25 Eylül 2009
Farklı Sesler/BİRGün
İstanbul, çok sıradan doğa olaylarında büyük felaketlere yol açmaya aday bir kent. İstanbul’un her metrekaresi doğal afet alanına dönüştürüldü. İstanbul’un doğa olaylarına karşı hiçbir koruması yok. Son on yıldır sistemin kendisi doğal felaket haline getirildi. Bu nokta sorgulanmadan İstanbul’da hiç bir şey değişmez “İstanbul, çok sıradan doğa olaylarında büyük felaketlere yol”
Artık yerel yöneticilerin sokağa çıkmayın çağrısı yapmasına alıştık. Kar yağıyor yollar kapanıyor, ulaşım aksıyor akla gelen ilk tedbir sokağa çıkılmaması oluyor. Yağmur yağıyor, araçlar suya gömülüyor, sokaklar yürünmez hale geliyor belediye başkanları ve valiler aynı çağrı yapıyorlar. Sel oluyor, deprem oluyor kentlerde büyük telâş ve felaket yaşanıyor. Artık hiçbir doğa olayına karşı, hiçbir kentimiz korunaklı değil. Her doğa olayı can pazarına dönüşüyor. Son otuz yılda kentlerin nüfusu birkaç kat arttı. Kentlerin dokusu alt üst oldu. Doğa olaylarının, çarpık kentleşmenin, ülke nüfusun kentlerde toplanmasının ve demokratik ve katılımcı olmayan yerel yönetim anlayışının yarattığı sorunları ve çözümünü uzun dönem Harita Mühendisleri Odası Genel Başkanlığı ve iki dönem TMMOB ikinci başkanlığını yapan Celal Beşiktepe ile konuştuk. Beşiktepe’nin alternatif yerel yönetim anlayışları ve kentleşmenin sorunları üzerine akademik çalışmaları ve yayınlanmış makaleleri buluyor.
»Türkiye’nin kentlerinde ne yaşanıyor, yağmurla ve sel ile ne oluyor?
Bugün Türkiye kentleri sokağa çıkmanın yasak olduğu kentler haline geldi. Yağmur yağdığında, kar yağdığında, sel olduğunda sokağa çıkılamıyor. Bütün doğa olaylarında ve ekolojinin can damarı olan bu olaylardan insanlar korkmaya başladı.
»Peki, şöyle sorayım, neden kentler sokağa çıkmanın yasaklı olduğu kentler haline geldi?
Türkiye kentleri 2 büyük kırılma yaşadı. Biri 1950 ile 1980 dönemi diğeri ise 1980 sonrası yaşandı.
»Birinci dönemin özelliği nedir?
Bu dönem ithal ikameci, dayanıklı tüketim mallarının üretimine ve montaj saniye dayalı kalkınma modeli.
»Bunun kentlere yansıması nedir?
Bu dönemde kentlere Anadolu’dan ucuz işgücü akını yaşandı. Kentler ucuz işgücü depoları haline getirildi. Kent altyapısı sermaye birikimi için araç haline getirildi. Kentlerin tarihi dokusu değiştirildi, tahrip edildi, yap-sat mütahitleriyle apartmanlar yükselmeye başlandı. Bu sermaye birikim sürecidir. Ancak kentleşmeye kaynak ayrılmadı. İnsanlar kendi imkânlarıyla barınma sorunlarını çözdüler gecekondular oluştu. Hiç bir altyapı ve soysal hizmet almadan bir yaşam oluştu
»İkinci kırılma nasıl yaşandı?
1980’lı yıllar yeni liberal politikaların küresel çapta tarih sahnesine konulduğu dönemdir. Bunun anlamı gelişmiş, azgelişmiş ülkelerde bütün süreçler eş zamanlı yaşamaya başlandı, kapitalizm merkezindeki bir olgu, her yerde paralel gelişmeye başladı.
»Bu kentleri nasıl etkiledi?
1970 yıllarda Fransız Fenri Lefebure isminde Marksist bir yazar şöyle bir tez geliştirmişti. “Kapitalizm metaları mekânlarda üretmekten, mekânın kendisi meta olarak üretimine geçilmiştir.”
»Bu tezle ne anlatılmaya çalışılıyor?
1980 öncesi artı değer yaratan, araba, buzdolabı, çamaşır makinesi gibi metalar, kent merkezlerinde üretiliyordu. Hala fabrikalar kısmen de olsa kent merkezinde ama yazara göre kapitalizm içine girdiği krizden mekânın kendisini metalaştırma dönemine girildi. Yani kentlerin kendisi meta haline geldi diyor. Kısa bir süre sonra Amerika’da David Harvey isimli bir başka yazar Lefebure’nin bu tezini geliştirdi. Bence Marksizm’in kent konusundaki suskunluğu bu iki yazarla bozuldu. Bilindiği gibi kapitalizm temeli sermaye birikimidir. 1980 aynı zamanda kent merkezlerinde çok büyük rantların elde edilmeye başladığı bir dönem olduğu için bir dönemeç sayılıyor.
»Bu nasıl oldu?
Eskiden 1950–80 arasında küçük müttehitler, bürokratlar, belediye yetkilileri, gecekondu halkı kent rantını paylaşırken, 1980 sonrası uluslararası sermayenin, tekellerin devreye girmesiyle Türkiye kentlerinin mekânlarında sınıflar yeniden kurulmaya başladı.
»Sınıfların kent mekânlarında yeniden kurulması ne demek?
İstanbul’da, Tayyip Erdoğan’ın ilk Büyükşehir Belediye Başkanı olduğu dönemden itibaren yani on beş yıldır tek bir şey görüyoruz; uluslararası sermayeyi İstanbul’a davet ederek muazzam kent rantının paylaşılması ve devletin ya da hükümetinin bu rant paylaşım sürecinin aracı haline getirmesidir. Yanı yaşanan süreç devlet, sermaye ilişkilerinin yeniden düzenlediği bir süreç oldu. 1980 döneminin başka bir özelliği de küresel çapta refah devleti anlayışının terk edilmesidir. Yani barınma, ulaşım, eğitim ve sağlık hizmetlerin kamu tarafından verilmesi uygulamasına son verilmesi. Kentler artık kapitalist ilişkilerin bir yansıması değil, asli, kurucu öğesi oldu.
»Bunu biraz açar mısınız?
İstanbul’da bir kentsel dönüş projesi başlatıldı. Bu kentsel dönüşüm projesi yedi yüz bin konutu kapsıyor. Yaklaşık üç milyon sekiz yüz bin kişiyi ilgilendiriyor. İstanbul artık, finans, hizmet ve uluslararası şirketlerin bir kenti oldu. Bu süreçte kentler sermaye birikimin yeni mekânları. Kapitalistler buna “ yeni dünya kentleri” adını verdiler.
»Yeni dünya kentlerin özelliği nedir?
Kentlerdeki nüfusu gereğinden fazla artırmak, insanları tüketim nesneleri haline getirmektir. Kentin altyapısını, suyunu, elektriğini, ulaşımını, barınmayı, sağlığını sermayenin birikim alanı haline getirmektik. Mesela şu anda bir milyar dünya nüfusu, marjinal yani hareket halinde çalışıyor. Bu sayı ailelerle birlikte yaklaşık üç milyar demektir. Gelişmiş olsun, az gelişmiş olsun bütün dünya metropol kentlerin nüfusu yirmi, otuz milyon olarak telaffuz ediliyor. Yirmi yıl öncesinin dünya nüfusunun tamamı olan 4.2 milyar insan kentlerde yaşıyor. Kent mekânları, dünya yüzölçümünün yüzde 2’sini kapsıyor. Dünya nüfusunun yüzde 90’ını ise bu kentlerde yaşıyor. Bu yüzde 2 alanda bütün dünya kaynaklarının yüzde 75’i tüketiliyor. Bu bakımdan kentleşmede sınıfların yeniden dağılımını görüyoruz. İstanbul, İzmir, Ankara gibi büyük metropoller bunun tipik örnekleri,
özellikle de İstanbul tam bir laboratuvar.
»Ne demek sınıfların yeniden dağılımı?
1980’lere kadar İstanbul, İzmir gibi kentler üretim merkezleriydi, 1950’lerde sonra Anadolu’dan gelen insanlar, büyük bir sosyal maliyet ödeyerek kendi barınma, sağlık, eğitim gibi en temel ihtiyaçlarını karşıladılar. Yarattıkları artı değerle sermaye birikimine büyük katkı sundular. fiimdi deniyor ki bu insanlara artık size ihtiyacımız yok, sizi bu kent merkezlerinden kentsel dönüşüm projesiyle usul usul uzaklaştırmamız gerek. Yani süreç emeği ve emekçileri görünmez kılarak ilerliyor.
»Peki, ne görünür oluyor?
Hizmet sektörü görünür oluyor. Bu sektör emek hareketi içinde en az örgütlüdür. Bu nedenle de sermaye için tehdit unsuru değildir. Sendikal hareketteki zayıflamanın ya da sendikalı emekçi sayısındaki gerilemenin arka planında bu gerçek de var. Üretimin kent mekânlarının dışına sürülmesi, buralarda çalışan emekçilerin örgütlenmesini, ortak davranmasını zorlaştırdı. Bunun yerel yönetimlere yansıması kentler, kullanım değeri olan mekânlar olmaktan çıktı, değişim değeri olan mekânlar haline geldi.
»Kentlerin değişim değeri halini almasına yol açan politika ve anlayışlara karşı çıkılmadan, doğa olaylarının kent merkezlerinde yarattığı sosyal, ekonomik tahribatı önlemek mümkün değil mi?
Mümkün değil. Kapitalistler bu tahribatın hesabını yapmıyor. Onalar bizzat kentin değişim değerinin nasıl yükseltileceğinin hesabını yapıyor. Bu nedenle onlar için dere yataklarının ıslahı, imara açık veya kapalı alan, yeşil alan ayrımının çok fazla önemi yok. Ayamama deresinin Marmara deniziyle buluştu Ataköy’de, TOKİ eliyle tanesi bir milyon avroya satılan evler yapıyor. Sadece orada üretilen altı yüz tane konuttan, elde edilen rant bir milyar avro.
»TOKİ dargelirlilere konut üretmiyor mu?
Hayır, bu bize gösterilen yüzü. TOKİ‘nin İstanbul’da ürettiği 69 bin konutun, 38 bin tanesi müttehit firmalarla gelir paylaşımı yöntemiyle ürettiği konutun tanesi 500 bin dolar. Bu TOKİ’nin görünmeyen ve bilinmeyen yüzü. Bu yaklaşımla doğal afetlerin toplumda travmalar yaratması kaçınılmaz. Son on yılda İstanbul’da AKP döneminde çok büyük oranda yapılaşma yaşandı. Bunlar yeni felaketlerin habercisi.
»Yaşanan selden daha büyük olaylara hazır olunmamalıdır mı diyorsunuz?
İstanbul, çok sıradan doğa olaylarında büyük felaketlere yol açmaya aday bir kent. İstanbul’un her metrekaresi doğal affet alanına dönüştürüldü. İstanbul’un doğa olaylarına karşı hiçbir koruması yok. Bütün Türkiye kentleri böyle. Son on yıldır sistemin kendisi doğal felaket haline gelmiştir. Bu sorgulanmadan hiç bir şey değişmez, yeni politikalar üretilemez. Üretilse de bir işe yaramaz.
Kentte yaratılan değer, toplumsallaşmalıdır
»Nasıl bir yerel yönetim ve kentleşme öneriyorsunuz?
Yerel yönetimin demokratikleşmesi ve şeffaflaşmasının kentleşmeyle yürütülmesi gerekir. Kararlar, kent halkının doğrudan katılımıyla alınmalıdır. Kent toprağını ele geçiren tapu sahibi, o toprak üzerinde tek başına tasarruf sahibi olmaktan çıkarılmalıdır. Yıllardır kamunun ortaklaşa kullandığı yeşil alanda, tapu sahibiyle belediye rant paylaşımına giderek bir sabah iş kuleleri dikiliyor. Buna son verilmedir. Bir başka önemli nokta da, kent planlaması kâğıt üzerinde yolun, parkın nereye yapılacağına karar verme meselesi değildir.
»Kent planlamasını nasıl tanımlıyorsunuz?
Gelecek tahayyülü, geleceğin toplumunu yaratma tasarımıdır. Kent planlaması, sosyal, kültürel, ekonomik ve toplumsal ilişkileri birlikte ve bütünlük içinde ele almak durumundadır. Toplumsal ölçekli bir iştir. Sadece mimar ve mühendislerle sürdürülemez. Bütün kesimlerin katıldığı, kendi kendini yönettiği ve denetlediği bir araç olmaLI. Bunun mekanizması kurulmak zorunda. Hiçbir yöneten, yönetilen yabancılaşmasının yaşanmadığı, doğrudan karar ve denetim mekanizmalarının olduğu özgürlükçü bir yerel yönetim anlayışının yeşertilmesi gerekiyor. Özgürlükçü yerel yönetim anlayışının üzerinden yükseleceği politik zemini, kent toprağının değişim değeri yerine kullanım değerini geliştirmek olmak zorunda.
»Toprağın kullanım değeri nasıl geliştirilecek?
Üretilemeyen 3 kaynak var: Toprak, su, hava. Bunlar dışında her şey üretiliyor. Kentlerde bunların ranta dönüşmesi engellenmeli. Engellendiğinde kentlerin kullanım değeri artar, değişim değeri azalır. Bu, özel mülkiyetin sınırsız kullanılmasının engellenmesi anlamına gelmektedir. Kentte yaratılan değerin toplumsallaşması gerekiyor. İkinci bir konu ekolojik açıdan, tarihsel açıdan, kültürel açıdan değeri olan alanlar mutlaka yapılaşma dışında tutulmalıdır.
Kent hukukuna
ve mahkemelerine ihtiyaç var
»CHP ile AKP arasında dere yataklarının imara açılmasıyla ilgili bir tartışma yaşandı.
Bu tartışma değil, iki parti arasında kayıkçı dövüşü yaşanıyor. Bunu bir örnekle açıklamaya çalışacağım. Son beş yıl içinde İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde beş binden fazla imar tadilatı geçti. CHP hem belediye meclisinde hem de imar komisyonunda yer alıyor. Hangisiyle ilgili dava açmış? Bir tane örnek gösterilemez. TMMOB ve bağlı odalar tarafından bu tadilatlarla ilgili açılan yüzlerce dava var. Mesela yüz bin ölçekli İstanbul Metropolitan Plan’nın iptal davası Mimarlar Odası tarafından açıldı, CHP nerede?
»Kadir Topbaş sel sonrası açıkça yurttaşları suçladı. Bu nedir?
Buna benzer açıklamalar büyük bir samimiyetsizliğin ve pişkinliğin göstergesi. Kadir Topbaş iki dönem İstanbul, bir dönem de Beyoğlu belediye başkanlığı yaptı ve bütün bu imar tadilatların altında imzası var.
»Mesela TIR parkına izin veren, iş merkezlerine izin veren Topbaş değil mi?
Ben size başka bir örnek vereyim. Atatürk Havaalanı’nda, Sefaköy, TIR parkı, Ayamama deresine giden büyük bandı düşünün, buraların kent imar planlarına göre yapı yasağı vardı. Çünkü hem dere kenarı, hem de dakikada bir uçağın kalkıp indiği uçuş koridoru üzerinde.
»Bu ne zaman değiştirildi?
Başbakan Erdoğan’ın belediye başkanı olduğu dönemde; Bahçelievler imar planlarının yapıldığı dönemde değişti. On yıl içinde üç kilometrelik bir bant, iş, medya ve alışveriş merkezleri haline getirildi. Bu bantta Varan ve Ulusoy firmalarının garajı var. İstanbul belediyesinin kararıyla meşru ve yasal olmayan bir biçimde imara açıldı.
»Nasıl?
Belediye meclisinde karar aldın mı iş tamam, hayır böyle değil. Çünkü bunlar evrensel kurallara, şehircilik ve planlamaya aykırı. Örnek vereyim EGS Holding’in bulunduğu alanla ilgili 1997 yılında dava açtık. Ağaçlandırılacak alan imara açıldı. Davayı kazandık ama mahkeme kararını uygulayacak kurum ve merci yok.
»Başka uygulanmayan kararlar var mı?
TMMOB’nin kazandığı ve mahkeme kararlarının uygulanmayan birçok dava var. Türkiye’de kent hukuku yok.
»Ne demek kent hukuku?
Belediyenin kararına karşı dava açılıyor, dava bitene kadar inşaat bitiyor. Karar uygulanmıyor. Kararı uygulamayanlar hakkında suç duyurusunda bulunuyorsunuz, yine de sonuç alınmıyor. Biz meslek odaları, kent hakkı diye yeni bir şey savunuyoruz. Kentte yapılan herhangi müdahaleye karşı açılan bir dava sonuçlanan kadar, bu müdahalenin durdurulmasını savunuyoruz. Bunun Anayasa’da yer almasını istiyoruz. İdari mahkemelerin karar vermesi yıllar alıyor. Kent hukukunu işletecek, klasik mahkemeler yerine, içinde meslek örgütlerinin, üniversite ve konunun uzmanı olan kurumların temsilcilerinin yer aldığı mahkemeler olmasını öneriyoruz. Mesleki bir mekanizmadan söz ediyoruz.