AK Parti, bölgede etkili bir role sahip olmak için ‘Yeni Osmanlıcılık’ ekseninde politikalar izleyerek senaryolar uyguluyor. Davos toplantısında yaşanan ‘one minute’ krizinden sonra İsrail ile ilişkilerin eskisi gibi olmayacağı kanaati oldukça yaygınlık kazanmıştı.
Ancak, bundan sonra ticari ilişkilerin hızlı bir gelişme gösterdiği ortaya çıktı. Ortak askeri tatbikatların iptal edilmediğini ve savaş uçakları yapımına ve alımına devam edildiğini AKP yetkililerinin açıklamalarından Türkiye öğrendi. Aslında, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ABD Başkanı Barack Obama ile yaptığı telefon görüşmesinde ‘İsrail’in bölgedeki en önemli dostunu kaybetmek üzere olduğunu’ söylemesi her şeyi anlatmaya yetiyor.
AKP’nin, bölge devletlerinin ve halklarının haklı öfkesine neden olan, Gazze’deki İsrail işgal ve ambargosunun kalkmasında başı çekmek için İHH’nin yardım gemilerinin İsrail’e ulaşmasına elinden gelenin fazlasını yaptığını söylemek mümkün. AKP’nin farklı sivil toplum örgütlerine ve başka konulardaki benzer yardım faaliyetlerine karşı İHH’ye gösterdiği ilgiyi göstermemiş olması veya onları engellemiş olması onun ‘ayıbı’ ve tutarsızlığıdır. Yine başta gemide yer alacağını söyleyen AKP milletvekillerinin neden son anda katılmaktan vazgeçtikleri de önümüzdeki dönemde tartışılacak.
Ancak AKP’nin bu operasyona iyi hazırlık yapmadığı ortaya çıktı. Başka bir ifadeyle bu senaryonun hayata geçirilmesine karşı İsrail’in alacağı tutumu kestiremediği, birkaç günde yaşananlardan anlaşılıyor.
ABD’nin, Türkiye’nin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden İsrail’i kınama kararı çıkarmasını engellemesi ve genel olarak izlediği siyasetle AKP’nin kudretinin nereye kadar olduğunu gösterdi.
AKP’nin İsrail’i yeteri kadar tanımamasının bedelini Türkiye çok ağır ödedi. Türkiye’nin bu felaketin yarattığı toplumsal sorunlarla çok uzun süre boğuşacağı ise hesaba katılmamış. Esas sorun da burada başlıyor.
Başbakan’ın, ‘haydut devlet’ diye tanımladığı İsrail ile bir süre sonra askeri malzeme alımlarına, ortak askeri tatbikatlara, ticari ilişkilere devam edileceği kesin. Bu durumda haydut devletle bu ilişkilerin devam ettirilmesine ne denecek? Haydut devletle çıkar işbirliğini sürdürenler ne olmuş olacak? İsrail haydutluluğunda hemfikir olunabilinir de, ya gerisi? Bu türden sözler, bir süre sonra unutulacağı varsayımı üzerinden kullanılamaz.
AKP, beklemediği İsrail saldırısı karşısında o derece şoke oldu, ki bir noktadan sonra kontrolü elinden kaçırdı. Bunun en tipik örneğini Ömer Çelik’in AKP grubu adına TBMM’deki konuşmasında görmek mümkün. Çelik, yardım gemisine İsrail’in yaptığı saldırıyı TBMM’ye yapılan saldırı olarak tarif etti. Bu sözler sonuçlarının neler olabileceği kestirilemeyen yüksek perdeden sözlerdir. Daha açıkçası bu sözlerin sonrası İsrail’e savaş ilanıdır.
Buna benzer yaklaşımın sokakta ‘Ordu, İsrail’e, Ordu Gazze’ye’ talebine dönüştüğünün farkında olmayan iktidar, savaşçı duyguların güçlenmesiyle başına ördüğü çorabın da farkında değil. Bu sloganların yürüyüşler sırasında çok sık kullanılması tehlikenin boyutunu işaret ediyor. Sorunları savaşla, işgalle çözme zihniyeti kendini iç sorunlarda da yeniden üretiyor.
Nitekim İskenderun saldırısıyla İsrail saldırısını eşleştirme yaklaşımı, Aydın’da olduğu gibi gerilimlere, kavgalara yol açıyor. İç düşman yaratan zihniyeti besliyor. İsrail haydutluğuna karşı sözde mücadeleyi militarist zihniyetle sürdürmenin sonucu Türkiye’nin iç sorunları da derinleşiyor. İsrail hükümeti gibi militarizmle beslenmenin sonucu da doğal olarak farklı olmaz. AKP’nin bunun farkında olmadığını söyleyebiliriz. Bu krizde geriye kalan militarist ve milliyetçi tortu ise bu ülke için en büyük tehlikedir. İsrail’in saldırganlığı bahane edilerek militarizm körükleniyor. Haklı olmak bunun görülmemesine yol açmamalıdır.
4 Haziran 2010