Cumhuriyetin kuruluşu ve plan

Cumhuriyet’in kuruluşunun 86. yılı Türkiye’nin dört bir yanında kutlandı. Devlet erkânının demeçleri 86 yıldır ezberlediğimiz cümlelerle dolu mesajlarla yayınlandı. Hiçbirinde toplumun yoğun olarak tartıştığı konuların başında gelen darbe günlükleriyle ilgili tek bir cümle yok. Düğümlenmiş olan Kürt sorununun geleceğine ilişkin herhangi bir şey yok.

Aslında kestirmeden devletin resmi gündemi Cumhuriyet Bayramı mesajlarına yansımadı demek daha doğru olabilir. Hükümetin başı Başbakan’ın, kendisine karşı hazırlanan darbe planının yarattığı krizi daha önce olduğu gibi Dolmabahçe uzlaşmasıyla aşacağı kesin gibi gözüküyor.

Bu tartışmada dikkat çeken noktalardan biri de planın hedefinde hükümet ve Fethullah Gülen cemaatiyle birlikte yer alan DTP’ ye yönelik komplo bölümünün milli mutabakatla görülmüyor olmasıdır. Darbe girişimine haklı olarak karşı çıkanların, DTP konusunda gözlerini kapamaları, kulaklarını tıkamaları ne yazık ki demokrasi konusunda samimiyetlerini, ufuklarını açığa vuruyor.

Bu konuda bağımsız olarak gelinen noktada tartışma, kritik bir aşamaya gelmiş durumda. Hafta başında Genelkurmay Başkanlığı’nın sitesinde yapılan yazılı açıklama, Dz. P. Kur. Alb. Dursun Çiçek’in hazırladığı iddia edilen ‘İrticayla Mücadele Eylem Planı’na ilişkin gelişmelerin ne derece vahim bir noktada olduğunu gösteriyor.

Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un, 26 Haziran 2009 tarihinde yaptığı açıklama gerçeği yansıtmadığının itirafıdır. Genelkurmay Başkanı kamuoyunu yanıltmıştır.

Basında çarşaf çarşaf yayınlanan ihbar mektubundan sonra kamuoyunun Genelkurmay Başkanı’na inanmasını beklemek abesle iştigal olmaktır.

Devlet kurumları arasında güvensizlik oluşmasından söz edenler, Dz. P. Kur Albay’ın ilk soruşturma sırasında tutuklanıp aynı gün MGK toplantısı sonrasında mahkeme heyetinde yapılan değişiklikle hızla tahliye edilmesinin devlet kurumlarının nasıl çalıştığını göstermesi bakımından iyi bir örnek olduğunu unutmuş gözüküyorlar.

Aslında ihbar mektubunun basına sızdırılması üzerinde bu kadar çok durulması, bu soruşturmanın da akıbetinin daha öncekine benzer biçimde olacağının işareti sayılabilir.

İhbar mektubunu sızdıranlar da bu kaygıdan hareket ederek, basının kamuoyu oluşturmasını arzulamak kadar doğal bir şey olamaz. Türkiye adliyeleri, üzeri kapatılan soruşturmalar ve kaybedilen soruşturma dosyaları mezarlığına dönmek üzere olduğunu bilenler için bu çok doğal bir şey olsa gerek. Sızdırmanın kendisi, herhangi bir gerekçeyle darbe planlamaktan daha vahim bir suç değildir. Darbenin gerçekleşme koşullarının olmaması ise darbe girişiminde bulunmayı hafifletmez, bu vahim planı önemsizleştirmez.

Devlet kurumları içerisinde başlayan bu savaşın bir tarafında yer alan Genelkurmay Başkanı, diğer tarafın hukuksuz davranışını bahane ederek, mensuplarının suçlarının ağırlığını ciddiye almaması toplumdaki kaygıları güçlendiriyor.

Genelkurmay Başkanı’nın bu korumacı davranışları, askeri karargahta hiçbir şeyin emir komuta dışında olamayacağı gerçeğiyle birlikte değerlendirildiğinde Genelkurmay’ın da bizzat bu sürecin parçası olduğu kuşkularını güçlendirmektedir.

Toplum nezdinde ordunun konumunu korumaya çalışmak için yapılan hukuksuzlukların üstünü örtmeye dönük çabaların bir sonuç vermediğini göremeyecek kadar gözleri kör olmuş olanların düştükleri komik durumdan çıkmaları ise oldukça zor görünüyor.

Yurttaşların yapması gereken ise kendilerini kandırandan özür talep etmektir. Toplumu kandırmış Genelkurmay Başkanı’nın hiçbir şey olmamış gibi koltuğunda oturmaya devam etmesi Türkiye’nin demokrasi ayıbıdır. 86 yıldır aynı ayıbı sürdürmek büyük beceri. Ancak bu kez paşa altında kaldı. Bakalım altından nasıl kalkacak?

30 Ekim 2009