Hiçbir şey eski gibi değil!

Munzur Festivali’nin son günü geniş bileşimle ‘Kürt Sorunu, Demokratikleşme ve Çözüm Önerileri’ başlıklı panelde sekiz konuşmacıdan biriydim. Konuyu farklı yönleriyle üç saat tartışmaya çalıştık.

Konu derin, konunun tartışılmak istenen yönleri geniş, panelistler insan kapasitesini oldukça zorlayacak derecede fazla, konuşmacılar da az laf ile çok şey anlatabilen cinsten olmayınca ister istemez sadece tartışmaya çalışmakla yetinmek zorunda kaldık.

Konuşmacıların çoğu sosyalist hareketin değişik bileşenlerinden olunca panel de doğal olarak renkli ve heyecanlı oldu. Sosyalist hareketin altmışlardan bugüne kadar çözemediği bir dizi sorunu birkaç saat içinde aşacak bir durum söz konusu değildi.

Konuşmacıların birçoğu, Kürt sorunu konusunda Türkiye’de seksen yıldır neredeyse hiçbir şey değişmediğini söyleyecek kadar hayattan kopuk değerlendirildi.

Özellikle bir hafta önce İçişleri Bakanı, basın toplantısı yapmamış veya hiçbir anlamı yokmuş gibi her şey yeni biçime bürünerek eskisi gibi devam ediyor değerlendirilmesi yapıldı.

Olmakta olanı doğru anlamadan, doğru politikalar geliştirmenin imkanı yoktur. Kısmi veya biçimsel de olsa yaşanan değişikliği anlamaktan uzak siyaset yapmanın ve devrimci mücadele geliştirmenin imkânı yoktur.

Bu yanlış bakış dünyada olup biteni kavrayamamaktan kaynaklandığı gibi öz güven sorununun da bir yansımasıdır. Sosyalist solunun büyük kısmı, içinde geçtiğimiz süreçte iki arada bir derede kalmış durumdalar.

Sosyalist solun, önemli bir kısmı kendini bir taraftan, Kürt hareketin yürüttüğü mücadele ve taleplerine sahip çıkma noktasında mecbur hissetmekte; diğer yandan Kürt sorunu diye ifade ettiğimiz farklı etnik kimliğe sahip olmanın doğal haklarının kullanılmasına izin verilmesi durumunun ancak devrimle sağlanılacağını savunuyor.

İnsanların etnik kimliklerinden kaynaklanan haklarının kullanılmasının kapitalist-emperyalist sistem içinde mümkün olmadığını savunuyorlar. Yani bir taraftan Demokratik Özerklik Projesi’ne sahip çıkıyor, diğer taraftan bu projenin hayata geçmesiyle Kürt sorununun çözülemeyeceği iddia ediliyor.

Bu arkadaşlara göre Irak’ta devrim olmuş olması gerekir. Çünkü Irak’ta yaşayan Kürtler bugün Kürt olmalarından kaynaklanan bütün haklarını sonuna kadar kullanıyorlar. Hatta Kürtler, kendileriyle birlikte diğer etnik kimliklere sahip kesimlerin haklarını kullanmalarının önünü de açmıştır.

Erbil’de yaşayan Kürt’ün, etnik kimliğinden kaynaklanan ezilme ilişkisi sona ermiştir ama sınıfsal ve sosyal konumundan kaynaklanan sömürülme ilişkisi devam ediyor. Tam da burası Kürt sorunu ile Kürtlerin sorununun ayrım noktasıdır.

Bir süredir tartışılan ‘yol haritası’, ‘Kürt Açılımı’ ve ‘AKP ile DTP arasındaki diyalog’ süreci bizi Kürt sorununun çözümüne pekala ulaştırabilir. Ama Türklerin sorunları nasıl varlığını sürdürüyorsa, Kürtlerin de sorunlarının varlığı devam edecektir.

Birçok okuyucu ‘bunu tartışmanın zamanı mı’ diyecek, duyar gibiyim. Tam da zamanıdır. Çünkü Türkiye solu, sol gösterip sağ siyaset yapmaktan şimdi dönmeyecekse ne zaman dönecektir?

Türkiye Cumhuriyeti tarihinde ilk kez gerçekleşen bu adı konmuş buluşmaya, kimi kendine sosyalist diyenler tereddütle yaklaşmaktadır. Bu anlaşılabilir bir şey değildir. Solcuysak bu görüşmelerin devamını arzulamak durumundayız.

Emperyalistlerin Ortadoğu’daki planı, yaratılan bu diyalog zemininin güçlenmesiyle, ters yüz edilebilir. Bu nedenle şimdi çetin geçecek mücadeleye hazırlanmak gerek. Barış sürecinin ne derece zor geçeceğini, kafatası milliyetçisi Devlet Bahçeli’nin ve yeni tip milliyetçi Deniz Baykal’ın görüşme sonrası verdikleri demeçlerde görmek mümkündür. Şimdi asıl bunlara karşı mücadele etmek durumundayız.

Bu nedenle her şeyin eski tas eski hamam olduğunu sananlar, ciddi olarak yanıldıklarını kısa sürede anlama şansına erişecekler.

9 Temmuz 2009