Ahmet Türk’ün Meclis’te Kürtçe konuşması üzerine kopan fırtına bana, nedense kısa süre önce Abdullah Öcalan’dan gelen mektubu hatırlattı. Yakalanışının 10. yılı dolayısıyla gazeteci, yazar ve aydınlara gönderdiği zarfsız mektup, mail yoluyla bana da geldi.
İmralı koşullarından az çok haberi olanlardan hiç kimse “ 10 yıldır adaya taş konulsaydı, un ufak olurdu, bu nasıl iştir” sorusuna yanıt bulamıyor.
Öcalan, bu ülkenin en temel ve kendisinin var oluş nedeni olan Kürt sorunuyla ilgili sürekli öneriler ve analizler yapıyor. Bazıları politik zeminini bu analizlerle kuruyor. Toplumun önemli bir kesimi de kulağını, adadan gelecek sese vermiş olmasına rağmen, gelen sesi duymamış gibi davranmayı tercih ediyor.
SAĞIR SULTAN BİLİYOR
Artık bazı gerçekler gizlenemez durumda. Öcalan’ın iki dudağının arasından çıkan her sözün, muktedirler tarafından titizlikle değerlendirildiği alenileşmiş durumda. Bazı devlet yetkililerinin de adada Öcalan ile görüşme yaptığını sağır sultan bile biliyor.
Son dönemde devlet erkânının bilgisi dâhilinde, adadan gelen istek üzerine iki kez tek taraflı eylemler durduruldu. Bu durum Öcalan’ın Kürt hareketi üzerindeki belirleyiciliğinin açık göstergesidir. Ama devlet, Öcalan gerçeği ile toplumun bütün yönleriyle yüzleşmesini engelliyor. Böylece Öcalan bizzat devlet eliyle putlaştırılıyor. Tartışmanın önünü kesenlerin bizzat Öcalan realitesinden korkanlar veya bu durumdan yarar sağlayanlar olduğu gerçeği artık balçıkla sıvanamıyor.
Bu durumun kendisi Türkiye’yi büyük bir felakete doğru sürüklüyor. Öcalan realitesiyle yüzleşmeye cesaret edemeyen bir Türkiye, demokratik, özgür ve eşit bir geleceği tahminlerin çok ötesinde bir bedel ödeyerek kurulabilecektir.
Bu çerçevede zarfsız mektuptaki iki paragrafın akıllara getirdiği sorulara yanıt verilmek durumdadır.
“İmralı’da gösterdiğimiz çabalarla bu iş, demokratik cumhuriyet temelinde aslında 2000’lerde çözülecekti ancak buna izin vermediler. 2000’lerde çözümün gelişmesi için diyalog yolunun açılabilmesi için bir zemin vardı.”
“99’dan 2003’e kadar bir tek asker öldü mü, bir tek polis öldü mü? Daha ne istiyorlar? Kanı durdurmadım mı? Bu görüşmeler neden kesildi? Herkes bunun cevabını öğrenmelidir.”
Bu değerlendirme ve iddiaları konuşmaktan korkulduğu ve bunun ortaya çıkardığı sorulara yanıt aranmadığı sürece toplum hiçbir sorununu çözmeyi başaramayacaktır. Bu durum Kürt sorununda çatışmanın sürmesine yol açacaktır.
Öcalan mektubunda karşılıklı ilan edilmemiş ateşkesten söz ediyor. Bu Öcalan’ın yeni bir süreç başlatmanın eşiğinde olduğunun ya da yeni bir taktik peşinde olduğunun işaretidir. Bu sürecin daha öncekilere benzememesi için Öcalan’ın yanıt vermesi gereken sorular var.
ATEŞKES SÜRECİ
2003 yılında ateşkes sürecinin sona ermesine yol açan gelişmeler sürecinde kimlerle görüşüyordu, hangi istekler yerine getirilmediği için veya hangi beklentilere yanıt verilmediği için görüşmeler kesildi.
Aynı biçimde 1 Ekim 2006 tarihinden geçerli olmak üzere ilan edilen, tek taraflı ve koşulsuz ateşkes sürecinde neden, Öcalan 2007 Ocak ayında, “bu gidişle ateşkes Mart ayına kadar sürer, ben sonrasına karışmam” açıklaması yaparak süre belirledi. Ne oldu, hangi beklentilerine yanıt verilmedi ya da ateşkes sürecinin bitirilmesini isteyenler mi oldu? Fısıltı gazetelerinde yazılanlar ne kadar doğru?
Bu ve benzer soruların yanıtları gizli kaldığı sürece, son görüşme notlarındaki ateşkes sözleri yeteri kadar yankı yaratmayacaktır. Yeni bir başlangıç için eskinin karanlık noktaları aydınlatılmalıdır.