AKP’nin Kürt Açılımı, toplumun değişik kesimlerince büyük bir hararetle tartışılıyor. Bu yazı yazıldığı sırada, açılım tartışmaları alenileştikten sonraki ilk MGK toplantısının sonuçları daha kamuoyuna yansımamıştı. Toplantıdan ciddi bir sürpriz çıkması ihtimal dahilinde değil.
Onbeş gündür hükümet toplumun değişik kesimlerinin önerilerini not alıyor ve ne olduğu belli olmayan atılacak adımların toplumsal atmosferini hazırlamakla meşgul görünüyor. Bu çalışmaların sonunda ne çıkacağı merak ediliyor.
Ancak burnumuza pis kokular geliyor. AKP’nin seçim hesapları yaptığını gösterir çok fazla sayıda belirti var. H‰l‰ güven verici bir adım atmış değil. Aksine son iki gündür AKP çevresinin kışkırttığı muhataplık tartışması ve PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın açıklayacağı yol haritasına ilişkin takındığı tutum, çok fazla umut vaat etmiyor.
Sürecin uzaması soru işaretlerinin çoğalmasına ve başlayan tartışmanın içinden çıkılmaz bir hal almasına yol açabilir. Bu doğrultuda bazı işaretler ortaya çıktı. Bunlar hükümeti daha fazla ürkütüyor, ya da daha sonra bahane olacak nitelikte gelişmeler.
İki hafta önce Milliyet Yazarı Hasan Cemal, ‘Büyük İş Dünyası Farkında mı?’ başlıklı iki gün süren bir yazı yazdı ve soruya olumlu yanıt verdi. Bunda şaşılacak veya yanlış bir şey yok.
Şaşılacak şey ve gözlerden kaçırılmaması gereken önemli bir ayrıntı ise Türkiye Sanayici ve İşadamları Derneği TÜSİAD’dan geldi.
Abdullah Öcalan’ın avukatlarının, TÜSİAD ile görüşme istemlerini Ertuğrul Özkök’e iletmeleri üzerine ‘kendilerine böyle bir talep gelmediğini’ belirten TÜSİAD Başkanı Arzuhan Doğan Yalçındağ, bu talebe kapılarının kabalı olduğunu, 29 Temmuz 2009 DTP liderini TBMM’de ziyareti sırasında açıkladı.
Ayrıca Kürt Açılımı’na ilişkin mesafeli duruşunu görüşme sonrası yaptığı basın açıklamasında hissettirdi. Kürt sorunu dememeye özen gösteren Yalçındağ, sürekli ‘bu konu’ tabirini kullanmayı tercih etti.
TÜSİAD yönetimi, bu tavrını Kürt açılımı çalışmalarını koordine eden İçişleri Bakanı Beşir Atalay ile yaptığı görüşme sonrasındaki basın açıklamasında da sürdürdü. Kürt sorunu, tanımını ağzına almayan Yalçındağ, sorunu ‘terör’ sorununa indirgeyen vurgularıyla hükümetin muhtemel açılımına mesafeli durmaya çalıştığı gözlerden kaçmadı.
1997 yılında Bülent Tanör’e ve 2001 yılında Seyfettin Gürses ile Süheyl Batum’a hazırlattıkları raporlarda, Kürt sorununun demokratik çözümüne dair öneri yapan TÜSİAD’ın yöneticilerinin tavırlarında değişikliğin nedeni ne olabilir? Kürt sorununun sadece demokratikleşme söylemiyle çözülemeyeceğini TÜSİAD da biliyor olsa gerek. Patronların sorunun çözülmesini istemediklerini veya sorunun Kürt sorunu olduğunu bilmediklerini, düşünebilmek mümkün mü? Bence hayır!
Kullandıkları dil ve sergiledikleri tavrın sorunun çözümünü kolaylaştırmadığını, aksine zora soktuğunu göremeyecek kadar gözlerini para hırsı bürümüş TÜSİAD yöneticilerinin. Bu tavırla, AKP’ye ‘sen hep kendi patronlarını nemalandırırsan benden istediğin açık desteği rüyanda görürsün’ mesajı vermek istemiş olmasın? Ama TÜSİAD’ın bütününün bu tavrı ne kadar benimsediği de bir başka konu.
‘Bu konu ve bugün acil sorun, terör sorunu’ gibi sözlerin çözümsüzlüğü derinleştiren ve milliyetçi dalgayı dirilten bir sözler olduğunu gözardı etmek sorumsuzluktur. Sorunun adını koymaktan imtina edenler, doğru çözümü bulamazlar. Bu tür yaklaşımlar istemeyerek de olsa son günlerde yeniden artan asker uğurlama bahanesiyle milliyetçi gösterilerin veya iki gün önce Gaziosmanpaşa’nın Karadeniz mahallesindeki gibi faşizan kalkışmanın toplumsal zeminini güçlendiriyor.
Deniz Baykal bu konudaki ilk raporu 1989 yılında hazırladı. Eski raporlar bir işe yaramıyor. Esas olan bu tarihsel momentte nasıl tutum alındığıdır. Her iki tutum da sürecin gelişimini kolaylaştırmayan, riskleri artıran tutumlardır. Yalçındağ’a rağmen süreci AKP ilerletebilir mi? Çok zor, ikna edilmesi ise daha kolay.
21 Ağustos 2009