Ankara’daki çekişme ve kelepçeli açılım

Türkiye, 2010 yılına Ankara’da son aylarda yaşanan olağanüstü olayların gerilim ve tartışmasıyla girdi. Cumhurbaşkanı yargının, yasamanın ve yürütmenin başını toplayarak devlet kurumları arasında uyumu sağlama görevini yerine getirmeye çalıştı.

Bir haftadan fazla zamandır bir hâkim, doğrudan Genelkurmay’a bağlı Özel Kuvvetler Komutanlığı’nın kozmik odasında arama yapıyor. Hâkimin ne aradığını ise kamuoyu bilmiyor. Köşe yazarları ve televizyon kanallarının siyasi analizci uzmanları fal bakıyor. Bir kısmı Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’a suikast kanıtları arandığını, bir kısmı ise darbe planı arandığının yorumlarını yapıyor.

Askerler gözaltına alınıyor, sorguya çekiliyor, savcı tutuklanmalarını istiyor, mahkeme serbest bırakıyor. Genelkurmay Başkanlığı Özel Kuvvetler Komutanlığı’ndaki aramanın sonlandırması için mahkemeye başvuruyor. Mahkeme, Genelkurmay Başkanlığı’nın istemini reddediyor.

Bütün bunları ana muhalefet partisi CHP, AKP hükümetinin orduyu sistemli yıpratma kampanyası olarak değerlendiriyor. AKP ve yandaş medya ise demokratikleşme ya da normalleşme sancıları olarak adlandırıyorlar.

Başbakan ve Cumhurbaşkanı devletin kurumları arasında çatışma var değerlendirmesine itiraz ediyor, aksine uyumdan söz ediyorlar. Ancak bu kimseyi ikna etmiyor. Vatandaş gözüyle gördüğüne inanıyor. Ama gördüğünün ne olduğunu algılamakta da zorlanıyor.

Yaşananları Türkiye’nin demokratikleşmesi olarak yorumlamak ne derece yanlış ise, siyasi iradeyle, askeri vesayetçi arasındaki yetki alanı çekişmesindeki askerlerin pozisyonundaki zayıflamayı hafife almak da o derece yanlış olacaktır.

AKP’nin kendi siyaset alanı, askerin bugüne kadar işgal ettikleri alanları darlaştırarak genişletmesi Türkiye’yi demokratikleştirmeyecek veya AKP’yi demokratik kılmayacak. Ama cumhuriyetin üzerine oturduğu askeri vesayetin törpülenmesi, demokratik siyaset zeminlerinin güçlenmesi bakımından bugünkü durumda iyi bir şeydir. Bunun AKP korkusuyla görülmek istenmemesinin hiçbir anlamı yoktur.

Bunlar sadece AKP istediği için olmuyor, değişen dünyaya ayak uydurmak zorunda olan Türkiye’de bu rol AKP’ye düştüğü için bu çekişmenin içinde AKP yer almaktadır. Yani statükonun bozulması görevini küresel güçler AKP’den bekliyor, o da yerine getirmeye çalışıyor. AKP’nin siyasi geçmişi ve ideolojik donanımı, gerçek anlamda demokratik muhtevaya sahip olmadığı için statükonun bozulması askerle uzlaşabildiği ölçüde gerçekleştiriyor. Bundan da demokratikleşmekten daha çok statükonun yeni biçimler altında devam etmesi çıkıyor.

Bu çekişme ve düşük yoğunluklu çatışma, yavaş yavaş da olsa toplumsal ‘değişime’ yol açıyor. Toplumsal değişim iç ve dış dinamiklerin etkisiyle ne derece gelişirse gerçek anlamda demokratikleşme veya Türkiye’nin sorunlarının demokratik çözümü de o derece olanaklı hale gelebilir.

Ankara’dan yükselen ‘sorun yok uyum var’ sözleri de bir gerçeği yansıtmaktadır. ‘Kelepçeli demokrasi’ ya da ‘kelepçeli Kürt açılımı’ konusunda Ankara’da devlet kurumları arasında ve ana muhalefetle iktidar partisi arasında sivil otoriteyle askeri otorite arasında büyük bir uyum var.

AKP, Ankara’da kendi siyasi alanını genişletmek için çatıştıklarıyla, Kürt Açılımı’nı Kürtlerin seçilmiş yerel yöneticilerine ve siyasi temsilcilere plastik kelepçe vurarak ve tutuklayarak yapma konusunda milli birlik içinde hareket ediyor.

Ankara’daki çatışmayı veya iktidar kavgasını tartışanların çoğunun bu konuları dikkate almadan yapmaları bunun ne derece demokratikleşme olduğunu göstermektedir.

Kozmik oda savaşı yürütenler, uzlaşmalarını Kürt meselesinde sağlamaya devam ettiği sürece demokrasimiz gelişemeyecek ve sivil otoritenin yeri kalıcı olamayacaktır.

Burada esas vahim olan demokratikleşmenin kilit konusu, Kürt meselesinde yaşanan hukuksuzluğun ve adaletsizliğin sonucunun başladığımız yere dönmek olduğunun otuz yıllık deneyimin Türkiye’ye öğretememiş olmasıdır.

8 Ocak 2010