Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, CHP Genel Başkanı ve ana muhalefet lideri Deniz Baykal’ın varlığına çok şükrediyor olsa gerek. Yedi yıldır Deniz Baykal ne yapsa, ne söylese, ne önerse Erdoğan’ın, dolayısıyla AK Parti hükümetinin önünü açıyor. Bir başka ifadeyle buna hükümeti ayakta tutan, ana muhalefetin güçsüzlüğü ve çapsızlığı diyebiliriz. Kitleler kötü veya kötünün iyisi tercihi ile baş başa bırakıldığında ne yazık ki çoğunlukla kötünün iyisini tercih ediyorlar.
Yedi senelik AK Parti tarihinde kritik konular etrafında süren tartışmalara ve saflaşmalara baktığımızda Deniz Baykal’ın bir kez bile olsun sorunları çözen, değişimi savunan, toplumun geniş kesimlerinin isteklerini kapsayan tavır takındığına rastlamak mümkün değil. Hoş Deniz Baykal yedi yıl önce de farklı değildi ya.
Haksızlık etmemek için belirtmek gerekiyor, Deniz Baykal yedi yıl içinde bir kez sorun çözücü ve pozitif bir politika izledi. 3 Kasım 2002 seçimlerinde milletvekilliği engellenen Recep Tayyip Erdoğan’ın siyaset yasağının kalkması için AK Parti’ye destek verdi. Yanlış anlaşılmasın bu desteği eleştiriyor değilim. Irkçılık, ayrımcılık ve savaş suçu gibi suçlar dışındaki hiçbir yasağı savunmayı doğru bulmam.
Çelişki, Erdoğan’ın yasağının kalkması ve başbakan olması için destek veren Baykal’ın daha sonra AK Parti’nin seçim dışı yollarla hükümetten düşürülmesi doğrultusundaki her türlü çabaya destek vermesi veya ön ayak olmasıdır.
CHP lideri Deniz Baykal’ın, yedi yıldır AK Parti’ye karşı izlediği politikada temel parametre olarak kullandığı AK Parti’nin İslami cemaatlerle ilişkisi ve siyasal kimliğindeki dini duyarlılıktı. Bu yeni bir şey değildi. AK Parti’nin kurucu kadrolarının siyasal geçmişleri ve çizgileri biliniyordu. Bunu bilerek Erdoğan’ı başbakan yaptı. Bu gün ise bunu politikalarının bahanesi yapıyor. Bu da Baykal’ın esas sorununun AK Parti’nin siyasal kimliği olmadığının kanıtıdır.
CHP kadrolarının ve liderinin esas sorunu benimsedikleri siyasette ve siyaset yapma tarzlarındadır. Bu politikalar ve tarz AK Parti’nin işlerini kolaylaştırıyor veya çoğu kez tersten AK Parti’nin siyasetiyle CHP’nin buluşmasına vesile oluyor.
Bilinçli okuyucularımızın da çok iyi bildiği gibi CHP, yıllardır temel siyasetini Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığını olduğu gibi koruyan statükoculuk üzerine kurmuştur. Bu da politika üretmeyi dışlıyor ve toplumsal gerilim ve kamplaşma yoluyla güç olmayı dayatıyor.
Hatırlayalım CHP bu nedenle son yedi yıldır bir çok konuda MHP’den en küçük farklı yaklaşım ortaya koymadı, çoğu kez onunla yarıştı, hatta geri kaldı.
CHP’nin statükocu ve Türk milliyetçisi politikalarından ürken kitleler AK Parti’nin ‘kendine demokrat’ yaklaşımının ürünü olarak gündeme gelen statükonun sadece yerinden oynatılması sonucunu doğuran ‘alaturka demokrasi’ anlayışının esiri oluyorlar.
Örneğin Deniz Baykal’ın, AK Parti’nin anayasa paketindeki yargıyla ilgili değişiklik önerilerini Salı günü Meclis grubunda söylediği ‘Bu değişiklikler Türkiye’nin temel bağımsız yargı, hukukun üstünlüğü anlayışını tahrip etmeye yönelik yeni bir zihniyetin ortaya konulması anlamına gelmektedir. Çağdaş demokrasilerde yargı fevkalade saygındır. Her yerde yargı siyasetin dışında kalır. Siyasetin emrine girmiş yargı adalet sağlamaz’ sözlerinin, Cumhuriyetin kurulduğu günden bugüne kadar geçen Türkiye gerçeğiyle hiçbir ilgisinin olmadığı yaşayarak, gözleyerek bilenlerin ve yargının siyasetin göbeğinde işlev gördüğüne tanıklık edenlerin bir bölümü, Türkiye’yi CHP’nin ve Yüksek Yargı’nın şerrinden korunmak için AK Parti’nin bu alanda yapmış olduğu iyileştirmenin uluslararası normlara ve kurallara uygun olmamasını önemsemeden destek veriyorlar.
Ya referandum sonucu ortaya çıkacak tablonun sonuçlarının şerrinden Türkiye nasıl korunacak? Türkiye Barış Meclisi’nin Çarşamba günü Barış İçin Demokratik Yeni Anayasa’ başlıklı basın toplantısında da sözünü ettiğim gibi AK Parti’nin, ‘ben yaparım olur’ anlayışıyla BDP’nin ve Kürt siyasetçilerin söylediklerine kulaklarını kapatarak gidilecek bir referandum sonunda, Fırat’ın batısında evet, doğusunda hayır çıkması durumunda ortaya çıkacak sorunların altında AK Parti’nin de CHP’nin de kalacağı kesindir. İşte CHP’nin ters politikalarla AK Parti ile buluştuğu zemin bu.
Bu sıkışmışlıktan, CHP’nin statükoculuğunun yarattığı korkuyla AK Parti’nin ‘ben yaparım olur’ dayatmacılığına boyun eğmemekle ve ‘demokrat aydınların’ Cumhuriyet duyarlığı ile ‘solun yakasına’ ilişmiş CHP ve Deniz Baykal ‘virüsünden’ kurtulmalarıyla çıkılabilinir. Demokratik değişimin gücüne statükoculuktan uzaklaşılarak varılabilir. Şimdi AK Parti’ karşı CHP’yi fazla eleştirmeyelim görüşü, AK Parti’nin ‘ben yaparım olur’una kan veriyor.
‘Demokrat aydınların’ fark edemedikleri bu olsa gerek.
2 Nisan 2010