AKP ve gerçeklerle yüzleşme

10 Nisan 2009

AKP, 29 Mart’ta bölgede DTP’ye karşı, devlet, medya destekli referandumu yitirmiş olmayı kabullenemiyor.

Belli ki Başbakan, yakın çevresinde bulunan parti yöneticisi, danışman, milletvekili ve gazeteci dostları tarafından yanıltıldığını düşünüyor ama itiraf edemiyor. Başbakan’ın bunu itiraf etmesi demek, öncelikle bu politikaları terk etmesi, ardından bu çalışma arkadaşlarını kendi tabiriyle ‘kapının önüne koyması’ demektir. Bunları yapamadığına göre geriye, seçim boyunca izlediği gerginlik politikasını sürdürmek kalıyor.

AKP, uzun bir süredir bölgede gerginlik ve şiddeti tırmandırarak Kürtleri ‘kazanmaya’ çalışıyor. 22 Temmuz seçimleri sonrasında izlediği siyasetin ana ekseni bu oldu. 29 Mart seçimlerinden sonra Ağrı’da sonuçlara itiraz edenlere ve Amara yürüyüşüne katılan kitleye karşı başvurulan şiddet, AKP’nin seçimlerden ders çıkarmaya niyeti olmadığını gösterse gerek.

Başbakan, 29 Mart akşamı, sarf ettiği ‘herkes seçim sonuçlarından mutlaka gerekli dersi çıkarmalı, konuyu detaylarıyla önümüzdeki günlerde masaya yatıracağız’ sözlerini çok çabuk unutmuşa benziyor.

Hükümet sözcüsü Cemil Çiçek’in Iğdır seçimlerini DTP’nin kazanması üzerine ‘Ermenistan sınırına dayanıldı, herkes bunun üzerine düşünmeli’ sözleri ve Başbakan’ın ‘seçimlerin demokratik biçimde yapıldığını söylemem çok zor, tehdit ve şiddetle seçim kazandılar’ sözleri, yenilgiyi hazmedemediklerini ve düştükleri acizliği gösteriyor.

Siyasal hazımsız partinin seçimlerden gerekli dersler çıkarmasını beklemek fazla naiflik olur. Başbakan’ın ve yardımcısının bu çıkışları ve şiddetin kısa sürede tırmandırılması bu naifliğe düşülmesini engelledi, söylemeliyim.

Seçimler, değerlendirmesini bilenler için önemli işaretler verdi. 25 yılı aşan süredir karşılaşılan her başarısızlığa üretilen bahanelerin sonuna gelindi. Artık her defasında bulunan gerekçelerin toplum nezdinde inandırıcılığı kalmadı. Başbakan’ın ‘oyları tehdit ve şiddetle aldılar’ sözüne artık kargalar bile gülüyor.

Eğer bazı seçim bölgelerinde tehdit ve şiddetle yüzde altmış beş, yüzde yetmiş, yüzde seksen üçe varan oy alındıysa zaten iş bitmiştir demektir. Gerçek durumun böyle olmadığını Başbakan da çok iyi bilmektedir.

Yapılması gerekenin ne olduğunu seçim öncesi, AKP Diyarbakır milletvekili İhsan Arslan bölgesel yayın yapan bir TV programında ifade etti. ‘Bu sorunu çözmek isteyen hiç kimse DTP’yi, PKK’yı ve Abdullah Öcalan’ı görmezden gelemez ve yok sayamaz’ demiştir. Kürt seçmeninin iradesi de böyle işaret ediyor. Bu gerçekle yüzleşmemek için üretilen bahaneler şiddetin derinleşmesini ve kalıcılaşmasını sağlamaktan başka bir sonuç doğurmayacaktır.

Bunun üzerine düşünmek ve tartışmak yerine, gerçeğin bulunmasını ve kavranmasını engellemek için bin bir yola başvuruluyor. Daha önce olduğu gibi bu kez de İhsan Arslan hakkında savcılar hemen harekete geçtiler, soruşturma açtılar.

Ertuğrul Özkök 17 Mart 2009 tarihinde Hürriyet gazetesinde ‘Öcalan, kanın durdurulması ve Kürt sorununun çözümüne gerçekten yardımcı olabilecekse, onun eli de itilmemeli. Ben kendi payıma artık bunları böyle adını koya koya konuşma zamanımızın geldiğine inanıyorum’ diye yazdı.

Sanırım bu sözler üzerine savcılar harekete geçmedi. İyi de yaptılar. Artık bunları konuşmanın zamanı geldi de geçiyor. Ama anlaşılan bu ülkede savcılar için de kimin ne konuştuğu kadar, nerede konuştuğunun da önemi var.

Tam bir hafta önce İstanbul’da bir grup Kürt aydınının davetiyle 65-70 kişinin olduğu bir toplantıya katıldım. Toplantının gündemi Kürt sorunuydu. Konuşmacı, Radikal gazetesi Yayın Yönetmeni İsmet Berkan’dı. Berkan konuşmasında, ‘2004 sonrası PKK eylemleri olmasaydı TRT Şeş olur muydu bilmiyorum, PKK’yı konuşmadan, Kürt sorununu konuşamazsınız’ gibi sözleri toplumun bu gerçeklerle yüzleşme ihtiyacını ve bunun ertelenemez bir durum olduğu gösteriyor.

Bu nedenle bu gerçekleri dillendiremeye çalışan İhsan Arslan, gazetemizin yazarı Veysi Sarısözen ve Orhan Miroğlu gibi birçok kişinin susturulmaya çalışılması nafile bir çaba. Ancak anlaşılan o ki, seçimlerden herkes aynı sonuçları çıkarmıyor. Gerçeklerle yüzleşmek için çok daha güçlü toplumsal cesarete ihtiyaç var.