Türkiye’de bazı şeyler o kadar ani gelişiyor ki insan çoğu zaman takip edemiyor. Son birkaç aydır dış politikada baş dondurucu gelişmeler yaşanıyor. Bunların küresel güçlerinin bölgesel emelleri ekseninde gelişiyor olması, önemini azaltmaz.
Aksine hangi nedenle olursa olsun iyi komşuluk ilişkilerinin gelişmesi ve başka ülkelere karşı güdülen düşmanlık duygu ve düşüncelerinin zayıflıyor olması, halkların geleceğe daha umutla bakmasına ve kendilerini iyi hissetmelerine neden olduğu için tarihi öneme sahip gelişmelerdir.
Düşmanlığın ve nefretin yerini barışın ve dostluğun almaya başlamasına kuşkuyla yaklaşmak, aynı zamanda toplumların geleceklerinin ipotek altına alınması gayretidir.
Bugün AKP’nin, patenti Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’na ait olan ‘bölgesel güç olma’; öncelikle başta Ortadoğu ve Kafkas ülkeleriyle sorunları sıfır noktasına çekme politikası yürütülüyor. Bu politikaların uygulanabilmesini, uluslararası konjonktürün de büyük ölçüde elverişli olması kolaylaştırıyor.
Daha on yıl önce savaşın eşiğinden dönülen Suriye ile bugün vize uygulamasının kaldırılması noktasına gelinmiş olması ve 47 ayrı özel anlaşma imzalanabiliniyor olunması küçümsenebilecek bir gelişme değildir.
Doksan dört yıl sonra Ermenistan ile düşmanlık ilişkilerinin terk edilmesi ve barış sürecine adım atılması, toplumsal yapının değişmesine yol açacak derecede önemli bir gelişmedir.
Türkiye’nin bu yolda daha fazla yürümesi, yapısal sorunlarının varlığını bilerek yol haritası çıkarmasına bağlıdır. Bu açıdan dün nasıl Kıbrıs meselesi Türkiye’nin elini bağlayan bir sorundu ise, bugün de Karabağ meselesi ‘Kıbrıs bağı’ işlevini görme tehlikesini barındırıyor. Bursa maçında Kafkasya bayrağının stadyumda açılmak istenmesi bu tehlikenin varlığının işaretidir.
Türkiye, bayrağı nasıl Kürtleri terbiye etmenin aracı veya sopası haline getirdiyse şimdi de Azeri bayrağını Ermenileri terbiye etmenin aracı olarak kullanmaya çalışıyor. Bu tutum iki ülke arasında kısa süre önce imzalan protokolü hükümsüzleştirecek bir yaklaşımdı. Ancak FİFA’nın etkisiyle şimdilik bu tehlike atlatıldı.
Bu süreçte Karabağ meselesi yaratmaya çalışmak işi yokuşa sürmenin yanı sıra Türkiye’deki milliyetçiliğin derinliğini göstermektedir. Bu yaklaşım barış sürecini tıkayan bir yaklaşımdır.
Türkiye’nin milliyetçilikten kaynaklanan bu politika ve davranışlardan kendini arındırmadan sorunlar yumağını kalıcı bir biçimde çözebilmesi mümkün değildir. Bugün başarılı gibi görünen gelişmeler her an ters yüz olma tehlikesini barındırıyor. AKP hükümetinin arınamadığı ‘ümmetçilik karşımı milliyetçilik’ ise bu tehlikenin başka bir boyutunu oluşturuyor.
Dış politikada yaşanan bu pozitif sayılacak gelişmeler yapısal sorunlarda niteliksel değişime yol açacak konu etrafında patinaj yapılması nedeniyle Türkiye’nin iç hayatının normalleşmesine hizmet etmiyor.
İç yaşamın normalleşmesinin ve komşu ülkelerle dostane ilişkilerin kalıcı hale gelmesinin ve gelişmesinin yolu, AKP’nin dış politikada uyguladığı diyalog yöntemini Türkiye Kürtleriyle de hayata geçirmesinden geçiyor.
Kendi Kürtleriyle barışmayı beceremeyenler, varoluşlarından bugüne kadar düşman belledikleriyle barışı kalıcı hale getirebileceklerine kimseyi inandıramazlar. Ama bundan ‘dış düşmanla’ barışarak, ‘iç düşmanı’ yok etmek murat ediliyorsa, bu büyük bir gafletliktir.
16 Ekim 2009