SOSYALİST DEMOKRASİ İÇİN YENİ YOL DERGİSİ
TEMMUZ – AĞUSTOS 2009
Dünyayı saran ekonomik kriz, toplumsal çatışmalar, yolsuzluklar, yoksulluk ve savaşlar insanların en temel haklarından mahrum kalmalarına yol açıyor. Diğer taraftan, küreselleşen dünyada “başka bir yaşam, başka bir dünya” özlemi ise hızla büyüyor ve yaygınlaşıyor.21. Yüzyılın felaketi olan küresel ekonomik kriz, kapitalizmin sonunu getirebilecek potansiyeli bağrında barındırıyor. Küresel kriz, dünya için büyük riskler içerdiği gibi bazı yönlerden de çeşitli olanaklar sundu€u bir gerçek. Bu süreçte dünya kapitalizmin sonunu hazırlayan siyasal ve toplumsal gelişmeler yaflanıyor. Birçok ülkede sosyal adalet, barış, eflitlik ve özgürlük isteyen siyasal güçler ya iktidar oluyorlar, ya da siyasetindeki etkilerini güçlendiriyorlar. Bu başarının siyasal aktörleri, yılların mücadele deneyimi ve birikimiyle küresel dünyanın gerçeklerine uygun bir tarzda bunu elde ettiler. Bu yola girmeyi beceremeyen ülkelerden biri de Türkiye. Türkiye sosyalist hareketi bırakalım üzerindeki ölü toprağı atıp kendine gelmeyi, her gecen gün pozisyon yitiren, gerileyen bir konumda, siyasetin dışına savrulmuş ve dağınık durumda. Çeyrek yüz yıldan fazla bir zamandır, bu dağınıklığı aşmak ve etkili siyasal odak yaratmak için atılan adımlar başarısızlıkla sonuçlandı.
Toplumsal çözülme ve çürümenin derinleştirdiği bir süreçte, bunun nedeni olan AKP hükümetinin politikalarına, tutarlı ve sistemli direniş gösterecek, tarihsel birikime sahip sosyalist sol, hiçbir derde merhem olamıyor. Kendi geçmişiyle yüzleşmiyor, geçmişinin mirasını bugüne taşıyamıyor ve küreselleflen dünyanın gereklerine uygun mücadele geliştiremiyor. Bu görevin üstesinden gelme amacıyla 13 y›l önce kurulan ÖDP, uzun zamandır siyasete devre dışı kalmış durumda. ÖDP, Türkiye sosyalist hareketinin tarihinde örgütsel ve politik olarak yaşadıklarıyla en önemli ve en büyük birikimi sahip politik odak. ÖDP’nin 13. yıllık tarihi, aynı zamanda 80 sonrası Türkiye sosyalist solun, birlik serüvenidir.
Birlik arayışları ve yenilgi
Sosyalist solda 80’lerin son çeyreğinden başlayan birlik arayışların sonuna gelindi. 12 Eylül darbesi sonucu güçsüzleşen sosyalist hareketin, siyasal alanda “etkili” konumunu yeniden yakalamak için bir araya gelme, birleşme fikri 1980 sonrası en geçerli akçesi oldu. Türkiye sosyalist solunun yanlış temellerde ve eksende bölünmüşlüğü gerçeğini kavranamadan, birlik arayışları güçsüzlüğe çare olarak gündeme geldi.
Politik ve ideolojik yenilgisini çözümleyemeyen sosyalist sol, doğal olarak örgütsel olarak bir araya gelerek geliştirdiği irili, ufaklı birliklerle oluşan istisnasız bütün siyasal buluşmaların sonu başarısızlık oldu. Zaten sorunu 12 Eylül öncesinin pozisyonunun yitirmiş olmasına indirgeyen yaklaşımla başka bir sonuca ulaşmak sürpriz olurdu.
Esasında sosyalist hareketin yeniden yapılanma sorunu, geçmişteki yanlış temellerde bölünmeyi gidermek, politik ve örgütsel birikimi, reel sosyalizm deneyimi ışığında bir araya getirmektir. Bunun önüne, bir an önce etkili güç olma amacı geçirildi€inde, güçsüz olanlar›n “bitleri kanlandığında” doğal olarak, eski dogmatik, sekter ve rekabetçi anlayışları yeniden, yeniden depreşti.
1986 yılında Mehmet Ali Aybar’ın çağrısıyla başlayan sosyalist solda birlik arayışları, Kuruçeşme Tartışmaları, Devrimci Sosyalist Blok, Sosyalist Birlik Partisi, Birleşik Sosyalist Parti ve Geleceği Birlikte Kuralım gibi isimler olarak ayrı, ayrı yürütüldü. 1996 yılında kurulan ÖDP, bu arayışlar zirvesine ulaştı.
ÖDP’yi, kendinden önceki arayışlardan ayıran iki en önemli özelliği var. Birincisi ÖDP’nin kuruluşuyla, geçmişin eleştirisi üzerinden sosyalist solda yeniden yapılanmaya ihtiyaç duyan 1980 öncesinin bütün çevre ve bireylerinin birlikteliği gerçekleşti. İkincisi de, ÖDP, salt sosyalist solun birlik projesi olarak doğmadı. Aynı zamanda 12 Eylül sonrası yeniden yükselme trendine giren toplumsal hareketlerin ortak politik kanala akmasın› amaçladı. Yani ÖDP, toplumsal hareketlerle, sosyalist solun aynı politik noktadan buluşması projesi olarak gerçekleştirildi.
Buna rağmen, ÖDP’de, salt sosyalistlerin projesi olarak bakanlarla, salt toplumsal muhalefetin ortak politik zeminde buluşması olarak görenler arasındaki parti içi çatışma ve tartışma hiçbir dönem eksik olmadı. Hatta 6. Konferans ve kongre (Haziran 2009) sürecini değerlendirdiğimizde de bunun izlerini görmek mümkündür.
Ayrışmanın başlangıcı
ÖDP üzerinden bütün yönleriyle anlaşılmış, hem fikir olunmuş bir proje olarak doğmadı. Aksine “kervan yolda düzülür anlayışıyla” hareket edildi. Çoğulculuğu ve pozitif ayrımcılığı esas alan örgütlenme anlayışı, çalışma ve siyaset yapma tarzına dönük açılımlar, politik yenilenmenin geliştirilememesi nedeniyle, sürdürülemedi ve derinleştirilemedi.
Rejim krizi yaşanan bir dönemde kurulan ÖDP, bu krizin yarattığı çatlakları derinleştirerek yaratılacak sol dalgayla siyasal alanda etkili olmayı amaçladı. 1999 seçimlerinde aldığı 260 bin oyu başarısızlık olarak değerlendiren gruplar, “ÖDP’yi kuran gruplardan, ÖDP’nin gruplarına” dönüşmeye ayak dirediler ve eski grupsal varlıkların› korumayı, partinin geleceğini inşa etmeye tercih ettiler. Bu durumun en iyi örneği, 2. Büyük konferansta parti içi grupların hemen, hemen her konuda ayrı önerge vermesi, toplam 56 adet politik karar önergesi sunmasıyla rekor kırılmasıdır.
Yine 2. konferansta bağımsızların açtığı “Kararlar Uygulanmak İçin Alınır, Yazılmak İçin Değil” pankartı, alınan kararların uygulanmıyor olmasıyla sınırla bir şikâyeti göstermiyordu. Partinin politik ve örgütsel inşa, aidiyet duygusu ve “ortak akıl” yaratmada tereddütlü davrandığını ve buna parti kurullarının da direnç gösterdiği iddia ediliyordu. Ne yazık ki, bu ve buna benzer uyarıları partiyi yönettiği düşünen grup ve kişiler, hiçbir zaman ciddiye almadı. Bu ciddiye almama tutumunun, projenin sonunu getirdiğini söylemek abartılı olmaz.
Sonuçta ÖDP’nin, politik ve örgütsel inşasında yeterli başarı elde edilemediği için, sürekliği olan ve büyüyen bir mücadele de geliştirilemedi. ÖDP’nin en önemli özelliği olan, politik çoğulculuğunu içselleştiren bir üye yapısına kavuşamadı ve bunu örgütsel mekanizmasında da işleyen bir canlı ilkeye dönüştüremedi. ÖDP, “grupların partisinden, partinin gruplarına” geçemedi. İç gerimler süreci şekillendirdi.
Bu gerilimli dönemde, sosyalist hareketin tarihinden gelen sektarizm hastalığı ÖDP’yi de sardı. Politik farklılıkların ortaya çıkardığı tartışmalarda gruplar, politik hegemonyalarını sağlamak ve kolay yönetilebilir bir örgüt yaratmak için “ayak bağı olarak gördüklerinden kurtulmak” yolunu tercih ettiler. Eskiden olduğu gibi önce ayrıflmaya karar verildi, sonra gerekçesi yaratıldı.
ÖDP’nin, çoğulculuğun gereği olarak farklılıklarla aynı örgütsel yapı içinde yer alma temel ilkesi derhal terk edildi ve tüzükte anti demokratik değişiklik yapılarak muhaliflerden kurtulma yolu seçildi. Yıllarca birinci TİP, Dev- Genç ayrılığının yanlışlığını anlatanlar, yaşadıkları ilk anlaşmazlıkta yine aynı yolu seçerek, geçmişten ders çıkarmadıklarını, gösterdiler. Bunun mimarı olanlar, bugün “yeni sol” parti kurma iddiasıyla yola çıkarken bütün bu geçmişin tekrarlanan hatalarından arınmışlarcasına ahkâm kesiyorlar.
Burada bir parantez açarak belirtelim, ÖDP krize çok kısa zamanda girdi. Çoğulcu parti anlayışının içselleşmesini sağlayacak deneyim yaşanmadan kriz oluştu. Ortaya ç›kan politik ve örgütsel sorunları, günübirlik önlemlerle aşmaya dönük çabalarla geçen üç yılın sonunda, başvurulan anti demokratik uygulamaların, ÖDP’de, derin zihinsel kırılma yarattığı kısa süre sonra görüldü ama anlaşılamadı.
Tarzı siyaset ve sağa çark
Daha sonraki süreçte de parti içinde ortaya çıkan her sorunda, ilk krizde olduğu gibi demokratik zeminler zayıflatılarak aşıldı. Parti içi demokrasi güçlendirerek aşılmadı. Aksine parti hukuku ve parti içi ilişkiler tarumar edilerek aşılmaya çalışıldı. 3 Kasım 2001 seçimlerinde yapılan, ÖDP-Sema Piflkinsüt ittifakıyla yürütülen seçimlerden başarı edilememesi üzerine, Ufuk Uras ve arkadaşlarının görevlerinden istifa etmelerindeki dayatmacı tutumları, daha önce Sosyalist Eylem Platformuyla yaşanan krizde de etkili olmuştu. Parti organlarının haberi olmadan, Sema Pişkinsüt’le protokol imzalayarak hazineden alınacak parayı üleşmeye çalışmak da, 3 Kasım seçimlerinde DEHAP ile yapılan ittifakın Ufuk Uras’ın seçilebilir yerden aday gösterilmemesi üzerine bozmak da aynı zihniyetin ürünü oldu. Bu nedenle ikbal avcılığını, hiç kimse Kürtlerle dayanışmak diye kimseye yutturamaz. Bugün, ikbal avcılığını Kürtlerle dayanışma diye sunanlar, önce partinin kuruluş toplantısında HADEP Genel Başkan Yardımcısını neden konuşturmadıklarını, Sultanahmet Meydanında yapılan “Ne Şeriat, Ne Darbe” mitinginde, HADEP Genel Başkanı Murat Bozlak’›n üzerine neden yürüdüklerini, 3 Kasım seçim ittifakını, “Öcalan kanalıyla devletin bozdurduğunu” parti yayınında yazacak kadar ileri gitmelerini izah etmeleri gerekmez mi? Başkalarını günahkârlıkla suçlayanlar, önce kendi günahlarından arınmalıdırlar.
Partinin kurumsallaşamamasının yarattığı sonuçlarda biri de, Ufuk Uras ve arkadaşlarının kendilerini vazgeçilemez sanmaları ve parti organlarının yerine kendilerini ikame etmeleri oldu. 5. Büyük Konferans (Şubat 2007) sonrası başlayan sorunların temelinde de bunu görmek mümkün.
1999 seçimlerinden arzulanan başarıya yakalamamış olunmasının siyasal sarsıntısıyla “ÖDP’nin solunda bir şeyin kalmadığını ” keşfeden Ufuk Uras ve arkadaşları, Deniz Baykal’dan memnun olmayan sosyal demokratları içeren yeni bir politik proje oluşturmanın zeminlerinin olgunlaşmasını beklemeye başladılar. Bu süreçte kontrol edebilecekleri bir ÖDP’nin varlığını bu arayışlarda ellerini güçlendiren bir unsur olarak gördüler. Kurulların bilgisi dışında Erdal İnönü’yle görüşme, DİSK, KESK, TMMB ve TTB üzerinden siyasal proje yapma ve “10 Aralık Hareketi”nin toplantılarına katılmak bu yönelimin bir parçası olarak gündemde gelmişti. Aslında bu arayış partinin kuruluşunda tartışılan “emek egemen parti” ve “emek ağırlıklı parti” tartışmasındaki sosyal demokrat parti anlayışına yakın “emek ağırlıklı” parti anlayışının hayata geçirilmesiydi. Bugün de aynı arkadaşları bunu yapmaya çalışıyorlar.
Ancak gözden kaçmaması gereken bir detay, Ufuk Uras ve arkadaşlarının bu çalışmalarına ne yazık ki, bugün parti içinde kendilerini Devrimci Dayanışmacılar olarak adlandıran arkadaşlardan bazıları, farklı saiklerle de olsa destek verdiler.
Bilindiği gibi bu çabaların hiç biri tatmin edici sonuç vermedi ve ÖDP krizini aşmanın eşiğine geldiği bir dönemde, “ellerinin altındaki olanağın kaçmakta” olduğu zehabına kapılan Ufuk Uras ve arkadaşları, altı yıl sonra kaldıkları yerden devam etmek üzere yeniden ÖDP’ye “döndüler”. Yeniden döndüler diyorum, çünkü bu ekip görevlerini bıraktıktan sonra, ÖDP faaliyetlerine destek vermekten özenle sakındı. “Birarada yaşamı savunalım” kampanyasına, 1 Mart Ankara mitingine, 2004 yerel seçimlerine, “Gelme Bush” kampanyasına ve Kürt sorununda başlatılan yurttaş girişimine destek vermedikleri gibi parti yayınlarına yazı yazmamayı da ilkesel bir tutum olarak belirlediler. Adaletli davranmak için ısrarlarımız sonunda bir arkadaşın programın yenilenmesinde yoğun emek harcadığını belirtmek gerek.
PM’ ye verilen Muhtıra
Bu geriye dönüşle ÖDP’nin siyaset alanındaki yerini ve yönelimleri de yeniden tartışılmaya başlandı. Örgüt kurumlarının işletilmesi ve parti organlarının kararları yerine, Ufuk Uras ve arkadaşlarının kişisel tercihleri, ÖDP’ye yeniden yön vermeye başladı. 28 Mayıs 2007 akşamı, PM’ne, DTP listesinden bağımsız aday olmak için Ufuk Uras’ın kendi tabiriyle verdi muhtıra ile “ya benim ikbal avcılığımı ve ÖDP içinde başkalarının Truva atı olmama izin verirsiniz ya da ÖDP’yi bitirim, ben varsam ÖDP vardır” dayatması 6. Konferansta sonuçlanan ayrışmanın ilk adımı oldu. Aynı biçimde 1 Şubat 2009 tarihinde olağanüstü konferansın toplanması da bu zihniyetin ve dayatmanın sonucu oldu. Ufuk Uras ve arkadaşları partiyi istedikleri gibi yönetmek için bir kez daha kendilerini dayatarak, olağan kongreye 3 ay kala ve yerel seçimler öncesinde, siyasi partiler yasasına yaslanarak olağanüstü konferans topladılar.
Ufuk Uras ve arkadaşları konferans çağrısı yapmakla, parti hukukunu, parti içi demokrasiyi ve partinin politik çoğulculuğunu içlerine sindiremedikleri, özümsemedikleri gösterdiler. Konferans ise, yeni bir Deniz Baykal yaratmanın eşiğinden döndü ve ÖDP’nin kendi gücüne güvendiğinde nelerin yaşanabileceğini gösterdi. Böylece, CHP’nin başından ayrılmamak için direnen Deniz Baykal’a, bir çuval dolusu laf edenlerin, CHP kadar büyük güç olduklarında, parti içi demokrasiyi nasıl ayaklar altına alacaklarını ve her türlü kirli ilişkiler içerisinde yüzebileceklerini anladık. Bu yönüyle 22 Temmuz seçimlerinden sonra ÖDP’de yaşanan krizin, sosyalist sol, için erken uyarıcı bir işlev gördüğünü söyleyebiliriz.
Kısacası Ufuk Uras partisine muhtıra vererek milletvekili olmayı becerdi ama dayatmacı ve kişi merkezli sekter davranışın bedelini ÖDP’den istifa etmekle ödedi. Kuyunun dibinde olduğunu düşündüğü 10 yıl birlikte siyaset yaptığı partililere el uzatmamayı tavsiye ederken, şimdi kendisi, piyasacılardan, statükoculardan ve YDH kalıntılarından düştüğü kuyudan kurtarılmasını bekliyor.
ÖDP’de yeni dönem
ÖDP, ilk krizini aşmak için bulduğu yöntemi, daha sonraki krizlerde de uygulayarak, parçalana, parçana yeni bir döneme girdi. Kurulduğu dönemde solda yaratmaya çalıştığı değerlerden ve sosyalist sola kazandırdığı birçok özelliğinden kopma, uzaklaşma eğilimine girdiğini söylemek gerek. Hiç kimse “ÖDP, yoluna devam ediyor” iddiasında bulunacak durumda değil. Böyle bir iddia öncelikle ciddi bir inandırıcılık sorunuyla karşı karşıya kalmaya mahkûmdur.
ÖDP projesi, esas olarak SEP’ un ve SEH’nın ayrılmasıyla akamete uğramıştır. İkinci büyük kırılma olan Ufuk Uras ve arkadaşlarının ayrılmasıyla Emek sinemasında başlayan sosyalist solun birlik serüveni ömrünü tamamlamıştır. Özetle sosyalist solda birlik arayışı döneminin kapandığını söylemek mümkündür. Tabii ki, bir daha sosyalist solda birlik arayışı söz konusu olamaz gibi saçma bir belirleme yapılamaz. Toplumsal ve siyasal etkisi olmayan küçük birlikler gerçekleşebilir. Ancak bunların da kısa dönemde yeni ayrılıklar gündeme getireceği kesin gibidir. Çünkü ÖDP projesinin sonuçsuz kalması aynı zamanda sosyalist solda birlik fikrinin zayıflamasına ve kadrolar›n›n geçmişteki politik pozisyonlarına daha fazla sarılmasına ve Türkiye sosyalist hareketinde yeni geliflen çoğulcu parti fikrinin yara almasına neden olmuştur. Bu yaralar›n kapanması ve sosyalist solda yeniden yapılanma ihtiyacının canlanması bir dönemin kapanmasıyla olabilir. Bu da dünya çapında yeni sosyalist dalganın Türkiye sosyalist hareketini etkisi altına almasıyla ve Türkiye’de toplumsal hareketlerin ciddi ölçüde, istikrarlı bir kabar›fla geçmesine paralel yepyeni bir “genç kuşağın” gelmesiyle gerçekleşebilir.
Artık, ÖDP yeniden yapılanmanın adresi değil, yeniden yapılanmaya 13 yılda biriktirdikleriyle, programatik zeminiyle önemli katkı sunabilecek bir siyasal öznedir. Bunun anlamı, ÖDP’nin, istense de eski dogmatik, sekter, tekçi sosyalist yapılara benzeme şansının olmadığıdır. 13. yıllık ÖDP, kesin bir biçimde sosyalist solda derin iz bırakmıştır. Bunların silinip sökülmesi kolay bir şey değildir. Bu nedenle bugün, ÖDP’den ayrılanları, ÖDP’yi sıradanlaştırma, sosyalist solun diğer sekter, dogmatik yapılarıyla eşitleyen yaklaşımları veya arzularıyla hayatının gerçekleri uyuşmuyor. Kısa bir süre sonra bu arkadaşlar da bunun böyle olduğunu anlayacaklardır.
Tabii ki, dünyada hiçbir şey baki olmadığı gibi ÖDP’nin de kazanımları baki değildir. 13. yılda çeşitli düzeyde yaratılan kazanım, farklı siyasal yapılarda sürdürüleceği gibi ÖDP de zamanla bu kazanımlarından tamamen kopabilir. Bu da tamamen ihtimal dışı bir durum değildir. Bu açıdan 2009 yılı sonuna kadarki dönem, ÖDP’nin yönelimine ilişkin kanaat oluşturmak için yeteri kadar veri sunacaktır. Bu noktada 6. Konferans› baktığımızda daha uzun süre ciddi sorunlarla boğuşmaya devam etmek zorunda olduğumuz görülüyor.
Cesaret ve Özveri Gerek
İki yıldır iç krizle boğuşarak felç olan partinin yeni bir sayfa açabilmesi için önce geçmişiyle yüzleşmesi gerekiyor. Başkalarının günahları üzerine tartışmadan önce, partideki 13. yıllık hayatımızı sorgulamak ve kendi günahlarımızı tespit etmek durumundayız. Sosyalist solda bir gelenek halini almış olan “yanlışları, eksiklikleri kendi dışımızda arama kuralını” terk etmemiz gerekir. 13 yıl içinde neredeyse partinin beşte dördünün istifa etmesi yol açan bir süreçte her hangi üyenin günahsız kalması ihtimal dâhilinde olabilecek bir şey değildir.
Bu bakımdan ne parti meclisi raporunda, ne de konferans tartışmalarında ÖDP’de kalanların, hatalarına, eksikliklerine dair en küçük belirleme yapılmaması dikkat çekicidir. Hal böyle olunca, yaşananlarda ne kadar ders çıkarıldığı ciddi kuşkuya neden olmaktadır. Gidenler gitti, kalanlarla yürüyüşümüze devam edeceğiz basitli€inde sürece yaklaşmak, yapılabilecek en büyük hata olacak. En büyük devrimcilik, yaşananlardan ders çıkarabilmek ve yanlışların özeleştirisini dost ve düşmana karşı yapabilmektir. Ne yazık ki, bu süreçte bu konuda ciddi bir ketumluk söz konusudur. Sanki ÖDP’nin yaşadığı krizlerde Devrimci Dayanışma gurubunu oluşturanların hiçbir sorumluluğu yokmuş gibi davranılıyor. Bu ÖDP içindeki güvensizliği derinleştiriyor ve aynı yanlışların tekrarın önünü açıyor. ÖDP’nin, politik ve örgütsel olarak inflası gerçekleşmediyse buna partide kalanların büyük hataları yol açtı.
13 yıllık tarihten kopuş
Gelinen noktada, ÖDP’nin mirasına sahip çıkan, onun kazanımlarını yarınlara taşımayı hedefleyen ve ÖDP’nin sosyalist solda, değerler bakımından yaratmış olduğu tahribatı giderecek bir yol haritasıyla, yeniden infla edilecek ÖDP’nin, yeni ÖDP olması söz konusu olabilir.
Bu bakımdan 6. Konferans sürecinde, ÖDP’nin yenilenmiş programını ve tüzüğünü ciddiye almayan bir tarz ve çerçevede yapılan tartışmalar, ÖDP tarihinden bütünüyle kopma isteğini gösteriyor. Yenilenmiş programatik zeminden nasipsiz ve dolayısıyla ondan daha zayıf çıkan değerlendirme yazıları ve konuşmalar, bir kopuş arayışının işaretleri sayılabilir. Partinin mücadele hattını “antiemperyalist ve antikapitalist” sınırlara çekme çabası, programatik zeminden uzaklaşma eğiliminin veya böylesine bir tehlikenin varlığını işaretidir. Özelikle uzun bir dönemdir ülkede yaflan milliyetçileşmenin ciddiye alındığını gösteren her hangi bir emare söz konusu olmadan “antiemperyalist” mücadeleye yapılan vurgunun tonu, kimilerinde politik kaygıların oluşmasına yol açtı. Türkiye’nin içinde geçtiği politik süreç ve sosyalist solda güç kazanan “ulusalcı, Kemalist” eğilimler dikkate alındığında, milliyetçi kabarışı ciddiye almayan bir sosyalist hareketin enternasyonal olma şansı yoktur. Son iki yıl içinde sosyalist solda çok ciddi ve etkili olmasa da antiemperyalist ve emek eksenli mücadelenin öne çıkmasını savunan bazı çevrelerin, nasıl sosyal şoven bir siyasal çizgiye demir attıklarını hep birlikte gözlemliyoruz. Benzer bir biçimde emek eksenli mücadele hattının da altını kalın çizgiyle çizerken sınıf indirgemeci bir zihniyete kayma tehlikesinin varlığını da görmemezlikten gelemeyiz.
Etnik ve inanç temelli kimlik mücadelesini siyasal mücadelenin ana ekseni yapan sol liberallerden ayrışma kaygısıyla, aksi istikamete yapılan vurgular, savrulmalara yol açıyor. Kaldı ki liberallere tepkiyle belirlenen siyasal bir hattın baştan yanlış bir temelde yükseldiğini söylemek durumdayız. Son yıllarda sol liberallerin, sosyalist harekete karşı yürüttükleri kampanyayı ve toplumda kurdukları hegemonyayı alt etmenin yolu, tepkisel siyaset oluşturmakla olabilecek bir şey değildir. Sol liberalizme karşı mücadele ancak sağlam ideolojik donanımla ve etkin siyaset yapmayla mümkündür. İdeolojik mücadele konusunda ÖDP kadrolarının, yeterli donanıma sahip olmadıkları açık bir gerçek. Bunu dikkate almadan ve bunu giderecek önlemler almadan bu mücadeleyi kazanmak ise imkânsız. ÖDP kadroları, bu mücadelede ideolojik, politik olarak beslenecekleri parti yayından bile mahrumlar. Şayet ÖDP’nin politik ve ideolojik olarak donatılması isteniyorsa, bu soyut belirlemelerle olmaz, önce bu mücadelenin gerektirdiği araç ve gereçlere sahip olmak gerekiyor.
Sosyalist solda yenilenme iddiasıyla kurulan ÖDP’nin, 13. yıl sonra geldiği nokta bizzat ÖDP’nin kendisinin yenilenmesiyle sınırlı bir iddia olamaz. Bu Türkiye Sosyalist solun yenilenmesi anlamına gelmiyor. ÖDP, bu ayrışmalardan sonra artık Türkiye solunun ağırlıklı kesimin temsil etmiyor, aksine sosyalist solun ağırlıklı kesimi ÖDP dışında kümelenmiş durumda. Türkiye sosyalist hareketinin yenilenmesi iddiasını taşıyan unsurlarının en azından önemli bir kesimiyle, bu iddia doğrultusunda ortak çabaya yönelecek bir plana sahip olmadan, sadece ÖDP’nin yenilenmesiyle sınırlı bir çaba kuruluştaki iddianın terk edilmesi anlamına gelmektedir.
- Konferans tartışmalarında bu iddianın terk edildiğine dair işaretler mevcut. Yeni politik ve örgütsel görevler tarif edilirken bu dikkate alınmamıştır. ÖDP’nin önündeki en ciddi tehlike de bu olsa gerek. ÖDP, esas büyük problemi görmemezlikten gelerek etkili siyasal özne olamaz ve yenilenemez. ÖDP büyük problemi görerek kendini yenileme doğrultusunda attığı adımlarla sosyalist solun ve toplumsal muhalefet hareketinin ilgi ve umut odağı olabilir.
Bu noktada, TKP Genel Başkanın kongre konuşması ve Sol dergisinde yazılanlar, yeni ÖDP’nin nasıl algılanacağına ilişkin ciddi işaret olsa gerek. Antiemperyalizm vurgusunun baskın bir eğilime dönüşmesi ve bunun içinin enternasyonal bir yaklaşımla doldurulamadığı koşullarda sosyalistleri nerelere savurduğunu biliniyor olsa gerek. Bu açıdan gençlerin emperyalizme karşı mücadele azmini gösteren ateşli sloganların, partinin alameti harikasına dönüşmesi, ÖDP’nin politik çizgisinde kırılmaya yol açması kaçınılmazdır. Politik olarak bu da tercih edilebilir bir şeydir. Ancak bu durumda ÖDP, bugüne kadar sosyalist solda durduğu özgün yerini ve konumunu yitirmiş TKP ve Halkevlerinin çizgisinde duran bir siyasal güç olmayı tercih etmiş olacaktır. Bu ÖDP’nin sosyalist solda politik ve örgütsel yenilenme fikrini ve iddiasını terk etmesidir.
Konferansta kullanılan siyasal simgeler, figürler, atılan sloganlar ve bunlara ÖDP’nin eski ve yeni Genel Başkanlarından, kurucularına kadar geniş bir yelpazenin iştirak etmesi taşıdığımız kaygıları güçlendirmiştir. Çünkü siyasal kimliklerin şekillenmesinde görüşler kadar kullanılan simgeler, figürler ve siyaset tarzları da etkili olmaktadır. 12 Eylül öncesinin öğrenci gençlik derneklerin kongresini çağrıştıran bir konferanstan, ÖDP’nin siyasal kimliği hiçbir biçimde güçlenerek çıkamaz.
Politik ve Örgütsel inşa
Konferans delegasyonunda gözlenen gençleşme ve heyecan, ÖDP’nin yeni dönemine dair daha umutla bakmamıza vesile oldu. Çünkü yapmak istediğini yapacak enerjiye sahip olmayan bir mekanizma, çürümeye başlamıştır demektir. ÖDP’nin görüntüsü, ne yazık ki son bir yıldır böyleydi. Konferansta bir dinamizmin ve enerjinin varlığını görmek geleceğe umutla bakmamızı sağladı. Ancak bu enerjinin ve dinamizmin nereye yönlendirileceği konferans iradesiyle yine belirlenemedi. Konferans, partinin öncelikli görevlerini belirlemekte uzak tasarlandı ve sonuçlandı. Partinin tek belirleyeni ve yönlendireni konumunda olan Devrimci Dayanışma grubu, iç gerilime endekslenmiş, grup içi iliflkileri sağlamlaştırma ve düzenlemeyi temel alan bir konferans hazırlığı yaptı.
Konferans›n sadece parti içi ayrılığı netleştirmede bir işlev gördüğünü söylersek pek haksızlık yapmış olmayız. Bunun da önemli bir şey olduğu başka bir gerçek. Bu süreçte parti içi hukuku zedeleyen bir tarzda yapılan seçimler, alınan kararlar gelecekten ciddi politik sonuçları olacak uygulamalar olarak parti tarihine geçmiş durumdadır. Delegasyonun önüne seçilecek organ üyeleri kadar adayla ve netleşmiş az sayıda kararla çıkmak konferansı ve seçimleri anlamsız hale getiriyor. Yine Devrimci Dayanışma grubu dışında az sayıda delegasyonun kararlar konusunda iradesini şekillendireceği bir fırsat yaratmadan ya da buna olanak vermeden karar alınması ne kadar demokratik olabilir veya konferans iradesini yansıtabilir. Bugüne kadar yapıla gelen il başkanları ve delegasyon toplantılarının hiç birinin yapılmadan, sadece tek bir grubun toplantısıyla konferans düzenlemek hiçbir demokratik teamüle uymuyor. Bu biçimde konferans düzenlenmesi çoğulcu, demokratik yapıyı sarsmıştır.
Tüzük konferansı çözüm değil!
6.Konferansta alınan kararlardan biri de yeni bir tüzük konferansının altı ay içinde toplanmasıdır. Bu konferans gerçekleşirse ÖDP, 2009 yılında üçüncü konferansını yapmış olacak.
ÖDP’nin yaşadığı kriz veya tıkanma esas olarak politik sorunlar yumağından kaynaklanmıştır. Bu herkes tarafından kabul edilen bir görüş olmasına rağmen, bu doğrulta da hiçbir ciddi çaba ve üretime gitmeden tüzük kongresi toplayarak sonuç almaya çalışmak ne kadar gerçekçi olabilir. Kurulduktan sonra sürekli iç krizlerle boğuşan ÖDP’nin, bu krizlerine kaynaklık eden tüzüksel bir sorun olmasına ve iki kez tüzük değişikliği yapılmış olunmasına rağmen yeniden tüzük konferansı toplamaya çalışmak tren sallamaya devam etmektir. Aslında SEP krizi döneminde yapılan tüzük değişikliğinde örgütsel modelde ciddi değişiklikler yapıldı ama bunları bir teki bile bugüne kadar hayata geçirilemedi. Örneğin birçok itiraza rağmen tüzüğe konulan rotasyon ilkesine 6. Konferans sürecinde uyulmadı. Yine sekiz yıl boyunca bir tek çalışma ve yaşam birimi oluşturulmadı, bazı örgütlerin dışında üye güncellemesin gerçekleşmedi. Bütün bunlar, politik ve örgütsel infla perspektifine sahip olunmadan yapılacak düzenlemelerin hayata geçmediği gösteriyor. ÖDP’nin sorunu politikse, çözümü de politik olabilir. Sorunun politik çözüm yönü ortaya konulduğunda, örgütsel yapının buna yanıt verip veremediği, kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Bugün ÖDP, için böyle bir durum söz konusu değildir. Aksine ÖDP modeli, oldukça demokratik, katılımcı, ademi merkeziyetçi, şeffaf ve kolektif çalışmayı temel ilke edinmiş, geleneksel parti modellerinden farklı bir yapıdır. Sorun bu yapıya uygun çalışma tarzı ve örgütlenme anlayışının yaratılamamasıdır. Buna inanmayan kadrolarla hangi model uygulanırsa uygulansın örgütsel inşa gerçekleşemez. İnsanları heyecanlandıran örgütsel yapılardan daha çok fikirler ve başka bir yaşamın kurulabileceği ihtimalidir.
Tüzük konferansında yapılacak, muhtemel değişiklikler, partide uzun dönemdir tartışma konusu oldu€u biliniyor. Geri çağırma, organların alan ve birim kotalarıyla oluşması gibi öneriler, mevcut parti modelinde köklü değişikleri gerektiren, partiyi korporatif örgüte dönüştürme potansiyeli taşıyan önermeler. Ancak bu tartışmadan azade, mevcut modelin, herhangi bir pratikte test etmeden, değişikliğe gitmenin ne kadar doğru ve sağlıklı bir tasarruf olduğu tartışmaya değer bir konudur. Canlı mekanizmaya sahip olmayan, gerileme dönemine girmiş hiçbir siyasi yapının, örgütsel reorganizasyona giderek, krizini aştığı görülmemiştir.
Hiç kimse mevcut parti tüzüğün dört dörtlük bir model olduğunu iddia ediyor değil. Ama tüzüğün eksiklikleri ve aksayan yanları ancak örgütlenme pratiği içinde sınanabilir, ortaya çıkabilir. ÖDP’de, böyle bir süreç yaşamadığı için ezber haline gelmiş düşüncelerin sınayacağı yapı olarak ÖDP’nin seçilmesi büyük hata olmaktadır.
Önümüzdeki ilk altı ayı, tüzük tartışmalarıyla geçirmeyi planlamak ise ciddi bir politik öngörü sorunun varlığını gösteriyor. Türkiye’nin içinde bulunduğu siyasal sıkışma nedeniyle normal süresinden önce bir erken seçim olacağı çok aşikar. Seçimlerde ne türden taktik izleyecek olursa olsun, ÖDP’nin bugünkü haliyle seçime gidilmesi büyük bir felaket olacak. Hiçbir hazırlık yapmadan seçimin kapıya dayanması, 29 Mart seçimlerinin de yaflananları bize bir kez daha yaşatacaktır.
Sonuç olarak partinin infla sürecini tüzük konferansıyla başlatmanın ÖDP’nin en küçük derdine bile merhem olamaz. Zaman yitirmesine yol açacak bir tartışmaya enerji aktarmanın anlamı yoktur. Tüzükte mutlaka yapılması gereken tadilatlar, olağan konferansta yapılabilir. Uzun süredir siyasal etkisi kalmamış parti için yeni bahane üretmeye gerek yok. Bütün sorunlarına, eksikliklerine rağmen, ÖDP hâlâ solda büyük bir şanstır.
Sonuç
Artık partinin ciddi bir biçimde siyaset alanında cürümünü ispat etmesi gerek. ÖDP 13. yıllık kazanımları bir anda istense de yok edilemez. ÖDP’liler, iç tartışmaların, 13 yılda edindikleri kötü alışkanlıklarının gölgesinden kendilerini kurtararak, Genel Başkan Alper Taş’ın dediği gibi “söylediklerini yapan, yapacaklarını söyleyen” parti için enerjilerini seferber etmeliler. Memleketin meselelerini çözebilecek siyasal iradenin yokluğundan ve beceriksizli€inden şikâyet ederken, sosyalistlerin aynı duruma düşmesi biraz tuhaf olsa gerek. Sözüyle, eylemi bütünleşmemiş bir sosyalist partinin gidecek yolu yoktur
Sosyalist hareketin krizinin aşılması kısa süre içinden olacak gibi gözükmüyor. ÖDP, kendisine yöneltilen eleştirilere ciddiyetle yaklaşabildiği ölçüde bu krizin aşılmasında en etkili güç olacaktır. Bu yüzden ÖDP’nin soldaki ayrıcalıklı duruşunun derinleşmesini amaçlayan çalışmaya destek vermek bütün ÖDP’lilerin görevidir. Ancak bu görev ve sorumlu€un büyü€ü ise, yeni Genel Başkan ve onu Genel Başkanlığına taşıyan siyasal irade Devrimci Dayanışma grubundadır. 1996 yılında kurulan ÖDP’nin yeni dönemini, sosyalist solun büyük ihtiyaçlarına göre mi, yoksa kendi gruplar›n küçük ihtiyaçlarına göre mi infla edeceklerine karar verecekler. Bu karar aynı zamanda ÖDP’nin sosyalist solda var olan yapılardan biri mi olacağını, yoksa özgün yerini mi güçlendireceğini netleştirecek karar olacaktır.