17 Ağustos 2009
Hakan Tahmaz
Farklı Sesler/BİRGÜN
“Pazarlık yapıldığında güvensizlik oluşur. Devletin kırmızıçizgileri olmamalıdır. Ortak, olmazsa olmazımız eşitlik ve özgürlük olmalıdır. Mesela bizden üniter devlet istemediğimizi kanıtlamamız isteniyor. Bu nasıl olabilir. Bayrakla bir sorunumuz yok diyoruz. Hâlâ bu, sorun olarak karşımıza çıkıyor. Bu kışkırtmadır. Bu karşıdakini zorlamaktır”
Kürt Sorunu’nda yeni bir fırsatın doğduğu bu günlerde, 1999 yılında, PKK lideri Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla iyi niyet göstergesi olarak Türkiye’ye gelip teslim olan İkinci Barış Grubu üyelerinden Aysel Doğan, on yıl cezaevinde yattıktan sonra on gün önce tahliye oldu. Aysel Doğan, PKK saflarına 1980 öncesinden katılmış eski bir öğretmen. 1980 sonrası üç yıl cezaevinde yatmış. Cezaevinden çıktıktan sonra öğretmenlik yapmamış. 1991 yılında HEP ile SHP’nin ittifak yaptığı seçimlerde, Dersim’den bağımsız aday olmuş, çok az bir oy farkıyla seçilememiş. 1994 yılında Avrupa’ya yerleşmiş. Türkiye’ye dönene kadar sürgünde kurulan Kürt Parlamentosu üyeliğini yapmış. Kürt hareketini iyi tanıyan Aysel Doğan ile on yıl sonra Türkiye’yi nasıl bulduğu, Kürt Açılımı’nı ve Kürtlerin beklentileri konuştuk.
»Önce geçmiş olsun. On beş yıl sonra Türkiye’de neler değişmiş?
Çok müthiş değişim olmuş. Ciddi gelişme yaşanmış. Başta Kürt Sorunu artık her boyutuyla tartışılabiliyor. Kürt Sorunu’nun varlığı, yokluğu, nedeni tartışılırken, şimdi çözümü tartışılıyor. Bu büyük bir değişiklik ve gelişme. İkincisi Türkiye aydınının bir anlamda hakimliğe hazır oluşu beni çok etkiledi. Aydınlar toplumun aynı zamanda vicdanıdır. Bu nedenle söylenen her söz çok önemli ve değerlidir. Aydınlarda da büyük değişim var.
»Cezaevinden çıktıktan bir gün sonra bölgeye ve Berçelan Yaylası’nda gitmişsiniz. Bölge insanında nasıl bir değişim gördünüz?
Halk artık, taraf olma noktasını aşmış. Bölge insanı, kendini sorunun ve çözümün öznesi ve öncüsü olarak görmeye başlamış. Daha önce böyle bir şey yoktu. İnsanlar daha edilgenlerdi. Artık insanlar, “çözeceğiz, yapacağız” tarzında konuşmaya başlamış. Özellikle kadınlarda büyük değişim var. Bana bu topraklara barışı kadınlar, analar getirecek gibi geliyor. Onlarda müthiş bir enerji varlığı olduğunu gördüm. Bütün olumlu ve ciddi gelişmelere rağmen hala insanımız devlete güvenmiyor. Bir güvensizlik var. Halkımız tedbiri elden bırakmak istemiyor.
»Bu güvensizliğin kaynağı nedir?
Geçmişteki pratiklerden kaynaklı. İnsanlar doğrudan yaşamış bir sürü şeyi.
»Sözünü ettiğiniz güvensizlik bugünkü sürece ilişkin mi yoksa daha genel bir şeyden mi söz ediyorsunuz?
Sözünü ettiğim bugünkü sürece ilişkin bir güvensizlik. Ama bugün yalnız olmadığını, en azından Türkiye aydınının büyük bir kısmının kendisiyle birlikte olmasını görmesi, geçmişe göre daha fazla güven duygusunu geliştirmiş. Artık bu sorun sadece bizim sorunumuz değil, noktasına gelmişler, bu çok olumlu. Berçelan Yaylası’na kadınlar gelmişti. Bundan insanlarımız büyük bir mutluk duyuyor. Geçmişte bu tür şeylere bizimle dayanışmaya geliyorlar diye bakılırdı. Şimdi ortak sorunumuza karşı birlikte mücadele ediyoruz diye bakıyorlar. Yani Kürt Sorunu’nu insanlarımız yalnızca Kürtler’in sorunu olarak görüyordu, şimdi hepimizin sorunu olarak görüyor. Bu çok ama çok önemli bir gelişme. Eskiden biz Kürtler, yakaladığımız her dostumuza, ne kadar ezildiğimizi ve zor durumda olduğumuzu anlatırdık. Şimdi bu değişmiş, artık insanlarımız hep birlikte ne kadar kötü ve zor durumda olduğumuzu konuşuyor. Birlikte çözüm bulmaya çalışıyor. Bunu görmek beni çok sevindirdi. Böyle düşünen insanlar diğer taraftan bizden dikkatli olmamızı ve bizden istenen her şeyi yapmamamızı istiyor.
»Bu güvensizliği ortadan kaldıracak demiyorum, kıracak acil adım veya adımlar ne olabilir?
Barış pazarlıkla olmaz. Pazarlık yapıldığında güvensizlik oluşur. Devletin kırmızı çizgileri olmamalıdır. Ortak, olmazsa olmazımız eşitlik ve özgürlük olmalıdır. Mesela bizden üniter devlet istemediğimizi kanıtlamamız isteniyor. Bu nasıl olabilir. Bayrakla bir sorunumuz yok diyoruz. Hala bu sorun olarak karşımıza çıkıyor. Bu kışkırtmadır. Bu karşıdakini zorlamaktır. Dolayısıyla bu güvensizlik yaratıyor. Bugün yapılması gerek ilk iş, operasyonların durmasıdır. Geçenlerde biz kadınlar Berçelan Yaylası’na barış nöbeti tutmaya gittik. Ama diğer taraftan aynı yerde aynı zamanda gençlerimizin cenazesini kaldırıyoruz, taziyesinde bulunuyoruz. Bu ortamda barış olabilir mi? Bu durumda insanların geleceklerine güvenle bakması beklenebilir mi? Böyle olmaz.
»Şubat ayından bugüne bir süreç gelişiyor. Başbakan’ın, daha önce isimlerini ağzına almadığı DTP’lilere bir iki gün önce nazik bir üslupla hitap ettiği bir süreç gelişti. Gelişen bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
Geriye dönülmesi imkânsız ve olumlu bir sürece girildi. Buradan geriye dönüldüğünde çok farklı şeyler olur.
»Bugün söylenen sözlere az çok benzeyen süreçler geçmişte de yaşandı. Mesela Özal döneminde benzer eşiğe gelindi. Bugün ne değişti?
Geçmişte devlet barışa fazla hazır değildi. Gerçekleşseydi bir başlangıç olurdu. Doğrusu o dönem barışa biz de tam hazır değildik. Bu devletle, PKK’nin barışı değil. Aynı zamanda Türkiye’nin de barışı. O zaman toplum barışa yeteri kadar hazır değildi. Bugün bütün taraflar için ciddi değişim ve gelişme söz konusu. Bugün bütün taraflar barışa hazır. Artık eski dönem kapanıyor, kapanmak zorunda. Sadece PKK istediği için veya devlet istediği için barış olmaz. Bütün aktörler ve toplumsal kesimler istediği için barış olacak. Gecikmiş bir süreç başladı. Hala sorunun inkâr boyutu var.
»Kast ettiğiniz sorun adının konulmaması mı?
Zaman, zaman Kürtlerin ne istediği soruluyor. Bu durumu algılayamamaktan kaynaklanıyorsa burada bizimde eksiliğimiz olduğunu düşünebilirim. Ama başka kasıtlarla bu soruluyorsa burada sorun oluşur. Kürtler’in bugüne kadar neden ayaklandığı bilinmiyor mu? Biliniyor. Neden, sonuç ilişkisinden bakıldığında Kürtler’in ne istediği ortaya çıkıyor. Otuz yıl insanlar savaşmış, sonra çıkıyorsunuz, “ne istiyorsunuz?” diye soruyorsunuz. Bu oldukça anlamsız bir soru. Siyaseten de, etik olarak da anlamsız bir soru. Devletin bunu sorması oldukça problemlidir. Çünkü otuz yıl önce bu mücadeleye başladığımızdaki koşullarda bir değişiklik olmamış, nedenlerimizde bir şey değişmemiş. Otuz yıl benimle savaşmış devletin bana ne istediğimi sorması durumunda, devletin benimle neden savaş sürdürdüğünü bilmediği sonucu çıkar. Bu normal koşullarda mümkün değil.
»Kürt Açılımı hazırlıklarını koordine etmek üzere İçişleri Bakanı’nın görevlendirilmesinin hükümetin tasarrufuyla sınırlı bir şey olmadığı biliniyor. Bu durumda, Bakan’ın konuya ilişkin yaptığı açıklamalarda Kürt Sorunu tanımını kullanması, sözünü ettiğiniz algılayamamada bir ilerlemenin işareti sayılır mı?
Böyle sayılır. Bu bir devlet sorunudur. Hükümetin bu konuda bazı adımları atması için yol verildi. Ancak hükümetin tek başına becerebileceği çok bir şey yok. Devletin kurumlarının tamamının ortak davranması gerekiyor. Siyaset bunun sözcülüğünü yapabilir. Bu ne kadar sağlanacak bilemiyoruz.
»İcişleri Bakanı herkesle, her kesimle görüşerek toplumsal mutabakatla adım atacaklarını söylüyor. Kürt Sorunu’nda, MHP ve CHP’nin tutumunu dikkate aldığımızda bu mümkün mü?
MHP ve CHP yerinde duruyor ama tabanları, üyeleri eski yerlerinde durmuyor. Bu iki partinin tabanları partililerin genel merkezleri gibi düşünmüyor. Bu iki partinin genel başkanlarının Türkiye için de, kendileri için de iyi şeyler yapmadıkları ve doğru yerde durmadıkları bir gerçek. Tabanlarına rağmen gerilim siyaseti izliyorlar. Ama treni kaçırdılar. Bugüne kadar ciddi olarak karşı karşıya gelmemiş olanları, bu saatten sonra karşı karşıya kimse getiremez. Ben tabanların zorlayarak daha pozitif bir noktaya geleceklerini düşünüyorum. Bu nedenle sorunuza mümkün olabilir yanıtını vermek istiyorum. Kürt hareketinin, Türk halkıyla bir sorunu yok, olmadı, olamaz da. Mutabakat bu partilerden daha çok, sivil toplum örgütleriyle, aydınlarla, toplumun kanaat önderleriyle, üniversitelerle yapılması gerekiyor. Hükümetin bu kesimlerin destek ve önerilerinden yararlanması gerekiyor. İçişleri Bakanı’nın basın açıklaması, bunun önünü açtığı için de önemlidir Bütün barışlar böyle olmuştur. Yoksa savaşanlar pazarlıkla barış yapmamışlardır. Yalnızca devlet ile PKK masada anlaşarak barış gelmez.
»Demokratik örgütlenmeleri veya solun bu sürece katkısı nasıl olabilir?
1970’lerden itibaren solu izliyorum. Hiç istediğimiz gibi olamadık. Olsaydık barış on yıl, beş yıl önce olurdu. Sol katkı sunmak istiyor ama, otuz yılda yaşananları, gelinen noktayı ve gelişmeleri dikkate almıyor. Kendince tarif yaparak rol üstlenmeye çalışıyor. Kanımca bu olamayacak bir şey. Sol bu sorunda yol haritasını Kürt hareketiyle birlikte ortaklaşa yapmalıdır. Bu yol birlikte yürünmelidir. Otuz yıl sonra biz de varız demek devrimci hareketin tarihine de yakışmaz. Kürtler’e rağmen Kürtler’in sorununu kimse çözmeye kalkmamalıdır. Daha fazla bir şey söylemek istemiyorum, daha yeni çıktım.
***
‘Öcalansız Kürtler ile barış olmaz’
»Abdullah Öcalan’ın açıklayacağı yol haritası merakla bekleniyor. Basında açıklamanın içeriğiyle ilgili yorumlar yapılıyor. Siz Kürt hareketinin içinden gelen bir insan olarak Öcalan’dan sürpriz bekliyor musunuz?
Abdullah Öcalan’ın on yıldır söyledikleri var. Bunları tekrarlamayacak ama çok yeni şeyler de söylemeyecek. Uzun dönemdir söyledikleri içersinde en anlaşılabilir ve uygulanabilir olanları söyleyecek. Bunu da kendisi söyledi. “Bugüne kadar söylediklerimi pratiğe döken yol haritası hazırlıyorum” diye. Temel istem olan eşitlik ve özgürlüğün sağlanmasına, nereden ve nasıl başlanırı içeren bir yol haritası olacak. Kürt hareketinin bugünkü istemleri en geri noktadadır. Söylenenleri pratikleştirecek, söylenmeyen bir şey beklenmemelidir. Ancak mutlaka bu sürecin gelişmesine hizmet edecek, bir yol haritası sunacak. Bu mutlaka değerlendirilmelidir.
»Silahlı PKK güçlerinin sınır dışına çekilmesini isteyecek mi?
Bunu bilemiyorum. Ama beklediğim bir şey değil. Burada bir başka noktaya dikkat çekmek istiyorum. Bu talebi aydınlar, siyasiler çok dillendiriyor. Ama sanırım söyledikleri önerinin ne anlama geldiği üzerine fazla düşünmüyorlar. Çekinilmesi istenen topraklar bir başka ülkenin toprakları. Siz kendi topraklarınızda istemediğiniz insanların başka ülkenin topraklarına gönderilmesini istiyorsunuz. Sonra da o ülkeden bu insanları topraklarında barındırmamasını istiyorsunuz. Bu bence çelişkidir. Ayrıca 1999 yılında bunu PPK kendi iradesiyle denedi. Üç yüzden fazla insanımızı yitirdik. Bu öneriyi yapanlar bunları düşünmüyor.
»Devletin kırmızı çizgisinden söz ettiniz. Kürt hareketinin kırmızı çizgisi var mı?
Bizim eşitlik ve özgürlük dışında kırmızı çizgimiz yok.
»Bugün bir gazetede ortaya atılan iddiaya göre, DTP’nin, yol haritası açıklandıktan sonra “artık muhatap Öcalan’dır” diyeceği yazıldı. Ahmet Türk’ün yerini Öcalan’a bırakacağı ima ediliyor. Böyle bir şey olabilir mi?
Bu iddianın hiçbir gerçekliği yok. Bizzat Öcalan, “hükümet kimi muhatap alırsa alsın, yeter ki çözüm noktasında samimi olsun” açıklamasını kısa süre önce yaptı. Bizim bu noktadaki kırmızı çizgimiz “Öcalan’ı yok saymak ve açıklanan yol haritasını hiçbir biçimde dikkate almamaktır.” Biz, AKP ile DTP arasında başlamış olan diyalogun derinleşmesini istiyoruz. Ancak Öcalan’ın da yok sayılmasını Kürtler kabul etmez. Mesela “af olsun ama, Öcalan’ı kapsamasın” gibi öneriler yapılıyor. Bütün otuz yıllık savaşın hesabını, Öcalan’dan soracaksınız, barışın sağlanması için özel sorumluluk yükleyeceksin, sorun çözüldüğünde de Öcalan’ı kapsam dışı tutmaya çalışacaksın. Bunu kimse kabul etmez. Adil bir yaklaşım da değildir. Ancak sizin ifade ettiğiniz gibi bir kırmızı çizgimiz olamaz. Öcalan’ın söylediklerinin esas alınıp, alınmadığı önemlidir. Barış samimiyetle isteniyorsa, Öcalan’ın önerileri mutlaka dikkate alınmalıdır. Öcalan, orada dursun, biz Kürtler ile barışalım yaklaşımını bizim kabul etmemiz mümkün değil. Bu olamayacak bir şey.
***
‘Barış için geldik’
»Avrupa’dan kaç arkadaşla birlikte geldiniz?
Biz sekiz kişilik bir grupla geldik.
»Hepiniz tahliye oldunuz mu?
Benimle birlikte altı kişi tahliye oldu.
»Diğer ikisi?
Diğer iki arkadaş Hacı Çelik ve Haydar Ergün ile ben on sekiz yıl ceza aldık. Şartı tahliye yasasına göre üçümüzün de birfiil on yıl yatınca çıkmamız gerekiyordu. Diğer iki arkadaşın infazları disiplin cezası aldıkları için yakıldı, üç buçuk yıl daha yatacaklar. Son anda keyfi uygulama yapıldı. İşte bunlar güvensizliği pekiştiriyor. Biz barış için geldik, on yıl yattık. İnsanlar nasıl güvenecek.
»Avrupa’dan hangi duygu ve düşünceyle geldiniz?
Çok büyük umutlarla geldik. Barış sürecini hızlandıracağımızı düşünüyorduk. Olmadı. Barışın hemen olmayacağını biliyorduk. Ama daha ciddi adımların atılabileceğini düşünüyorduk. Biraz geç de olsa bugün atılıyor. Bunda da bir payımızın olduğunu düşündüğüm için mutluyum. Önümüzü açsalardı, gruplar gelmeye devam edebilirdi.
»Cezaevindeki arkadaşların özel isteği oldu mu?
Eski cezaevi psikoloji yok artık. Barış süreci cezaevindeki arkadaşları etkilemiş durumda. Bu nedenle bu sürecin gelişmesi için çalışmamda hepsi ısrarcı oldu. Daha önce “şuraya git, şunu yap, şunu gör” denirdi. Bu kez böyle bir şey demediler. “Çalış, çalış” dediler. Ben de sözümü tutuyorum Tahliyemden bir gün sonra Berçelan Yaylası’nda kadınların barış nöbetine katıldım. Barış için geldim, barış için çalışacağım.