Pazartesi geç saatlerde Star TV’de gazeteci Uğur Dündar ve Nedim Şener’in soruların yanıtlayan, MİT Kontrterör Dairesi eski başkanı Mehmet Eymür, yeniden hız kazanan savaşın nasıl kontrol edilemez mekanizmalara, hukuk dışı yapılara, cinayetlere, eroin kaçakçılığına, kirli para trafiğine, istihbarat örgütleri savaşına yol açtığını itiraf etti. Aslında cinayet ve suç şebekelerin nasıl oluşturulduğu ar damarı çatlamış bir halde anlattı. Kürt savaşından, Ergenekon ve Deniz Feneri davalarına kadar geniş bir yelpazeyi içeren programın, dikkat çekici en önemli noktası, “derin devletin” ne olduğunu ve nasıl çalıştığını gösteren açıklamalar oldu.
Mehmet Eymür, Emniyet Genel Müdürlüğü bünyesinde faaliyet gösteren, Mehmet Ağar, İbrahim Şahin, Abdullah Çatlı, Tarık Ümit, Korkut Eken, Mahmut Yıldırım (Yeşil) gibi birçok isimden oluşan Susurluk çetesiyle, MİT’e bağlı olduğunu söyledi. Eymür başkanı olduğu kontrterör örgütünün çalışmaları aölgesi olduğu söylemesi, bölgedeki failli meçhul cinayetlerin, katillerinin kimler olduğu bir kez daha öğrendik.
Eymür, Abdullah Öcalan’a, Suriye’de başarısız suikast girişiminin kendileri tarafından, dönemin devlet adamalarının bilgisi dâhilinde yapıldığını söyledi. Yani devlet “terörle” mücadele için cinayet işlemeye teşebbüs etti, başarısız oldu, dedi. “Terör” ile mücadeleyi yasalar ve hukuk çerçevesinde sürdürülmediği başka nasıl itiraf edilir. Bunu yaptıranların ağzında düşürmediği hukuk, yasa gibi şeylere insanlarının inanmamasından doğal bir şey olabilir mi? Bu türden alışkanlıkların kolay terk edilmediği bilinemeyecek bir şey değil.
“Terörle” mücadelenin (cinayetlerin) giderlerini karşılamak bahanesiyle uluslararası eroin ticaretini bizzat, devletin elemanlarının bir kısmının yürüttüğünü ve elde ettikleri paralarını nasıl “kırıştıklarını” Yeşil ile eski emniyetçi İbrahim Şahin arasındaki para trafiğini örnek vererek anlattı.
K. Irak’ta, JİTEM’in ve Ergenekon sanığı Veli Küçük’ün yasadışı faaliyetlerinin, Dışişleri Bakanlığı, MİT ve diğer devlet kurumlarının bilgisi kapsamında nasıl yürütüldüğünü itiraf ederek, yasadışı çalışmaların nasıl gizlendiği gösterdi.
Bu programda anlatılanlarda olduğu gibi binlerce itiraf, delil ve belge Kürt sorununun çözülmemesinden kimlerin nasıl beslendiğini, çözümsüzlük siyasetinin hangi yasadışı yolları güçlendiğini, “terör” ile mücadele gerekçesinin topluma anlatılan kadar masum olmadığını göstermeye yetmemiş olsa gerek ki, şimdi yeniden sil baştan yapılıyor.
Hükümet “terör” ile mücadele brifingiyle zaman kazanıyor, kaybediyor, siyasal çözümü geciktiriyor. Sorunun çözümünü içerde değil dışarıda arayarak kendine yeni işbirlikçi arayışına giriyor. Fetih için sefer düzenlediği Güneydoğu’da protestolarla karşılaşınca çılgına dönüyor. Başbakan kendini protesto edilemeyecek kişi ilan ederek, protestoları “vatan hainliği, bölücülük, münafıklık” olarak yaftalıyor. DTP Meclis’te susturmaya çalıştığı gibi şimdide sokakta susturmaya çalışıyor. Böyle yaparak geçmişte Tansu Çiller’in yaptığı gibi, Eymür aktarımındaki gibi tariflersek, Mehmet Ağar’ın bugünkü tosuncuklarına hedef gösteriyor.
Ne yazık ki, büyük medyamızın birçok etkili kalemi buraya doğru sürüklendiğimiz görmemezlikten geliniyor, vurun abalıya siyaseti izlenerek DTP’nin demokratik tepkisini irdelemekle yetiniliyor. Geçmişte olduğu gibi bugünde basının gerçekleri görmeme, göstermeme tavrı, toplumsal yararların sarılamamasına, derinleşmesine ve sorunların kronikleşmesine yol açtığını çeyrek asırdan fazla bir süredir kavrayamadık. Daha uzun sürede böyle gideceğe benziyor. Esas büyük toplumsal travmayı, bu durumun getirdiği çözümsüzlük, çaresizlik yaratıyor.
29 Ekim 2008
BirGün Gazetesi