyor. Yani Kürt hareketini, Kürtleri temsil etme noktasından uzaklaştırarak kendini koruyabileceğini düşünüyor.

Bunun için Kürtlere tuzak kuruyor. Provokasyon yapıyor. Kürtlerin demokratik siyasal zeminden dışlanması için büyük gayret gösteriyor. Şiddetin Kürtlerin yaşamlarında çıkmasının fırsatı sayılabilecek her şeyi rahatlıkla elinin tersiyle geri itiyor.

Daha dün Diyarbakır’da çözüm ve barışı savunmak için gelenler, mahkeme karşısına çıkarıldı ve 10 kişi tutuklandı. Nedamet getirmeden siyasal amaçlarını demokratik zeminlerde gerçekleştirmek isteyenlerin tutuklanması ve yargılanmasına devam edilmesi, demokratik yolların Kürtlere kapalı olduğunun kanıtı sayıldığı ya da böyle algılandığı sürece Kürtlere kurulan tuzaktan şiddet ve çatışma çıkmaktadır. Çatışma, şiddet ve ölüm. Ölüm ise, ırkçı ve milliyetçi tepkileri kışkırtıyor.

Demokratik zeminleri Kürtlere hangi yol ve gerekçeyle olursa olsun kapatan hükümet, Kürtleri çözümü Ankara’da değil başka yerlerde ve zeminlerde aramaya itmekte.

Hükümet, şiddet sarmalındaki Kürtleri, AK Partilileştirmenin daha kolay olduğuna inanmış olmalı ki, ölümlerin ve gerilimin artmasını en azından bizler kadar önemsemiyor. Bu nedenle de söylediği sözlerin Türkiye’yi nereye doğru sürüklediğini düşünerek etmediği anlaşılıyor.

Başbakan aynı konuşmada ‘Biz susacağız eserlerimiz konuşacak’ sözlerini de sarf etti. Ama unuttuğu eserlerinin arasında ölü binlerce gencimizin de olduğu gerçeğidir. Bu gerçeklik görülmediği sürece silahlar susturulamıyor.

18 Haziran 2010