Ankara’daki kilitlenme ve yenilenme

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, toplumun geniş kesiminin kurtulmak istediği ve aynı zamanda bir dizi sorunun çözümsüzlüğünün kaynağı olan 12 Eylül Darbe Anayasası’nın yerine Meclis’in yeni anayasa yapma fırsatını kaçırdığından söz ediyor.

YÖK, üniversiteye giriş sınanlarının nasıl yapılacağına netleştiremiyor. YÖK’ün İmam Hatip Lisesi mezunlarına fırsat eşitliği sağlamak için ürettiği formüller, bir bir Danıştay’dan geri dönüyor.

İki ay önce hükümetin Kürt Açılımı’nı gözü kapalı destekleyen liberaller, artık açılımın seçim sonrasına kaldığından, ciddi bir adımın atılamayacağından dert yanmaya başladılar.

Yakında ikinci ayına girecek olan TEKEL işçilerinin ‘iş güvencesi’ istemli direnişlerini, BÜYÜK YALANLARLA dağıtmaya çalışan hükümet, çözmek için el attığı hiçbir sorunu çözüme kavuşturamıyor.

Terörle Mücadele Yasası mağduru 4000 Kürt çocuğunun durumu Türkiye’nin yüz karası olarak varlığını sürdürüyor.

Bunlara benzer birçok sorunu saymak mümkün. Bu sorunları çözmekle mükellef olan AK Parti hükümeti bu işlevini yerine getiremiyor. Aksine yeni sorunlar üretiyor. Hükümet ile diğer muktedirler arasındaki çatışma ve çekişme Ankara’ya kilitlendi.

Bu durum seçimlere kadar süreceğe benziyor. Ancak seçimlerin bu kilitlenmeyi gerçek anlamda aşacağı tartışmalı. Hatırlanacağı gibi 22 Temmuz seçimleri, cumhurbaşkanı seçimlerinde yaşanan çatışmayı aşmak amacıyla erken yapılmıştı. Hatta AK Parti, seçmenden yeni anayasa vaadiyle oy istemişti. Seçimlerde elde etmiş olduğu ‘büyük’ başarıya rağmen AK Parti hazırlattığı ‘sivil ve yeni anayasa taslağını raftan indiremedi.

Çünkü bir dizi sorunun çözümü Türkiye’nin radikal demokratik değişimini dayatmaktadır. Bunun toplumsal gücü açığa çıkartılamadığı sürece, rejim içi çatışmalar ve CHP, MHP ve AK Parti arasında yaşanan ‘kayıkçı dövüşü’ son bulamaz.

Türkiye’nin radikal değişiminin taşıyıcı veya en azından zorlayıcı toplumsal gücü, eşitlikçi, özgürlükçü ve enternasyonalist sol olabilir.

Sol bu güce, Kürtlerin, eşitlik ve özgürlük istemli mücadelesiyle, TEKEL işçileri gibi iş, aş, özgürlük mücadelesi verenlerle güçlerini aynı kanalda buluşturduğunda ulaşacak.

Toplumsal karşılığı olmayan sol siyasal güçlerin yan yana gelişinin tarihsel anlamı olabilir ama toplumun radikal değişimine yol açacak bir gelişme olamaz.

Bugün Kürt hareketi, toplumsal bir güce tekabül ediyor. Sol ise uzun bir dönemdir ‘kendinden menkul’ bir güç olmanın ötesine geçemedi. Bunun nedenleri üzerine son yirmi yıldır çok şey söylendi ve yazıldı. Sözün bittiği yer tanımı bu duruma cuk diye oturuyor.

Solun toplumsal hayatta güç olabilmek için geliştirdiği bütün politik projeleri başarısızlıkla sonuçlandı. Başarısızlık solun makus talihi oldu. Bu bir türlü değiştirilemiyor.

Bu noktada iki güçlü eğilim göze çarpıyor. Birincisi sol, Kürt hareketini kendi dışında bir olgu olarak görüyor, onunla ilişkiyi sol içi bir ilişki olarak kurmuyor. Kürtlerin eşitlik ve özgürlük mücadelesinin Türkiye devrimci hareketinin bir parçası olduğunu kabullenmek istemiyor. Bu yaklaşım, daha çok mümkün oldukça emek eksenli sorunlarla ilgilenmeyi ve mücadeleyi bu eksende geliştirme iddiasını dillendirmeye yol açtı. Bu arayış çoğu kez Kürt realitesiyle yüzleşmekten kaçma sonucunu doğurdu.

Bu yaklaşımın başka bir versiyonu sorunu, Kürt hareketinin toplumsal gücüne yaslanmaya ve genel seçimlerde Kürt partileriyle ittifak yapmaya indirmemiştir.

Nitekim, Kürtlerle ittifak yaparak siyasal güç olma faydacılığı anlayışına sahip bir kesim, başka her türlü ortak mücadeleden uzak durarak, sol ittifak partisi kurma çalışması yapıyor.

Yani toplumsal güçten mahrum olan ‘yeni sol’ Kürt hareketiyle ittifak yaparken faydacı yaklaşım sergilerken birincilerle aynı ortak noktadan buluşabiliyor.

Bu da kendi küçük dünyalarının, küçük hesaplarının solun merkezinde olduğu bir var oluş.

Her iki eğilimin beslendiği zemin kendine güvensizliktir. Türkiye’nin solcuları güvensizlik batağından çıkamadıkları için TEKEL işçilerinin açtığı yoldan yürüyerek kendi ayakları üzerinde durmaya cesaret edemiyorlar.

Ankara’da Bitlisli Kürt ve Rizeli Türk TEKEL işçisinin başardığını, Kürt hareketiyle birlikte başarmayı göze almayan ‘sol’ ayakları üzerine dikilemiyor. Her başarısızlık solu, direksiyonu sağa doğru kıvırma kolaycılığın itiyor.

Yenilenme iddiasını taşıyanlar her başarısızlıkta daha fazla sol muhafazakar oluyorlar. Başarısızlık solu cumhuriyetin kurucu felsefesine ve zinde güçleriyle flörte yöneltiyor.

Bu nedenle solun yenilenmesi, ancak son yirmi yıldır kurduğu bütün denklemleri gözden geçirmesine bağlıdır. Adı yeni, kendisi eski solun inandırıcılığı kalmamıştır.

Yenilenmeden uzak durarak eskiye öykünen solun hali ise ortada. Yenilenmek için hem aktörleri, hem senaryonun, hem mücadele yöntemlerinin değişimi kendini dayatıyor.

Değişimin ne yönde olması gerektiğinin işaretleri Ankara’daki direnişte, 4 Şubat iş bırakmada, Kürt kadınlarının mücadelesinde, 8 Şubat günü Beşiktaş’ta Hrant Dink’in mahkemesinde, failli meçhul siyasi cinayete kurban gidenlerin yakınlarının bir araya gelişlerinde fazlasıyla mevcut.

12 Şubat 2010