Anayasa tartışması

AK Parti’nin hazırladığı 26 maddelik anayasa değişikliği taslağı tartışması Türkiye’de demokrasi konusunda turnusol işlevi görüyor.

AK Parti, Anayasa değişikliği paketini hazırlarken toplumsal ihtiyaçların önüne kendi ‘siyasal’ önceliklerini koydu. Böyle yaparak, toplumun çok geniş kesimlerinin eşitlikçi, özgürlükçü ve demokratik yeni bir anayasa yapılması talebinin gerçekleşmesini geciktiriyor ve Anayasa’da kısmi ‘iyileştirmeler’ yapmak yoluyla 12 Eylül Anayasası’nın esas felsefesini koruyor.

Üstelik yapılmak istenen değişikliğe demokratik nitelik kazandırmada önemli işlev görecek toplumsal katılım kanallarını genişletmeyi, var olanları işlevli kılmayı aklının ucundan dahi geçirmiyor. 7 yıldır birçok konuda yaptığı gibi ‘iyisini ben bilirim ve yaparım’ yaklaşımıyla taslağına destek arıyor.

Anayasa gibi temel belgelerin hazırlanmasında gerekli olan geniş kesimlerle ortaklaşmayı ve mutabakat arayışını MHP ve CHP ile sınırlı anladığı için de anayasal değişiklikleri statükonun sınırını fazla zorlamadan yapmaya çalışıyor.

Eşitlikçi ve özgürlükçü demokratik anayasa isteyen sendikaları, meslek örgütlerini, sivil toplum örgütlerini ve siyasi partileri sürece katmıyor, taleplerini dikkate almıyor.

Bu süreçteki bir başka tehlikeli yaklaşım, AK Parti’ye yönelik eleştiri yapan herkesin, statükonun devamını savunan ve bunu kendine öncelikli görev belirlemiş olan CHP, MHP ve Yüksek Yargı’nın tarafında gösterilmeye çalışılmasıdır.

AK Parti hükümetinin, herhangi bir anayasa değişikliğini tartışmaya dahi yanaşmayanlarla, eleştirel yaklaşanları aynı safta göstermesi demokrasiden nasiplenmediğinin göstergesi olsa gerek.

Statükocu geri güçlerle, yeni bir anayasa isteyen, demokrasinin sınırlarının daha fazla genişletilmesini isteyen ve toplumsal ihtiyaçları öne çıkararak hazırlanan paketi yeterli bulmayanları aynı kefeye koymak bir anlamda Anayasa değişikliğinden bir sonuç alamama riskini göze almaktır. ‘Yapıcı muhalefet’ yapacağız diyen BDP ile ‘değiştirtmeyiz’ diyen CHP arasındaki ayrımı görmeyen küçük hesaplar peşindeler.

Yoksa hafta başında 200 aydının, yazarın ve sendikacının, ‘Türkiye’nin yeni anayasa ihtiyacının tüm siyasi partiler, üniversiteler ve sivil toplum kuruluşlarının aktif olarak katılacağı bir süreç içerisinde hazırlanmasına ve TBMM’deki tüm partilerden, önümüzdeki genel seçimlerin daha demokratik koşullarda yapılabilmesi ve yeni Meclis’in daha demokratik ve adil bir temsil gücüne sahip olabilmesi için gerekli yasal ve anayasal değişiklikleri diyalog ve uzlaşma ortamı içerisinde gerçekleştirmelerini talep eden ve vurgulayan’ çıkışlarının, statükocu güçlerin AK Parti’nin Anayasa değişikliği yapmasına karşı duruşlarıyla paralel gösterilmeye çalışılması, Türkiye’nin demokratikleşmesini engelleme çabasıdır. Çünkü statükocu güçlerle mücadele ancak gerçek demokratikleşme isteyenlerin birlikte başarabileceği bir şeydir. Benim uygun gördüğüm kadar demokratikleşme ve değişim diyenler ise demokrasi cephesini zayıf düşürüyorlar.

AK Parti ve AK Parti’ye koşulsuz destek veren liberaller ve demokratlar bu eleştiriler karşısında ‘statüko mu, değişim mi’ ikilemi yaratmaya çalışıyorlar. Bu ikilemin kendilerine de kaybettirme riski içerdiğini göremeyecek kadar körler. Referandum sonunda statükonun yeniden iş başına gelmesini sağlayacak kadar büyük bir riski göze almanın eşiğinde.

Bu nedenle Türkiye’ye gerçek demokrasiyi layık görenler, BDP’nin ısrarla vurguladığı ve 200 imzalı bildiride belirtildiği gibi, seçim barajının kaldırılması ve parti kapatmanın zorlaştırılmasını Avrupa Konseyi Venedik Komisyonu Kriterleri çerçevesinde ve istisnai bir durum olarak düzenlenmeyi içeren bir paketle yeni, demokratik eşitlikçi, özgürlükçü bir anayasa yapmanın önünü açması için AK Parti’yi uyarmalılar. Değişim mi, statüko mu ikilemi sınırında tartışmak, fırsatların kaçmasına yol açacaktır.

Hem statükoya karşı durmak, hem de AK Parti’yi eleştirmek ve uyarmak neden mümkün olmasın? AK Parti’nin ve liberallerin ikileminin dışına çıkmayı başaranlar demokratikleşmenin önünü açacaktır. Şimdi esas tehlike AK Parti’nin çıktığı bu yolda yalnız yürümeye devam etmesidir. Başta Kürtlerin olmak üzere daha fazla eşitlik ve özgürlük isteklerine kulak kapatarak daha fazla demokrasiye ulaşılamaz.

25.03.2010