6 Şubat 2009
İstanbul yeni bir mitinge ev sahipliği yapacak. Emek örgütleri, krize karşı ayağa kalkmaya ve AKP hükümetini uyarmaya hazırlanıyor. Kadıköy’de, kriz sonrası dev bir güç sahaya iniyor. ETUC üyesi TÜRK-İŞ, DİSK ve KESK öncülüğünde, başta TTB ve TMMOB olmak üzere bir dizi emek ve meslek örgütünün, sol siyasi parti ve çevrelerin katılımcısı olduğu miting 15 Şubat’ta gerçekleşecek.
Üç konfederasyonun genel başkanları, 3 Şubat 2009 Salı günü basının karşısına mitingi duyurmak için çıktığında, HAK-İş’in yokluğu dikkat çekti. Mitingi yapan üç konfederasyonun yanı sıra Hak-İş de ETUC üyesi. Kriz sonrasında büyük bir sessizlik içine gömülen Hak-İş, acaba ekonomik krizden muaf mı? Yoksa Hak-İş, hükümeti ve işverenleri rahatsız etmek mi istemiyor mu; onların politikalarına bağlılığı, üyelerinin ve çalışanların iş, aş ve insanca yaşam hakkından daha kutsal görev kabul ediyor olması?
Ekonomik krizin çok daha ağır yaşanmaya başlandığı bir dönemde yapılacak mitingin güçlü ve kitlesel olması büyük moral değere sahip. Her gün yeni toplu işten çıkarılmaların yaşandığı ve işyerlerinin kapandığı bir süreçte çalışanların, işlerini, aşlarını, demokratik, sosyal haklarını savunmaya dönük mücadele hayat mayat meselesidir.
Her hangi bir mitingi anlamlı kılan, temel talepleriyle, toplumun geniş kesimlerinin şikâyet, istek ve duygularının ne derece örtüştüğüdür.
Ama bu da tek başına yeterli değildir. Aynı zamanda bu temel taleplerle, geniş kesimleri ilgilendiren toplumsal sorunların bağının doğru, yerinde ve anlamlı bir biçimde kurulmasına gerekiyor.
Toplumsal sorunları, alt alta yazarak ve bunların her birini eşit veya bir birine yakın ağırlıkta ele alarak yapılan mitingler birer kakofoniye dönüşüyor. Miting konseptin sınırlarının net, anlaşır ve belirgin olması daha fazla sonuç alıcı olabiliyor.
Üç konfederasyon, 15 Şubat Kadıköy mitingini “Krizin Bedelini Ödemeyeceğiz” başlığı altında “İşsizliğe, Yoksulluğa Karşı Birleşik Mücadele; Emek ve Demokrasi Mitingi” olarak tanımlıyor.
Bu tanımlama sendikal hareketin bu günkü gerçekliğini konusunda bize yeteri kadar fikir veriyor. Gelinen noktada, toplumu bir taraftan (konfederasyonların ortak basın açıklamasında da belirtildiği gibi) işsizlik krizi sararken; diğer taraftan da krizin yarattığı sosyal çöküntünün küllerinde yükselen dışlama, ötekileştirme, yok sayma kültürü ve politikaları, çalışanlar safında çok hızlı yaygınlaşıyor. Bu iki büyük yarılmanın ortasında konfederasyonların, ekonomik krizin toplumda yarattığı tahribatı bütün boyutlarıyla ele almalarını beklemek emek örgütlerinin realitesiyle örtüşmemektedir. Bunun gerçekleşebilmesi, ancak emek hareketinin krizini aşma yoluna girmeleriyle mümkündür. Bir başlangıç olarak uzun süre sonra üç emek örgütünün bir araya gelmiş olması önemlidir. Bu biraraya gelişin doğru bir rotada ilerlemesi herkesin omuzlarında bir sorumluluktur.
Ancak sınırlı sosyal taleplerle sıkışmış bir miting, krizin mağdurlarının tümü için tam bir çekim merkezi olmaktan uzaktır. Katılımı sınırlayan bu noktayı aşabilmenin yolu, 3 Konfederasyonun ortak basın bildirisinde sözünü ettikleri “Çalışanları yoksullaştırmakla kalmayan kriz, onların eşit, barışçıl ve demokratik bir ülkede yaşama zeminlerini de tahrip etmektedir.” tespitlerinin gereğine uygun davranmakta geçiyor.
Yani krizden en fazla etkilenenlerin büyük kısmının Kürt işçiler olduğu gerçeği dikkate alınmadan, miting çalışması yapıldığında sadece çalışma ve katılım darlaştırmış olunmuyor. Aynı zamanda krizin yarattığı tahribatın derinliği de doğru belirlenememiş olunuyor. Emek örgütleri, kriz nedeniyle oluşan iş, aş sorunuyla aynı zamanda çalışanların bir kesiminin kimlik sorunu arasındaki bağı kurmaktan imtina ederek, sorunu yok sayarak veya üzerinden atlayarak, sıkıştığı kapandan kurtulamaz.
Bu noktanın aşılmasında önemli işlev görmesi gereken demokratik sol siyasal güçlerdir. Miting çalışmalarında bu bağ ne ölçüde kurarsa tıkanıklığın aşılmasında sol kendi rolünü o ölçüde oynamış olacak. Yani İstanbul’un, Kocaeli’nin, Bursa’nın varoşlarında krizde en ağır bedel ödeyen Kürt göçmenler ve emekçiler arasında çalışmayla, onları mitinge katmakla bu sınır ve eşik aşılabilir. Bugün solunun büyük kesiminin bu noktadan oldukça uzak konumda olduğu bir gerçek. Ancak sol bunu başarmak için kendini zorlamadığı sürece kendi krizini de aşamaz.
Savaşın dayatmasıyla evini, köyünü, memleketini terk edip, süngü zoruyla İstanbul’a, Bursa’ya, Kocaeli’ne göç etmiş, sigortasız, güvencesiz çalışan Kürtler, ekonomik krizin kendisini sadece işsiz, aşsız bırakmadığını aynı zamanda kimlik haklarına sahip olabilmesini de güçleştirdiği görülmelidir. Bunun için “Kürt sorununun çözümsüzlük politikasının krizi yarattığı gibi inandırıcılığı zayıf, görüş etrafından, tezgâh başında birlikte ter döktüğü arkadaşını kendi mücadelesine katmaya çalışmakla yerine kimlik hakkını daha kolay elde edebilmek için krizin faturasının çalışanlara ödetilmesini engellemeyi öncelikli bir görev telaki etmelidir.
Bunu yapmayı becerdiğimiz ölçüde Kadıköy’deki karnavalı büyütebiliriz. Basın açıklamasında vurguladıkları gibi “yaşadıklarımız kader değilse, eşit, barışçıl ve demokratik bir ülke” ancak iş, aş, ve kimlik mücadelesi arasındaki bağının toplumsal gerçekler ve duyarlıklar göz önüne alınarak, ayrımcılığa, indirgemeciliğe düşmeden ve öz güvenle yaratılabilir. Yaşanası bir ülke istemi ve mücadelesinden daha kutsal başka bir şey olmadığına göre, şimdi karnavalla kendi rengimizi, kendi sesimizi katmanın tam zamanıdır.