8 Ekim 2009 Yeni Şafak
Bu hafta sonu Ankara’da Kürt meselesinin bundan sonraki süreçte nasıl bir hal alacağını belirleyecek iki partinin kongresi yapıldı. Cumartesi günü hükümet partisi AK Parti, olağan kongresini yaptı. Bu kongrenin üzerinden bir de siyasi partilerinin içinde bulundukları durumu bütün çıplaklığıyla ortaya koyması bakımından durulmak gerekiyor. Yedi yıl içinde tek adam partisine dönüşen hükümet partisinin kongresinde iç gerilim de tartışmada da yoktu. Bu süreçte dört seçim yaşamış, üç hükümet değişikliği yapmış bir partide iç gerilimin olmaması dikkate değer ve üzerinde durulması gereken önemli bir durumdur. Farklı ülkelerde benzer biçimde uzun süre hükümet etmiş olan partilerin hepsinin kongresinde iç tartışma ve gerilim yaşanmıştır. Bu partilerin başarılı veya başarısız olmasından bağımsız bir biçimde yaşanmıştır. Bu durumu AK Parti’yi başarılı sayarak bu durumu izah etmek mümkün değildir. Sorunu tek adam partisiyle sınırlı olarak izah etmekte mümkün değildir. Çünkü Ecevit’ler partisinde de Baykal’ın partisinde de Demirel partisinde de ya da daha küçük partilerin hepsinin kongrelerinde de açık veya gizli liste savaşları yaşandı, yaşanıyor. Yani bu durum çok boyutlu ve çok yönlü incelenmelidir. Bu analiz edilmeden olanları doğru okumak mümkün değil.
ÖNCE DEMOKRATİKLEŞMENİN AKTÖRLERİ DEMOKRATİKLEŞMELİ
Diğer önemli bir konu hiç kuşkusuz Sayın Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın partisinin üçüncü büyük kongresinde güçlenerek çıkmasıdır. Ama bu, başka bir gerçeğinde üzeri örtülmemelidir. Bu da, Türkiye’nin gerçek ve tam olarak demokratikleşebilmesi için demokratikleşmenin temel aktörleri siyasi partilerin kendilerinin demokratikleşmesine olan acil ihtiyaçtır. Siyasi partiler ve seçim yasası demokratik muhtevaya kavuşturulmadan demokratikleşme sürecinin gelişmesi ve derinleşmesi mümkün değildir.
Hükümet partisinin kongresi üzerine basında çok şey yazıldı. Özellik Başbakanın konuşmasının yarattığı pozitif etki üzerinde oldukça geniş bir biçimde duruldu. Ancak ilk kez bir hükümet partisi kongresinde politik süreçle ilgili bir karar alındı ve örgüt bu karar doğrultusunda harekete geçirilmeye ve yönlendirmeye çalışıldı. Bunu basın gereği gibi değerlendirmedi. Hükümet partisi, Kürt Sorunu’nun da içine girilen sürece yönelik kendi politikasına örgütünü ortak etmesi hükümetin bu sürece verdiği önemin göstergesidir ve önemlidir. Bu basit bir bildiri çalışması değildir.
DTP KONGRESİ’Nİ NASIL OKUMALIYIZ?
İçeriğinden bağımsız olarak Pazar günü yapılan DTP kongresi ise içinden geçilen önemli süreci algılamaktan oldukça uzak bir atmosferde gerçekleşti. Kürt sorununda yeni dönemin adını koymanın DTP gibi bir parti için zor olduğunu anlamak kolay. Ancak Kürt meselesinde bir dönemin kapandığını göremeden de sürece katkı sunmak ya da çözümün asli unsuru olabilmesi mümkün değildir.
Hükümetin iki aydır bu konuda izlediği “değişken” siyasettin DTP üzerinde etkisinin olmamasını beklemek fazla hayalcilik olur. DTP’nin, hükümetin bu süreçteki siyasetine güvenerek bir plan yapmaması siyasetin doğasının gereğidir. Ancak olmakta olana gözler kapatılarak bir kongre yapmanın da fazla bir anlamı olamaz.
DTP’nin üzerinde süren baskıların kongreyi esir alması, Kürt demokratik siyasetini vizyonsuzluğa sürüklüyor ve tepkiselliğe itiyor. Partilerin kongreleri eğer esas olarak geleceğe dönük politikalarının şekillendiği toplantılar ise, DTP kongresi böyle gerçekleşmedi. DTP kongresini esas olarak yönetimi yenilemek amacıyla toplandı. Buna rağmen doğal olarak yeni döneme ilişkin açılım, değerlendirmeler ve yönelimleri yansıtan işaretlerin verilmesi bekleniyordu. Bu olmadı.
DTP ETKİSİZLEŞİYOR MU?
Sadece bugüne kadar Kürt hareketinin etrafında konumlanmış, ona görüşleriyle yakın olan ama son dönemde Kürt siyasetini kenardan izlemeyi yeğlemiş olanların yönetime alınmasıyla sınırlı bir “açılım” önümüzdeki süreçte DTP’yi oldukça zorlayacak ve gelişmelerin peşinden sürüklenen bir parti olarak kalmasına yol açabilecek bir durumdur.
Kendisine has “kimliği” ve siyaset alanı olmayan bir partinin sürecin aktif öznesi olabilmesinin zemin zaten yoktur. Bu bakımdan devletin bugüne kadar izlediği siyaset bu alanın oluşmasına ve kimliğin şekillenmesine izin vermiyordu. Yeni dönem ise bunun için oldukça elverişli olanaklar çıkmaktadır. Silahların gölgesinden kurtulma sürecine girilmiş olunması ve parlamentonun belirleyiciliğin daha fazla öne çıktı süreçte, cesaretli adımlar atmayı becerebilenler ve gelecek vizyonuna sahip olan siyasal aktörler büyümeye güçlenmeye ve etkili olmaya aday olabilirler. Gelecek vizyonundan yoksun ve cesaretli olmayan siyasal aktörler de etkisizleşmeye ve zayıflamaya mahkûmdurlar.
Bu acıdan bakıldığında, ben DTP kongresinde aradığımı veya beklediğimi bulamadığımı itiraf etmeliyim. Ne beklediğim ise ayrı bir konu. Şu kadarını söylemek durumundayım; ben ve benim gibi bir çok kişi DTP Genel Başkanı Ahmet Türk’ten çok farklı bir konuşma bekliyordu. Her zaman yapılabilecek bir konuşmanın ötesine geçeceği bir konuşma beklemenin çok gerçekçi olmadığı veya bu beklentinin DTP’nin realitesiyle örtüşmediği gördüm.
Kaldı ki, benim ne beklediğimin de fazla bir önemi yok. Önemli olan on sekiz saat, yirmi dört saat yolculuk yaparak kongreye gelmiş veya demokratik çözüme kongrenin sunacağı katkı için gelmiş olanların gözlerinin içi güler evlerine dönmelerini veya geleceğe daha fazla umutla bakmalarını sağlamaktır. Bu nokta DTP’nin karşı karşıya olduğu zorlukları hesaba katmak gerek. Ancak kaçırılan her fırsat, barışı daha da zorlaştırdığını görmek gerek.
TEHLİKE ÇANLARI ÇALIYOR
Kongrenin bende yarattığı izlenim DTP bu süreçte hem kendi izlediği siyaset nedeniyle hem de devletin izlediği siyaset nedeniyle ciddi bir biçimde etkisizleşme tehlikesiyle yüz yüzedir. Bu sorunu çözümü imkânsızlaştıracak bir gelişme olacaktır. DTP, çözümün adresi veya anahtarı olarak ne zaman görebilir bir hale geleceği kongre yaparsa çözümün aktörü olur. Çözümün anahtarı başka adreste gösterildiği süre, divanın bütün ısrarlarına rağmen gençlerin kürsüde Öcalan posteri açmasını engelleyemez. Çünkü onlar DTP yetkililerinin siyaseten yaptıklarını, eylemli yapmaktan başka bir şey yapmıyorlar. Bundan da siyasal özne çıkmıyor. Esas tehlike çanları bu olsa gerek. Sistemin boğmaya çalıştığı bir siyasal öznenin kendi ayaklarının üzerine durmasının zorluğu bir kez daha gördük.