Toplumsal olay ve gelişmeleri doğru anlamak ve algılamak, toplumsal sorumluluğu yerine getirmenin ve mücadeleyi doğru geliştirmenin olmazsa olmazıdır.
Gelinen aşamada, Kürt sorununda yaşanan gelişmelerin doğru değerlendirilememesi doğal olarak yığınağın yanlış yerlere yapılmasına yol açacak bir sonuç doğuracaktır.
İşte bu nedenle, 10 ve 13 Kasım 2009 tarihlerinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde Kürt meselesinin ilk kez ele alınmasının tarihsel anlamını doğru tespit etmek ve değerlendirmek zorundayız.
Hiç kuşkusuz, adı konulmamış olsa da 86 yıl sonra, Kürt sorununun Meclis’te ele alınması tarihi nitelikte, açılım süreci açısından da önemli bir fırsat.
Ancak konuya bu sınırlılıkta yaklaşmak bizi herhangi bir sonuca ulaştırmaz. Bu gelişmenin yaratacağı toplumsal sonuçları kestirmek ve buna uygun politikalar geliştirmek gerek.
Her şeyden önce yıllardır MGK ve güvenlik toplantılarında görüşülen konu ilk kez siyasal bir zeminde konuşulmaya ve tartışılmaya başlandı. Yani normalleşme için ilk adım atıldı.
Bu durum Kürt sorunuyla yüzleşmek için önemli fırsat ve olanak sunmaktadır. Sorunun parlamentoda konuşulmaya başlanması, anlaşılmasının önündeki bariyerlerin kısmen yıkılmasına yol açan ve barış için söylenen sözlerin duyulmasını kolaylaştıran bir gelişmedir.
Ayrıca konunun TBMM’de görüşülmeye başlanması, sorunun varlığının kabulünün devlet arşivine ve kayıtlarına girmesidir. Bu, inkâr dönemin kapandığını ve sorunun idrak döneminin başladığını gösterir.
Bu dönemin çetin bir mücadele süreci olduğunu gösteren ilk işaret, Meclis görüşmelerinde ortaya çıktı. Bir tarafta kutsal ittifak CHP ile MHP, diğer tarafta AKP ve bir başka cephede de DTP yer alıyor. Bu görüşmelerde ortaya konulan düşünceler, Kürt sorununun idrakının hangi mecrada gelişeceğine ilişkin yeterli doneleri ortaya çıkardı.
MHP ile CHP arasında, Kürt sorunu başta olmak üzere Türkiye’nin demokratikleşmesi konularında ciddi sayılacak hiçbir fark kalmamıştır. Bu ise tesadüf değildir.
CHP, MHP ile birlikte Kürt sorununun inkârında ısrar ederek bugün kurduğu devletin gerisinde kalmıştır. Onur Öymen vakası bunun değişmesinin zorluğunu bir kez daha gösterdi.
AKP ise, bugüne kadar sorunun altından kalkılamamasının bedelini daha fazla ödemek istemiyor. Ama sorunu idrak etmekten uzak kesimlerin siyasal sözcülüğünü yapan çapsız adres gibi gözüküyor.
Sorun burada ortaya çıkıyor. AKP’nin politikaları sorunu eski halinden çıkarırken, yeni halinin demokratik zemine tam oturmadığı görülemiyor. Başka bir ifadeyle AKP’nin Kürt sorununda yaptığı ve yapacağı iyileştirme ve düzenlemelerin ne derece derinlikli bir muhteva kazanacağının oldukça kuşkulu ve tartışmalı olduğu görülemiyor. Hâlbuki ordu-AKP ikilisinin belirlediği kırmızı çizgilerle, Kürt sorununda ne derece iyileşme olabileceğini kestirmek çok zor olmazsa gerek.
Ancak, olanlara ‘esasen değişen bir şey yok’, ‘küçük bir makyaj’ değişikliği yaklaşımıyla ele almak da ciddi tehlikeyi barındırmaktadır. Bu bakış açısı ‘sorun çözülüyor görüntüsünün’ yarattığı korkuyla Kürt sorunundaki farklılaşmayı kavrayamamaktadır.
Gelişmelerle sorun hızla çözülüyor iyimserliği ve değişen ciddi bir şey yok kötümserliği ikileminden bakanlar aynı noktada buluşuyor. Buluştukları nokta, sorunu çözümsüz kılma noktasıdır.
Gelinen aşamada inkârın terkedilmesi, Kürt gerçeğinin idrakini ve ikrarını sağlama sorumluğunu ve görevini ortaya çıkarmıştır.
Bu ise, CHP ve MHP ikilisini baş başa bırakmakla, açılım karşıtı cephede yer almayanları ortak çıkarmakla başarılabilinir. Yani hiçbir siyasal gücü, bu ittifaka itmemekle başarılır. Aksine bu cepheden ayrıştırmak da gerek.
Aynı zamanda AKP’yi demokratikleşmeye zorlayacak veya mecbur bırakacak toplumsal güç böyle oluşacak. Tabii aynı zamanda açılım sürecinin pozitif gelişmelerine kıskançlıkla sahip çıkılmasını gerektiriyor.
20 Kasım 2009
.