Kürtçeye anayasal Güvence

Evrensel Gazetesi 27 Şubat 2009

Anayasal güvenceye kavuşmadan baskıların sonunun gelmeyeceği anlaşılan Kürtçe, serbestçe kullanılabilir olmazsa barış gelişemez.

Salı günü DTP Genel Başkanı Ahmet Türk’ün, DTP grup toplantısında konuşmasının bir bölümünü Kürtçe yapmasına karşı ortaya konulan tepkiler ve siyasal yaklaşımlar, Kürt meselesinde veya daha genel anlamda demokratikleşme konusunda hangi noktada bulunduğumuzu gösteren tarihi bir olay oldu. Mecliste Kürtçe konuşma konusunda benzer bir olay 1991 yılında Leyla Zana’nın TBMM kürsüsünden yemin etmesi sırasında kullandığı Kürtçe sözler nedeniyle yaşanmıştı. DEP’liler, savaş baronları tarafında adeta siyasal ve psikolojik linçe tabi tutulmuşlardı.

Ancak bugün çok şey değişti. En azından Kürtçenin üzerindeki baskı ve yasak eski boyutlarda değil. Kürtçenin kamusal alanda kullanımı hâlâ yasak olsa da, Kürtçenin, Türkçenin bozulmuş bir lehçesi olduğunu iddia eden çıktığında eski gibi ciddiye alınmıyor, gülüp geçiliyor veya bunu söyleyenin aklından şüphe ediliyor. Yine hükümetin borazanı olma yolunda hızla ilerleyen bir kanal olsa da, artık 24 saat Kürtçe yayın yapan bir televizyon kanalımız var. Bu listeyi daha fazla uzatmanın bir anlamı yok. Önemli olan Kürt sorununda inkar döneminin bitmiş olduğunun farkında olmaktır. Artık tartışma konusu olan Kürtçenin varlığı değil, bu dilin nasıl kullanılacağıdır.
Bu noktada aşılması gereken biri dizi sorun var. Bunların başında, Kürt kimliğinden kaynaklanan hak ve özgürlüklerin bireysel kullanımıyla sınırlı yaklaşım gelmektedir. Yani bunların kolektif kullanımına izin verilmemesi geliyor. Bunun bir uzantısı olarak Kürtçenin kamusal alanda kullanımı asıl sorunu oluşturmaktadır. Bu yaklaşımlar nedeniyle, Kürtçenin kullanımının anayasal güvence altına alınması ve yasaların tekçi dilden arındırılması bir türlü tartışma konusu dahi yapılamıyor. Kürt hareketinin ve demokrasi güçlerinin bu doğrultudaki talep ve mücadelesi ise egemen ve ayrımcı güçler tarafından “bölücülük” olarak yaftalanıyor. Bu bölücülük suçlaması ise Kürt sorununda demokratik, adil çözüm isteyen güçleri ve toplumsal muhalefeti bastırmanın, ezmenin ve tecrit etmenin aracı haline dönüştürülmüş durumda.

Başbakan mitinglerde, açılışlarda Kürtçe sözcükler kullandığında büyük atılım yapmış oluyor, Kürt siyasetçiler Kürt seçmenlerine anadillerinde konuştuğunda yasaları ihlal etmiş oluyorlar. TRT Şeş 24 saat Kürtçe yayın yapınca bu Kürt sorununda büyük açılım olarak değerlendirilerek, alkışlanıyor, Ahmet Türk parti grubunda Kürtçe konuştuğunda şov yapmak veya seçim yatırımı yapmakla eleştiri topuna tutuluyor. Bunlar demokratikleşme konusunda hâlâ yolun başında olduğumuzu gösteriyor olsa gerek. Açılım diye topluma sunulan kimi iyileştirmelerin, Kürt sorununun kökten ve kalıcı çözümüne dönük adımlar olmadığı, DTP grup toplantısında yapılan Kürtçe konuşmayla bir kez daha ortaya çıktı. Bu AKP’nin demokrasi ufkunun ne kadar sığ olduğunu göstermeye yetti. TRT Şeş’te 24 saat vatandaş Kürtçe konuşacak ve dinleyecek ama millet hakimiyetinin zemini olan Meclis’te Kürtçe konuşulmayacak, siyasi partiler Kürtçeyi hiçbir biçimde kullanmayacak. Bu çarpıklığının arkasına gizlenilerek DTP Genel Başkanı Ahmet Türk’e eleştiri yönetilmesi tuhaf değil mi?

Bütün bu tuhaflıkların ve çarpıklıkların kaynağı AKP’nin Kürt sorununda sahip olduğu zihniyettir. AKP’nin Kürt sorunundaki temel yaklaşımı Kürt sorununun demokratik çözümü üzerine oturmaktan daha çok, hatta esas olarak, Kürt sorununda hangi konuyu ve bu konu etrafında hangi adımları Kürt hareketini tavsiye etmede, elimine etmede, siyasal alanda DTP’yi devre dışı bırakmada kullanabilir mantığı üzerine oturmaktadır. Bu yaklaşımın bir sonucu olarak AKP; Kürtçe TV konusunda atılan adımları Kürtçenin kullanımında serbestliği getiren bir tarzda ele almayı gerek görmemiştir.

Tam da bu noktada AKP’nin televizyon açılımını seçim yatırımına dönüştürülmesine destek verenlerin, Ahmet Türk’ün TBMM’de partisinin grup toplantısında kendi anadiliyle konuşma yapmasını eleştirmeleri veya kışkırtma olarak tanımlamaları kendi demokratlıklarını gösteriyor. Hele de Meclis çatısı altında bir ölçüde bir partinin faaliyetinin engellemesine dahi ses çıkarmamaları acizliklerini ortaya çıkarmıştır.
Bütün bu olup bitenlerle, hak ve özgürlüklerin eşit kullanımının önündeki tüm engellerin kaldırılması ve Kürt dilinin özgürce kullanılabilmesi için, yeni demokratik bir anayasaya olan ihtiyaç bir kez daha görüldü. Kürtçenin kullanılması için anayasa değişikliği elzem oldu, Kürtçe, anayasal güvenceye kavuşmadan baskıların sonunun gelmeyeceği anlaşılmıştır. Bunu yapmamakta ayak diretildikçe, toplumsal gelişmeler daha çok yasal mevzuatları geride bırakmaya devam edecektir. Kürtçe serbestçe kullanılabilir bir dil olmazsa da bu topraklarda barış gelişemez.