Taraf Gazetesi 24 Aralık 2008
2009 yılına ekonomik krizin herkesi sarstığı ve sosyal yıkımlara yol açtığı bir kavşakta giriyoruz. Aynı zamanda Türkiye’de milliyetçiliğin ve otoriterleşme eğilimlerinin güçlenmesi ve “ya sev ya terk et” benzeri söylemlerin yaygınlaşması, insanlarda gelecek kaygısı yaratıyor. Silahlı çatışma ve toplumsal gerilim ekonomik krizin ve sosyal yıkımın faturasını ağırlaştırıyor.
Son birkaç aydır, Kürt sorununda “başa mı dönüyoruz” sorusu çok sık sorulmaya başlandı. Buna tarafların eski siyasetlerinde uzun süre ısrar edebileceklerine olan inanç yol açıyor. Hâlbuki zaman zaman şiddet tırmansa da ve toplumu sarsan olaylar olsa da 1990’lı yıllar artık geride kaldı. İnkârla, bastırmayla ve silahlı mücadeleyle sonuç alma dönemi kapandı. Artık, sorunun demokratik çözümü istekleri daha fazla ve yüksek sesle dillendirilmeye başlandı. Türkiye Kürt sorununun idrakinin sancılarını yaşıyor. Eski politikaların yerini alacak yeni politikalarının neler olması gerektiği veya nelerin olabileceği belirlenmeye çalışılıyor. Eski geleneksel politikaları savunanlar her gecen gün azalıyor.
Taraflar bir birine ve sorunun değer aktörlerine güç gösterisinde bulunmak için sık sık eski yöntemlere başvuruyorlar. Sonuçta Dağlıca ve Aktütün benzeri silahlı eylemler gerçekleştiriliyor; Başbakanın ifade ettiği gibi “ya sev ya terk et” veya eski Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın “özde vatandaş sözde vatandaş” gibi sözlere paralel politikalarla toplumsal kopuş, dışlama ve şiddet geliştiriyor.
Meseledeki değişim
Aslında 80’leirn ortasından bugüne Kürt sorununun temel aktörlerinin pozisyonlarında ciddi ve kökten değişim söz konusu. Ne devlet 1990’ların devleti ne Kürt hareketi 1990’ların hareketi; ne de Kürtler eski Kürtler değiller. Artık Kürt sorunu çok boyutlu değişime uğradı. Hem PKK’nın şiddeti Kürtler tarafından ciddi sorgulanmaya başlandı. Hem de devletin Kürt politikası çözüme yöntemi sorgulanmaya başlandı. Bunların ötesinde Irak’ın işgali sonrasında bölgedeki Kürt sorununa etki yapan güçlerde de büyük değişim oldu. Özerk bölgesel Kürt yönetimine kavuşan Kürtleri hesaba katmadan artık bölgeye ilişkin her hangi bir politika geliştirmek oldukça zorlaştı. Konu Irak ve Kürt sorunu olduğunda ise Irak’lı Kürt aktörler siyasal olarak belirleyici konuma kavuştular. K. Irak’lı Kürt siyasal aktörlerin birçok isteği Bağdat ve ABD tarafından kabul edilmiyor ama hiçbir konuda da onların rızası alınmadan her hangi bir politika uygulanamıyor. Yani ister kabul edelim ister etmeyelim K. Irak’lı Kürtler bölgenin dominant gücü oldular. Bu Türkiye Kürtlerini de, Türkiye’yi de bölge politikalarında köklü değişime zorlamakta.
Türkiye, bu değişimi yeni kabul ettiği için, son yıllarda izlediği K. Irak politikasında iyileştirme yoluna yeni gitmeye başladı. Kerkük’te yaşanan patlama sonrası Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Bağdat ile birlikte Kürt bölgesini ziyaret etmeyi gündem alması bunun işareti olsa gerek. Yine DTP’ye karşı taruz hareketi başlatan AKP, hem ikili ilişkileri iyileştirmek hem de yerel seçimlerde KDP’nin desteğini almak için, Özerk bölgesel Kürt yönetimi, başkanı Mesut Barzani’yi önümüzdeki kısa süre içinde Ankara’da ağırlamaya hazırlanıyor. Bu gelişmeler Irak’lı Kürtlerle Türkiye ilişkilerini iyileştirmek için öneli bir adımdır. Ama Özerk bölgesel Kürt yönetiminin Türkiye’nin Kürt politikasını bugünkü haliyle destekleyeceğini beklemek çok gerçekçi değildir. Özerk bölgesel Kürt yönetimi, Türkiye Kürt sorununun demokratik çözümü doğrultusunda açık bir siyasal irade geliştirirse hiç kuşkusuz bu desteği verir. Ama bu gerçekleşmediği koşullarda bu beklentiye K. Irak’lı Kürtlerinin karşılık vermesi oldukça zor görünüyor. DT- heyetinin ziyareti sırasında basına yansıyan bazı demeçler bunun ipuçlarını veriyor.
Ne yazık ki şu anda Türkiye’de demokratik çözüme kapı aralayacak siyasal bir irade yok. Sadece siyasal irade eksikliği yok, aynı zamanda sorunun demokratik çözümü için siyasal iradeyi zorlayan ve sarsan etkili toplumsal bir güçte yok. Türkiye’de kısa süre içersinde siyasi iradeyi bu doğrultuda zorlayacak ve toplumu dönüştürmede rol üstlenecek bir barış veya çözüm hareketi bir güç haline gelmediği koşullarda, Kürt sorununun çözümüne biçimi, dış dinamikler verecektir. İç dinamiklerin oldukça etkisiz ve toplumsal dönüşüme kapılarının kapalı olduğu bir süreçte, dış aktörlerin at koşturmasıyla ortaya çıkacak çözüm ise, Kürtlerin, ezilenlerin, dışlananların, alttakilerin ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak olacağı bilinen bir gerçek.
Etkili barış hareketine ihtiyaç var
Bu nedenle Kürt sorunun adil ve eşit çözümünde yana olan güçlerin önünde siyasal iradeye baskı yapacak ama kendini bununla sınırlamayan, Kürt sorununun demokratik çözümü doğrultusundaki toplumsal dönüşümde özne olabilecek barış hareketinin inşası sorunu duruyor. Bu barış hareketinin mevcut demokratik siyasal, toplumsal örgütlerin aritmetik toplamını aşması şart. Böylesine bir barış hareketi, Kürt sorununun şiddetsiz ve silahsız çözümünün zeminini sağlamayı ve demokratik çözümün toplumsal alt yapısını oluşturmayı amaç edinmelidir. Yani şiddetle ve silahlı eylemlerle arasına kalın duvar örmelidir. Hiçbir bahane ve gerekçe bu tür eylemleri mazur göstermeye veya bunlar karşısında sessiz kalmaya yol açmamalıdır. Barış hareketi kendini ara bulucu olarak değil, üçüncü taraf olarak inşa etmelidir. Çözümün temel aktörlerinin parlamento zeminindeki siyasal güçler olduğu bilinciyle hareket etmelidir. Sorunun demokratik zeminlerde çözümü dışında her hangi bir ön koşulu olmamalıdır. Toplumun kanaat önderlerini ve entelektüel birikimini harekete geçirmeye dönük çalışmalara öncelik vermelidir. Çalışmanın dilinin, tarzının ve taleplerinin belirlenmesinde, toplumsal duyarlılıkların ortak paydasını bulmak ve sorununun demokratik çözümünden yana olanlarla ve çatışmanın mağdurlarının “ortak aklını” oluşturmak temel ilkesi olmalıdır. Barış hareketi kendi aktivistlerinin vicdanın sesinin tutsağı olmak yerine, toplumun vicdanını harekete geçirmeyi becerebildiğinde toplumsal ve caydırıcı bir güç olabilir.
Türkiye’de böylesine gelişkin bir barış hareketi deneyimi yok. Başarısız bazı girişimlerin kötü kopyasını yeniden canlandırmak artık terk edilmelidir. Bu açıdan Türkiye Barış Meclisi 3 yılında, bu perspektifle 12–13 Ocak 2007 tarihinde Yaşar Kemal’in açılışını yaptığı Türkiye Barışını Arıyor Konferansı’nın ruhuna ve siyasal ve sosyal zenginliği böylesi bir çalışmanın asgari zemini olabilir. Ancak böyle bir barış hareketi etkili olabilir ve Kürt sorununun demokratik çözümüne katkı sunulabilir.