Bir hattadır Hatip Dicle’nin Diyarbakır 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde verdiği ifade üzerine kıyamet kopuyordu. Tartışılan Hatip Dicle’nin son yıllarda yargının ve hukukun ne derece siyasallaştığını göstermek amacıyla sarf ettiği sözleri oldu.
İki gün önce, bu tartışmanın tam ortasında Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner’in tutuklanmasını sağlayan Erzurum Özel Yetkili Savcısı Osman Şanal’ın ve özel yetkili 4 savcının yetkileri Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından kaldırıldı ve Osman Şanal hakkında suç duyurusunda bulunulmasıyla, Türkiye’nin gündemi değişti. Şimdi herkes Hatip Dicle’nin savını tekrarlıyor.
İki savcı üzerinden yürüyen tartışma ve yaşanan krizin Hatip Dicle’yi doğruladığı korkularında telaffuz edemiyorlar.
Adalet Bakanı, HSYK’nin yargıya müdahalesinde şikayet ediyor, yandaş basından sonra yandaş hakim ve savcıdan söz edilmeye başlandı. Hükümet de, yargı kurumları da yargı üzerindeki baskıdan şikayet ediyor. Yargı hükümet çatışması doruğa ulaştı.
HSYK’nin Şemdinli savcısını görevden ihraç etmesini sağlayan hükümetin Adalet Bakanı, bu kararı ‘yargıya darbe’ olarak yorumlama çelişkisini sergilemekte beis görmüyor.
Tuz kokmuş durumda ama taraflar, vatandaşın yargıya güvenmesini istemekten de kendilerini alamıyorlar. Ne kadar komik duruma düştüklerinin dahi farkında değiller.
Kılıçlar çekildi, hükümet kendine karşı direnen yargıyı alt etmek için tekrar anayasa değişikliğini gündeme getirdi. Adalet Bakanı HSYK yapısı ve yetkisini yeniden düzenlemek için anayasa değişikliğine gideceklerinden söz ediyor.
Bu kriz döneminde, AK Parti’nin ciddi her- hangi bir anayasa değişikliği yapabilmesi mevcut Meclis yapısıyla mümkün gözükmüyor.
Türban değişikliğine benzer yeni bir anayasa değişikliği macerası AK Parti’nin belki de sonu olabilir. Böylesi bir girişim Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya’nın hazırlığını yaptığı yeni bir kapatma davası hazırlığını hızlandırmaktan başka bir sonuç doğurmayacağı kesindir.
Başsavcı, HSYK kararı sonrasında yaptığı, ‘Barış ve Demokratik Çözüm Grupları’nın Habur girişlerinde ‘hakim ve savcıların ayarlandığı’ iddialarıyla ve Erzincan ve Erzurum adli tahkikatları mercek altına alıp, inceleme başlattığını’ açıklamayla bunun işaretini verdi.
Görüldüğü gibi taraflar birbirine ‘ayar vermeye’ dönük hamlelere hazırlanıyorlar.
Bu hamlelerde kim ne kadar başarılı olur pek bir şey söylemek mümkün değil ama AK Parti’nin ikinci kapatma davasından büyük yara alacağı kesindir.
Bu Meclis Ankara’daki krizi aşacak ve radikal demokratik değişim sağlayacak bir düzenleme yapabilme becerisi gösteremez. Radikal demokratik değişim perspektifinden uzak atılacak her türlü adımın demokratikleşmeyi kadükleştiren ve sadece AK Parti’nin önünü açan adımlar olduğu yakın tarihte görüldü.
Meclis’te çoğunluğa sahip olmanın ne yazık ki anayasa değiştirmeye tek başına yeterli olamadığı türban olayında anlaşıldı. Hele de gerilim ve çatışmaların daha da artığı ve seçimlerin konuşulduğu bir süreçte bu daha da imkansız hale gelmiştir.
AK Parti’nin yapabileceği, mevcut Meclis yapısında köklü değişikliğe yol açacak ve temsilde adaleti sağlayacak biçimde seçim yasasında değişikliğe gitmek, barajı düşürmek ve mümkün olduğu kadar kısa süre içinde seçimlere gitmektir. Çoğulcu ve statükoculuğun zayıflatıldığı Meclis’in oluşumuna ön ayak olmaktır.
Bunun için anayasa değişikliğine ihtiyaç yoktur. Türkiye’nin demokratikleşmesine ve değişimine seçim ve siyasi partilerden başlamaktan başka yol gözükmüyor.
Radikal demokratik değişimden yana siyasal güçlerin parlamentodan etkin ve adil temsilinin önü açılması ‘bu kayıkçı dövüşünün’ kolay son bulmasına yol açacaktır.
Tehlikeli olan AK Parti’nin paşalara yönetimi kendi eliyle teslim etmesidir. Erdoğan’ın, 28 Şubat’ta Necmettin Erbakan’ın durumuna düşmesi sadece AK Parti’ye kaybettirmeyecektir.
Başbakan’ın zamanından önce seçim olmayacak sözleri her geçen gün iyice hükümsüzleşiyor. AK Parti 22 Temmuz seçimlerinde olduğu gibi erken seçime sürüklendiğinde ise Türkiye bugünden daha iyi durumda olmayacaktır.
19 Şubat 2010