Deprem insan öldürmez, insanı bina öldürür
Hakan Tahmaz
Farklı Sesler BİRGün
”Afete karşı toplumsal örgütlenme gerekir. Elli-yüz kişiye afet eğitimi vererek olmaz. Toplumu aktif özne yapmak gerek. Bu da bizdeki devlet ve yönetme geleneğiyle alakalı. Dolayısıyla, bizde afet veya kriz yönetimi anti demokratiktir. Bildik devlet mekanizmasına dayanarak işler”
Bin dokuzlu yılların son büyük doğal felaketi 17 Ağustos depremin onuncu yılında bir muhasebe yapmakta yarar var. Bunu bizzat sürecin dayanışma faaliyeti içinde yer alanlardan birisiyle yapmanın sayısız faydaları olduğunu düşündük. Biz de, on yıl, deprem bölgesinde gönüllü hukuk danışmanlığı yapan ve bu sırada geçirdiği trafik kazasından sonrası ciddi yaşam mücadelesi veren Erbay Yucak’ı tercih ettik. Yucak, bu süreçte aynı zamanda Depremzede Dernekleri’nin kurulmasına ön ayak oldu, evsizler hareketine hukuk danışmanlığı yaptı, Bir Umut Derneği’nin kurucularından ve kentsel dönüşüm çalışmalarına katkı sunuyor. Böyle toplumsal örgütlenme pratiklerinin zaaflarını açığa çıkmasına katkı sunduğumuz gibi aynı zamanda büyük İstanbul depremine hazırlıkları bu pratik içinden değerlendirmeye çalıştık.
»On yıllık deprem çalışmanızın mazisini bizimle paylaşır mısın?
Deprem sonrası bölgeye giden binlerce gönüllünün en büyük gruplarında biri de Dayanışma Gönüllüleri grubu olarak bizdik. Diğeri de AKUT’tu. Bunlar gibi onlarca gönüllü grup vardı. Dayanışma faaliyetinin birinci ayı dolduğunda bir dizi problemin devam ettiğini ve birçok yeni problem oluştuğunu gördük. Bu nedenle çalışmanın sürdürülmesine karar verdik.
»Siz kendinizi nasıl tanımlıyordunuz?
Biz daha çok mağdurların kendi örgütlenmelerini yaratmak gerektiğini düşünüyorduk. Bu nedenle depremzedelerin kendi örgütlenmelerini yaratmalarını teşvik edici bir çalışma yürüttük. Depremzedelerin örgütlenmesine dönük olarak, DEP-DER’lerin kurulmasını ve onların hayatlarını kolaylaştırıcı işler yaptık.
»Bu dernekler ne iş görecekti?
Amaç, var olan veya ortaya çıkan sorunların çözümünün bizzat kendi yerel güçleriyle gerçekleşmesini sağlamaktı. Örneğin hukuksal sorunların çözümünde yerel barolarla çalışılması, mesleki sorunların, meslek örgütleriyle birlikte çözülmesi gibi. Yani bizlerin devreden çıkararak o örgütlenmeler aracılığıyla bunun sürdürülmesini amaçladık.
»Dayanışma gönüllüleri dışında sizin gibi uzun süreli kalan grup oldu mu?
Gelenlerin böyle bir şansı yoktu. Bizim sürdürmemizin nedeni, depremzedelerin örgütlenmesini sağlamayı amaç edinmemiz. Diğerleri ilk anda yapılacak dayanışma faaliyetlerini gerçekleştirmek için bölgeye geldi. Biz Gölcük depreminin deneyimiyle, Düzce depremi sonrasında yıl sonuna kadar Kaynaşlı’da, Düzce’de bulunduk. Sonra da on yıl, zamanımın büyük bölümünü bölgede danışmanlık yaparak geçirdim.
»Size benzer gönüllü çalışma yürüten başka kimse var mı?
Bildiğim kadar yok.
»Ne türden çalışmalar yürüttünüz?
Afet dönemlerinde, yardımlaşma eğiliminin oturduğu şöyle formatlar var. Diyelim ki afet oldu, arama kurtarmacı aramasını yapar. Bunu en profesyonel AKUT ile Zonguldaklı maden işçileri yapıyor. İkincisi, yiyecek, giyecek gibi yardımların dağıtılması, üçüncüsü, daha çok psikolojik destek sağlanan dayanışma faaliyetleri; kriz merkezlerinin örgütlenmesi, çadır kentlerin kurulması, enkazların kireçlenmesi gibi faaliyetler ilk aylarda herkesin uğraştığı faaliyetler. Bir kısım gönüllüler, bu işlerin hepsiyle ilgilenirken, bir kısmı seçtikleri faaliyetlerle ilgileniyor. Bu tamamen gönüllü kuruluşun ya da grubun kendine biçtiği rolle ilgili bir şey. Bunların bütünüyle ilgilenmekten çekinmedik. İhtiyaçların bizi yönlendirmesine izin verdik. Çok daha uzun süre kaldık. Gördük ki, insanlar ilk elden yeme, içme gibi ihtiyaçlarını çözse, çadırına geçse bile de daha ortada onlarca ihtiyaç var.
»Mesela?
Örneğin çocuklar bahçede, okulda, geniş alanda oynamaya alışmış. Çadır kentlerin sınırlı alanında yaşamaya uyum sağlamaları oldukça zor oluyor. Biz üç ay çocuk çadırları çalışması yaptık.
»17 Ağustos depreminin onuncu yılında nasıl bir muhasebe yapılabilir?
Birincisi, depremin ilk bir ayında ortaya çıkan sorunlar var. Diğeri, uzun yıllara yayılan sorunlar, gönüllü hukuk danışmanlığı yapmamız nedeniyle tanığı olduğumuz, çeşitli yaratılan, çözülen, çözülmeyen, idarenin sorun çıkardığı, yardımcı olduğu çeşitli sorunların pratiği üzerinden muhasebe yapılabilir. Bu sürede insanların hak, hukuk meselelerine dair, ciddi probleminin olduğunu gördük. Çadır kentlerde yaşarken, konutların yapılma sürecinde, çadır kentlerin yönetimi gibi hususlarda, yerel örgütlenmelere ihtiyaç olduğundan hareketle Depremzede Dernekleri kuruldu.
Depremzede Dernekleri, bütün bunları ve hasar tespitinden, kalıcı konut meselesine, imar sorunundan, kayıplardan sorumluluk davalarına kadar her şeyi kendisinin konusu etmeye çalıştı. Süreç, bu pratiğin doğru olduğunu ortaya çıkardı. Sadece mağdurların, siyasi partilerde bağımsız, kendi örgütlenmeleri eliyle, idareye ve siyasi iktidara karşı taleplerini dillendirmelerinin hem meşru hem de kolay ve gerçekleşebilir olduğunu gördük.
»Kaç tane Depremzede Derneği kurdunuz?
Yalova, Ulaşlı, Halidere, Değirmendere, Gölcük, İzmit, Adapazarı ve Düzce’de kurduk. Bunların bir kısmı süreç içersinde faaliyetlerini sona erdirdi. İzmit ile Düzce on yıldır faaliyetlerini sürdürüyor.
»Dernekler ne tür sorun alanları belirledi?
Gelen yardımların dağıtılması konusunda problem vardı. Yardımlar depremzedeye ulaşmıyordu, dağıtımda keyfiyet vardı. İkinci önemli konu, hak sahipliği sorunu vardı. Konutu yıkılmış olanlar ya devletin yapacağı konutlardan yararlanacaktı ya da kredi kullanacaktı. Deprem sonrası çekip gidenler veya yaşanan travmanın etkisiyle bununla uğraşmamış olanlar, haklarının baki olduğunu düşünüyor. Bu nedenle hak sahipliği meselesi önem arz ediyordu. Hasar tespitleri keza önem arz ediyor. İnsanların prefabriklere veya çadır kentlere yerleştirilmesi ve insanca yaşamın olanaklarının sağlanması, geçici barınma alanlarının oluşturulması gibi sorunlardı. Derneklerin, en büyük katkısı imar planları konusunda olduğunu söyleyebiliriz. İmar planlarının ne kadar önemli bir şey olduğunu toplumla paylaştık. Çok insan, imar planının önemini kavradı. Depremzede Dernekleri sayesinde, depremzedeler, idarenin, nerelere imar verileceğini, nerelerden fay hatlarının geçtiğini bu planlara göre bilindiğini öğrendi. Ayrıca Depremzede Dernekleri sorumluk tanımında önemli kazanımlara yol açtı. Birçok dava kazanıldı.
»Nedir bu davalar?
Sorumluluğu sadece Veli Göçer gibi müttehitlerle sınırlandırılmasına karşı yürütülen hukuk davasıdır. Bu davalar sonucu bir hiyerarşi tarif edildi. Yerleşim yerlerini İmar ve İskân Bakanlığı belirliyor, imar planını belediye yapıyor, inşaatı da müteahhit yapıyor. Sorumluluğun da buna göre dağıtılmasını sağladık.
»Siz bu süreçte ne yaptınız?
Derneklerin gönüllü hukuk danışmanlığını yaptım. Hukukun, hak mücadelesi doğrultusunda gerçekleşmesine yardımcı oldum. İnsanlar sorumluluk davalarından ilk başta sonuç beklemiyordu.
»Sonuç alındı mı?
Davalar uzun sürdü ama beş yılın sonunda açılan davaların hepsi tazminat ödemeyle sonuçlandı. Yani sonuç alındı. Ceza davalarında aynı sonucu alamadık, araya zamanaşımı, paraya çevirmek gibi hususlar girdi. Bazı ceza davalarından mahkûmiyet kararı çıktı ama insanların vicdanlarını rahatlatan sonuç alınamadı.
»10. yılda geriye baktığımızda ne görüyorsunuz?
Devletin kriz yönetimi projeksiyonunun olmadığı ortaya çıktı. Toplumsal hayatı tanıyan ve bilen doktor, itfaiyeci, ilk yardımcılardan oluşan kurtarma ekibi örgütlenmesi geleneğinin olmadığı görüldü. Bu gelenek olmadığı için kaynak ve olanak dağıtımı “geldi, istedim verdime” dönüştü. Unutmayalım depremde yurtdışından ve yurtiçinden müthiş kaynak aktı. Ama müthiş israf da oldu. Örneğin geçici barınma yerlerinde önce çadır kentler yapıldı, sonra prefabrikler. Sekiz ay sonrada insanlara kalıcı konutlar teslim edildi. Aradaki prefabrikler bütünüyle israftı. İkincisi ise afet yöneticilerinin toplumla kurdukları bağ açısından ne kadar demokrat olduklarını gösteren önemli bir gösterge oldu. İhtiyacını belirtenin, fikrinin ne derece önemsendiğini ve ihtiyaçların hangi ölçülere ve insani kriterlere göre belirlendiği önemlidir. Kamusal yetki kullananların etkilenmeye kriz döneminde ne kadar açık oldukları, demokratikleşme açısından önemlidir. İhtiyacı belirlemede kriter olmayınca israf olur. Afete karşı toplumsal örgütlenme gerekir. Elli yüz kişiye afet eğitimi vererek olmaz. Toplumu aktif özne yapmak gerek. Bu da bizdeki devlet ve yönetme geleneğiyle alakalı. Dolayısıyla, bizde afet veya kriz yönetimi anti demokratiktir. Bildik devlet mekanizmasına dayanarak işler. Gerçek ihtiyaç sahibine ulaşamaz. Sahiplenmeme durumu aynı zamanda adaletsizlik duygusunu geliştiriyor.
»Konut sorunu çözüldü mü?
Deprem sonrasında devlet kiracı, ev sahibi ayrımı yapmadan isteyene kira yardımı, isteyene geçici barınma alanlarında kalma hakkı verdi. Bu doğru bir uygulamaydı. Konut sorunu tam da burada çıktı. İnsanları mülk sahibi olma esasına göre ayırdı. Bizim evsizler çalışması da buradan çıktı. Mülk sahibi olanlara konutları yaptı, teslim etti. Gerisi prefabriklerde kalmaya devam ediyor. Yıkılan konut sayısına göre konut yapılması gerekiyor. Kirada oturanlara önerilen bir şey yok. Aslında afet yasası, afet bölgesinde insanların hayatlarının berhava olmasına göre değil ihtiyaca göre düzenlenmelidir.
»Sorunlar çözüldü mü?
İzmit’de çözüldü sayılır, Düzce’de de arza tahsisi yapıldı. Bazı davalar devam ediyor, bazı davaların Danıştay sonucunu bekliyoruz.
»Yıkılan konutlarla ilgili elinizde bir veri var mı?
Resmi bilgilerin dışında bir şey yok. Bir de bu bilgiler sürekli güncellenir. Hasar tespitine açılan davaların sonuçlarına göre bu sayılar değişir. Böyle çok dava var.
»Depremden sonra bölgeden göç durumu nedir?
Mülksüzler ve kendine olanak yaratanlar kendilerini daha özgür hissettikleri için bölgeden ayrıldı. Bu da ciddi bir yekûn tutuyor. Özellikle başka bir yaşam tercih şansı olanlar bunu yaptı. Örneğin depremin birinci yılında duvarlarda “Adapazarı’nı seviyorum terk etmeyeceğim” sloganları yazılıydı. Ama süreç böyle işlemedi. 17 Ağustos depreminin ortaya çıkardığı büyük bir gerçek kamunun yasal mevzuata uygun davranmadığıdır.
»Bu nasıl olmuş?
Yerleşim yerlerinin belirlenmesinde ve imar planlarının çıkarılması sürecinde deprem bilinebilir bir şeydir. Buna uygun önlem alınmaması kamu idaresinin sorumluluğudur. Yargıtay bunu tespit etti. Bu da bina meselesinin rant haline gelmesinin doğal sonucu oluyor. Yine afet kanununun daha insanileştirilmesine ihtiyaç olduğu ortaya çıktı.
»İnsanileştirmekle neyi kast ediyorsunuz?
Deprem aynı zamanda bir travma ise, dava açma, hak sahibi olma gibi konuların süreleri, bu dikkate alınarak belirlenmeli. Bu nedenle ciddi sorunlar yaşandı. Ceza davaları konusunda daha merkezci bir tutuma gerek olduğu ortaya çıktı.
»Merkezi idare tutum alamadı mı?
Evet alamadı. Çünkü ortada neredeyse bütün kamu görevlilerini kapsayan bir görev ihmali ve suçu var. Adalet Bakanı bu nedenle merkezi tutum alamadı. Yapanın yanına kar kalmadığı bir sistem ve tutum sergilenmelidir. En popüler ifadeyle deprem insan öldürmez, insanı bina öldürür gerçeğinden hareket edilmelidir. Suçu caydırıcı tavır ve önlem alınmalıdır. Binaların imalatından denetimine kadar sorumluk vardır. Bunun üstü örtülmeye çalışıldı.
***
‘Ölümü tattım’
»Bölgede on yıl bir hayat yaşadın. Bu sürede geçirdiğin trafik kazası nedeniyle çok ciddi hayati tehlike atlattın. Geriye dönüp baktığında kişisel olarak ne sonuç çıkardın?
Bir kere trafik kazasızla ölümü tattım. Öte tarafa gidip geldim. Dolayısıyla toplamda hayat muhasebesi yapma fırsatım oldu. İyileştikten bir ay sonra evsizler toplantısına gittim, imece evleri projesini tamamladım. Yaptığım muhasebe bana devam etme cesareti verdi. Bu toplumu yöneten egemenler, topluma kötü davranıyor, insani, demokratik bir davranış göstermiyorlar. Muhaliflerin de, kendi değerleri bakımında sorunları demokratik çözme ve daha içerden bir ilişki kurma konusunda başarılı olduklarını söylemek mümkün değil. Muhalifler şöyle bir durumda kalmış. Mesela demokratikleşme çerçevesinde vesayet tartışmasında hükümet üzerinde, yargının ve askerin vesayeti söz konusu. Aynı biçimde vesayetten şikâyet edenler, toplumu vesayet altına alıyor. Toplumun demokratikleşmesiyle devletin demokratikleşmesini birlikte ela almak gerekiyor.
Reel sorunlara karşı bir adanmışlık duygusuyla karşı duruyorsanız bunun bu toplumda bir karşılığı var. Toplumun kendisiyle kurulan kalbi ve akli ilişkiye karşı nankörlüğü ve riyakârlığı yoktur.
***
Parası olan depreme hazırlık yapıyor
»Bu iki büyük deprem deneyimden sonra İstanbul depreme ne kadar hazır?
İstanbul depremine hazırlık sınıfsal eksende yürüyor. Parası olan üniversitenin döner sermayesine parayı yatırıyor, deprem testini yaptırıyor. Sonuçlara göre gerek görüyorsa oradan taşınıyor. Kamusal hazırlıktan çok bireyin kendisinin maddi gücüne göre hazırlandığı bir süreçten söz edebiliriz. İkincisi idare, bu hazırlıkları alenileştirmiyor. Çünkü insanların tüketim eğilimlerine etki yapmasını istemiyor. Mülk sahipleri ve tüketim eşyası satanlar bunu istiyor. Deprem gerçeğini bilen mesela buzdolabını değiştirmeyebilir. Başka bir sorun kamu yönetimi konutlara yönelik hazırlık yapmıyor, sembolik olarak, okul, hastane, viyadük gibi yerde yapıyor.. Buna dönük mimarlar ve inşat mühendisleri odasının ciddi itirazları olduğunu bilelim. İnsanlara yaygın olarak, deprem çantası ve hayat üçgeni anlatılıyor. 17 Ağustos depremi sonrası başka bir şey daha ortaya çıktı.
»Nedir?
İlk yardım eğitiminin yediden yetmişe kadar herkese, aktüel bilgilerle verilmesinin zorunluluğu. Enkazdan bacağı kırık bir insanın nasıl çıkarılacağının veya korunacağının bilinmediğini gördük. Trafik kazasında doğru ilk yardım bilgisiyle hareket edilemediği için Aydın Menderes’in sakat kalmasını akıllardan çıkarmamak gerek. Böyle onlarca örnek verebilirim. Kısacası kamu ilk yardım eğitimini ciddi vermiyor. Yapı envanterini çıkarmıyor. Buna uygun bir altyapısı yok. Meslek odaları da kamuya baskı yapan ve toplumu yaygın bilinçlendiren bir iş yapmakta eksik davranıyor.
»İstanbul’un depreme hazırlanması için yapılması gereken üç şey nedir?
Birincisi, olası depreme dair jeofizikçilerin ve jeologların teknik bilgileri var. Buna göre daha kötü zeminlerden başlayarak yapıların elden geçirilmesi gerek. Mesela kentsel dönüşüm diye bir iyileşme süreci var, bu rant süreci olmaktan çıkarılmalı. İlk muhatabı bu tür zeminler olmak durumunda. Toplu kullanım mekân ve alanlarına öncelik verilmeli. Son olarak da demokratik, yaygın ve ilk yardım bilgisiyle donatılmış afet örgütlenmesi oluşturulmalıdır. Belediyeler bunu sorun görüyorsa, festivallere ayırdıkları bütçenin yarısını ayırsa bir sürü sorun çözülür.