Başbakan son günlerde sürekli demokratikleşmeden dem vuruyor. Vatandaş AKP’nin daha ilk açılımını ne olduğunu anlamadan, ikincisi açıklıyor.
Her açılım ve demokratikleşme lafından sonra baskıcı yönetim anlayışının ve hukuksuzluğun yeni örnekleri sergileniyor.
Mahkemeler son üç gün içinde peş peşe DTP milletvekillerinin, mahkemeye ifade vermeye polis zoruyla götürülmesi kararı verdi. Açılım paketinden ilk önce Kürt Milletvekillerine ayrımcılık çıktı.
AKP’nin Milli Eğitim Bakanı Nimet Çubukçu, bu öğretim yılı açılışında ilköğretime yeni başlayan miniklere “ayrımcılık” dersi verdi. Aslında AKP’nin, hükümet üyelerine ve devletin bürokrasine siyasi ayrımcılık dersi verecek bir hocaya ihtiyacı var.
Koca koca iktidar partisi yetkililerinin, yargıçların, sivil ve asker bürokrasisinin göz göre göre etnik ve siyasi ayrımcılık yaptığı bir ülkede, Milli Eğitim Bakanı’nın körpecik öğrencilere ayrımcılık dersi vermesi acınacak ve utanılacak bir durum.
Hele de insanların fazlasıyla pişkinleştiği ve yüzsüzleştiği zamanlarda ise bu işler daha bir karmaşıklaşıyor, içinden çıkılmaz oluyor.
Daha bir yıl kadar önce, AKP davasının Anayasa Mahkemesi’nde görüşüldüğü günlerde millet iradesinden söz eden Başbakan, şimdi DTP’li milletvekilleri söz konusu olunca “ulusa sesleniş” konuşmasında “hiç kimse mahkemelerin üzerinde kendini görmemeli, adalete saygılı olmalıdır” diyerek yargının siyasal ayrımcılığına desteğini açıkladı.
Başbakan yardımcısı Bülent Arınç ise milletvekillerinin yargılanmasının doğru olmadığı, meclisin sorunun çözümü için sorumluk üstlenmesi ve DTP’li milletvekillerinin jest yaparak mahkemeye ifadeye vermeleri çağrısı yaptı.
Arınç, sanki hükümetin muhalif kanadını temsil ediyor gibi konuşuyor ama yine de esas yükü başkalarına yüklemekten de geri durmuyor. Bülent Arınç Bakanlar Kurulu veya parti yönetiminde yapması gereken konuşmayı neden acaba gazetecileri görünce yapıyor? Meclis sorumluluğundan söz eden Sayın Arınç, meclis çoğunluğunun hükümet partisine ait olduğunu neden dikkate alarak konuşmuyor? Ya da DTP’li milletvekilleri bir mahkemeye gittiklerinde daha sonra DTP milletvekillerinin araçlarının bile rahatlıkla ve kolay bir biçimde trafikten men edilmek isteneceğini bilmiyor mu?
Bütün bunlar, yargının saygınlığına gölge düşürmemek için yapılan öneriler ise söylenecek tek söz, “yargının saygınlığını” yitirmesine yol açanlar bizzat siyasi ayrımcılık yaparak bu türde karar veren yargıçlar” yol açtığı olabilir.
Bir yerlerden düğmeye basılmış gibi art artta verilen bu kararlarla artık tuzun da kokmaya başladığı ortaya çıkmıştır. Sokakta yürüyen ve sorunların demokratikleşmeyle ve hukuk içinde çözülebileceğine inanların burunlarına “tuzun kokusu” geliyor.
Tuzun kokmaya başladığı koşullarda ise hiçbir sorun çözülemez, aksine bütün sorunlar çürümeye ve çürütmeye başlar.
Toplumsal yaşamda demokratik açılımın hayat bulmasını sağlayacak adalet mekanizmasının siyasal ayrımcı bir yola girmesi, açılımın önüne bariyer örmekten başka bir anlamı yoktur.
Adaletsizliği tesis edenler ve “tuzun kokmasına” yol açanlar bu duruma son verecek irade göstermediği sürece yol tıkalıdır. Bu nedenle Bülent Arınç üyesi olduğu parti ve kabineye öneri yapmalı, DTP’liler siyasi bir mahkeme kararıyla ve polis gücüyle dokunulmasını önlemelidir. Aksi halde DTP’lilere dokunacak ellerdeki ateş hepimizi yakabilir.
Tuz kokmaya başladıktan sonra yapılabilecek bir şey kalmıyor. Açılım beklerken Türkiye yangın yerine dönebilir. Bu riski küçümseyenleri uyarmak ise bizim görevimiz. İnanmayanların Pazar günü toplanacak, DTP’nin Büyük Kongresine bakması yeterli olacak.
2 Ekim 2009