Son bir haftadır ana akım medyada ‘AK Parti, tek parti diktatörlüğüne doğru mu yol alıyor, yoksa Türkiye AK Parti eliyle adım adım demokratikleşiyor mu?’ biçiminde özetlenebilecek bir tartışma sürüyor. Ana akım medyanın köşe yazarları, kabaca iktidar yandaşı ve statükocu, askeri vesayetçi biçimde ikiye bölündü.
Tek parti diktatörlüğüne doğru gidiliyor eleştirilerinin özellikle AK Parti’ye ilk dönem destek veren Nuray Mert gibi isimlerden gelmesi ‘yandaş’ yazarları çıldırtıyor. Belden aşağı iftira ve dedikodularla karışık bu tartışmadan geriye tortu olarak AK Parti’nin, ana akım medyada yüksek sesle sorgulanmaya başlanması kalıyor.
Yazarlar savaşında hiç kuşkusuz, ana medyanın büyük patronu Doğan Grubu’nun, hükümetle girdiği savaşta yenilgisinin etkisi var. Ancak AK Parti’yi eleştiren bütün yazarları aynı sepetin içine doldurmaya çalışanların da, demokrasiden zerrece nasiplenmediği bir başka gerçek durum.
Türkiye demokratikleşiyor iddiası ne yazık ki kulaklarda hoş seda olarak kalıyor, gerçeğe dönüşmüyor.
Sorunu, AK Parti’nin demokratikleşme anlayışı veya toplumsal sorunları ‘halletme’ yaklaşımı olduğunu görmemek oluşturuyor. Bu nedenle de bu tartışma gittikçe kayıkçı dövüşüne dönme potansiyeli taşıyor.
Başbakan, demokrasiyi İlker Paşası’yla ittifakta aradığı sürece ‘demokratikleşme’ hep erişmek için arkasından koşulacak büyük bir ideal olarak kalacak.
AK Parti, demokratikleşmeyi AB ile pazarlık olarak algılamaya devam ettiği sürece atılan adımlar, yaraları pansuman etmenin ötesine geçemiyor ve sorunların demokratik ve kalıcı çözümü imkansızlaşıyor.
Bu durumda Mersinli çiftçiye ‘ananı da al git’ diyen; Kürtlerin seçilmiş siyasi temsilcilerine ‘kelepçeli demokrasiyi’ layık gören; parti kapatılmasına ilkesel olarak karşı olan, ama DTP söz konusu olduğunda ikiyüzlülük yapabilen; TEKEL işçilerinin sesine kulağını tıkayan bir partinin demokratikleşme iddialarına, vatandaşın kuşkuyla yaklaşmasından daha doğal başka ne olabilir?
AK Parti, demokrasiyi kendi iktidar ve siyasal manevra alanını genişletme olarak kavradığını her gün yaşanan yeni birkaç olayla gösteriyor.
Daha bir ay önce elliyi aşan Kürt siyasetçiyi ve yerel yöneticiyi plastik kelepçelerle, gece baskınıyla gözaltına alıp tutuklatan majestelerinin demokrasisi ve adaleti, iki gün önce Kürtlerin her türden şerden gözbebekleri gibi koruduğu Diyarbakır Büyükşehir Belediye Başkanı Osman Baydemir’i savcılıkta beş saat sorguladıktan sonra yurtdışına çıkmama yasağına tabi tutarak Kürt Açılımı yapmaya devam ediyor.
Ne hazindir ki, bütün bunları bazı yazarlar demokratikleşme veya demokratikleşmenin sancıları olarak değerlendirebiliyorlar. Bir ülkenin okur ve yazar bir kısım insanı böyle yapmaya devam ettiği sürece, kendini muktedir sanan siyasal iktidar, kelepçeli demokrasiyi halka layık görmeye devam eder. Buna da majestelerinin demokrasisi dendiğini unutmamak gerek.
Yaşar Kemal’in deyişiyle gerçek ve tam demokrasi ise, herkes için adalet, herkes için eşitlik ve özgürlük demektir. Bunun da kilidi son otuz yılın gösterdiği gibi Kürtlerin eşitliğe ve özgürlüğe kavuşmasıdır.
AK Parti ve ‘yandaş’ yazarlar bunu kavramamak için ısrar ettikleri sürece, demokrasiden ve demokratikleşmekten uzak durmaya ısrar etmelerinden başka bir sonuç ortaya çıkmıyor.
Kürtler için özgürlük ve eşitlik istemenin aslında kendi için özgürlük ve eşitlik istemek olduğunu kavramaktan uzak olanlar, özünde geleceklerinin aydınlanmasını engelliyorlar.
Kısacası tek parti diktatörlüğü eleştirisi abartılı bir değerlendireme olabilir ama bu abartı AK Parti’nin demokratik zihniyetten uzak olduğu gerçeğini de ortadan kaldırmaz.
15 Ocak 2010