Diyarbakır’da ilk kez, Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi ve Demokrasi Platformu’nun 28-30 Mayıs 2005 tarihinde ortaklaşa düzenlediği ‘Ortadoğu’da Barış ve Halkların Barış Hakkı’ başlıklı konferansa katılmıştım.
Yanılmıyorsam bu yalnızca benim Diyarbakır’da katıldığım ilk konferans değildi. Aynı zamanda Abdullah Öcalan tarafından 1999 yılında ilan edilen tek taraflı ateşkes ve Demokratik Cumhuriyet yönelimi sonrasında yapılan uluslararası ilk konferanstı.
Son olarak da 27- 28 Şubat 2010 tarihlerinde, Demokratik Toplum Kongresi tarafından, yine Diyarbakır yapılan ‘Uluslararası Müzakere ve Çözüm Deneyimleri Konferansı’na katıldım.
Her iki konferans arasında geçen sürede yaşanan değişiklikler dikkat çekiciydi.
Son konferansın isminden de anlaşılacağı gibi Kürt sorunu yeni bir evreye girmiş. İlk konferansta daha çok çözümsüzlüğün yarattığı sorunlar, hak gaspları ve yaşanan acılar ve çözüm için var olan olanaklar tartışılıkken, son konferansta çözüm sürecinin nasıl gelişebileceği, derinleşeceği masaya yatırıldı ve bu konudaki uluslararası deneyimler konuşuldu. İlk konferansın üzerinden geçen beş yılın sonunda Kürt sorununun çözümünün nasıl olacağı konuşulmaya başlandı.
Bu nedenle de Güney Afrika Ulusal Kongresi (ANC) Temsilcisi ve Anayasa Yürütme Kurulu üyesi Hassen Ebrahim’in zorlu deneyimlerini aktardığı konuşma konferansın en fazla dikkatle dinlenen, heyecan yaratan ve ilgi uyandıran konuşması oldu.
Bir başka önemli noktaya ise Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eşbaşkanı Yüksel Genç konferansın açılış konuşmasında dikkat çekti.
DTK Eşbaşkanı Yüksel Genç açılış konuşmasında ‘Kürt sorunu artık yalnız Türkiye’ye ait değil, tüm Ortadağu’ya ait bir soruna dönüşmüştür. Bu sorun artık Irak’taki askeri varlığı nedeniyle ABD’yi, NATO’yu, Türkiye’nin aday üye olması nedeniyle AB’yi ilgilendiren bir sorundur. Kürt sorununu hiç kimse tek başına çözemez; bu sorun Kürt halkının özgür iradesi temelinde, bütün uluslararası demokratik güçlerin ortak katkılarıyla çözülebilir’ biçiminde ifade etti. Aslında bu tespit, çözümsüzlük siyasetinin sorunu getirdiği yeri işaret etmekteydi.
Ancak bunu gözden kaçıranlar ve bu belirlemedeki ‘Kürt halkının özgür iradesi temelinde’ vurgusunu dikkate almayanlar bundan rahatsız oldular. Sorunun uluslararası boyuta sıçratılmasının tehlikeli olacağına işaret ettiler.
Bunlardan biri de Cengiz Çandar’dı. Bu, bana beş yıl önceki konferansta Cengiz Çandar’ın ‘Ortadoğu’nun haritası değişiyor, Ortadoğu değişiyor, Türkiyeli Kürtler de, Irak’ta olduğu gibi bu değişimi gerçekleştiren küresel güçlerin yanında yer alırlarsa kazanırlar’ sözlerinin salondan aldığı tepkiyi hatırlattı. Beş yılda yaşanan bu değişimin nedenlerini anlamak çözümü kolaylaştıracaktır.
Bu konuda gazetemizin yazarlarından Veysi Sarısözen, çarşamba günü yazdığı ‘Uluslararası Konferans ve ‘Uluslararasılık’ Korkusu’ yazısında bu korkunun yersizliğine ve ne yapılması gerektiğine dikkat çekmişti.
Konferansta Kürt siyasetçilerin dilinin ciddi ölçüde değiştiğini gözlemledim. Kürtler kendi çözümlerini yaratmaya koyulmuşlar. Artık Fırat’ın doğusunda başka bir yaşam yeşermeye başlamış. Konferansta sıkça dile getirilen Fırat’ın doğusuyla batısı arasındaki algı farklılaşmasındaki açı büyüdükçe, Fırat’ın doğusunun zihinsel kopuşunun derinleştiğinin emaresini gördüm.
Üzülerek gözlemlediğim bir başka şey ise, Fırat’ın batısında yaşayanların, Kürtlerin yaşadıklarının h‰l‰ farkında olmadığı oldu. Konferansta bazı katılımcıların, Kürtlerin demokratik kazanımlarından ‘kırıntılar’ veya ‘bunun için mi savaşıldı’ biçimindeki küçümseyici yaklaşımları, bir dizi etik problemi gösteriyor. Bu türden yaklaşımları ucuz demokratlık olarak değerlendirdim hep oldum olası.
İki konferans arasında alınan yolu gösteren en önemli fotoğraf ise konferansın sonuç bildirgesini hazırlayanların birlikte verdikleri fotoğraftır. Heyette yer alan Leyla Zana’nın, Osman Kavala’nın, Cengiz Çandar’ın, Büşra Eraslan’ın, Osman Baydemir’in Yüksel Genç’in ve Doğu Ergin’in ortak fotoğrafı Kürt sorununun çözüm olanaklarının resmidir.
Kısaca iki konferans arasında hiç de az yol alınmadığını görmek beni mutlu etti. Emeği geçenlere ve hazırlayanlara teşekkür borcumu ödemek isterim.
5 Mart 2010