17 Nisan 2009
Günlerdir merakla Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un İstanbul Harp Akademisi’nde 14 Nisan Salı günü yapacağı konuşma beklendi. Konuşmayı televizyon kanallarının büyük kısmı canlı yayınladı. Konuşma çarşamba günü gazetelerin birinci haberi oldu ve köşe yazılarının çoğu Genelkurmay Başkanı’nın konuşmasını övdü.
Genelkurmayı dinleyen veya izleyen gazeteciler bayramlık çocuklar gibi şenlendiler. Çok alıntılı konuşması sonrasında, Başbuğ, büyük entelektüel ve ideolog ilan edildi. Böylece bizde entelektüel olmanın sırrının, tanınmış birkaç yazardan bolca alıntı yapmak olduğunu öğrendik.
Doğrusu bu ülke insanı çok müthiş. Genelkurmay Başkanı’nın bir konuşmasıyla adeta ‘devrim’in arifesindeymişiz gibi, Kürt sorununda barışın zili çalınmış gibi şenlendiler.
Aydınlarımız ve yazarlarımızın birçoğu, 21. yüzyılda hala askerin, ülkenin siyasal gündem ve sorunlarına ilişkin tavır ve görüş açıklamasını, siyasete, toplumsal yaşama yön vermeye çalışması olduğunu sorgulama gereği duymuyor ama liberalliği veya demokratlığı da elden bırakmıyorlar.
Hep bir ağızdan, ordunun başının, ilk kez alt kimlik, üst kimlik ayrımı yapmasını ve Kürt kelimesini telaffuz etmesini kutsuyorlar.
Aslında bu doğal. Çünkü toplumun büyük çoğunluğu ülkenin en güvenilir kurumu olarak kimi görüyorsa gazetecilerin, yazarların, aydınların büyük bölümü de o kurumun temsilcilerini kutsuyorlar.
Kutsama törenine katılanlar kendilerini konuşmanın albenisine öyle kaptırdılar ki, başlarını kaldırıp ülkede başka nelerin olup bittiğine bakmaya gerek dahi duymadılar.
Genelkurmay Başkanı tarafından Harp Akademisi’nde Kürt kimliğinin varlığı bir kez daha kabul edildiği saatlerde, Kürt kimliğinden kaynaklanan evrensel haklar üzerindeki yasakların kalkması için mücadele edenlere karşı askeri operasyon yapıldığının farkında değiller.
Hem de 1 Haziran’a kadar ilan edilen eylemsizlik kararıyla silahların susması için yeni bir fırsatın altın tepside sunulduğu bir süreç hiç hesaba katılmıyor. Yine ne tesadüf ki, konuşmanın yapıldığı günün gündoğumunda, 15 ilde, iki hafta önce yapılan seçimlerin rövanşını almak için düğmeye basıldığı, ‘cadı avına’ çıkıldığı görülmüyor.
Milli mutabakatla, DTP’nin tasfiyesi amaçlı referandumun sonucu, ortaya çıkan siyasal iradeyi yok sayma arayışlarının vardığı noktada, 50’den fazla DTP’li gözaltına alındı. Şafak vakti parti genel başkan yardımcılarının evlerinin basılması, onlara oy veren ahalinin sinir uçlarına basılması anlamına geleceğini göremeyecek kadar körleşmiş medya, yapılan operasyonu DTP’ye karşı, yapılmıyormuş gibi göstermenin telaşı içerisine girdi.
Gözaltına alınanların avukatlarının bin bir türlü çabayla elde edemedikleri bilgileri, ulaşamadıkları belgeleri, mahkeme tarafından konulmuş olan yasağa rağmen son iki gündür, aslı astarı olmayan belge ve bilgiler yayınlıyorlar. Nedense ‘bu nasıl iştir’ diye sorulmuyor. Hele ‘hoca efendinin sesi gazetesi’ son iki gündür, AKP döneminin başından itibaren olduğu gibi, emniyet müdürlüğünün haber bülteni gibi çıkıyor. İdeolojik kinini, hazımsızlığını bütün toplumsal kesimlere kustuğu gibi Kürtlerin üzerine kusmaya çalışıyor.
Örgüt şemaları yayınlıyor. Kimden ve nereden elde ettiği bilinmeyen bilgilerle yaptığı uydurma haberlerle, DTP’yi ve kimi Kürt kurumlarını zan altına sokmaya çalışıyor.
Kısacası bir taraftan ordunun ‘büyük açılım’ sevinci, diğer tarafta seçim sonuçlarına karşı ilan edilen bir tür savaş hali. Bunun kendisi uçurumun kenarında olduğumuzu göstermeye yetiyor.
AKP hükümeti ısrarla Kürtlere, ABD eski devlet başkanı Bush uyguladığı ‘benden olmayan düşmanımdır’ politikasının kötü bir kopyasını uyguluyor. Kürtlere ‘devletten yana, bölgede AKP’den yana değilsen Kürt değilsin’ diyor. Kürtler buna itiraz ettikleri için de, sandıktan alınamayan sonuç, baskıyla, yargıyla alınmak ve demokratik Kürt siyaseti tasfiye edilmek isteniyor.
Bu politikada milli mutabakat sağlamış olanları, AKP’nin tek parti diktatörlüğünden ya da Başbakan’ ın padişah olma isteğinden şikayet etmeye zerrece hakları yoktur. Bu nedenle AKP’yi durdurmak isteyenlerin öncelikle AKP ile yaptıkları Kürt sorunu konusundaki milli mutabakatlarını bozmaları gerekiyor. Yani Kürt sorununda barışa, DTP’ye şans tanımaları gerekiyor.
AKP’nin bölgeyi fethetmesine destek verenler veya sessiz kalanlar, sadece Kürt bölgesindeki yangını büyütmüyorlar, aynı zamanda ülkenin tamamının yangın yerine çevrilmesini desteklemiş oluyorlar.
Kürtlerin sandıktan çıkmış iradesini yok saymaya, bir gün, büyük felaketin kapısına geldiğimizde Kürtlerin, Laz fıkrasında olduğu ‘beni yok sayanı ben de yok sayıyorum’ dediğinde artık iş işten geçmiş olacaktır.