Medyada savaş senaryoları anlatan ve öğütler veren emekli paşaların, önce neden bugüne kadar savaş politikalarının sonuç vermediğini izah etmeleri gerekmez mi?
PKK’nın beklenmedik anda gerçekleştirdiği peş peşe saldırılar, ülkeyi derinde sarstı. Siyaseti ülke yöneticileri değil, bu eylemler belirlemeye başladı. Saldırıların “PKK kırılma aşamasında” Kandil bizim için artık “biri bizi gözetliyor evi (BBG) oldu” gibi söylemlerden sonra olması ise sarsıntının şiddetini artırdı. PKK’ya karşı yükselen büyük tepkinin yanı sıra “hesap verilsin, yeter artık” gibi haklı talepleri gündeme getirdi.
Bu talepler iki farklı yaklaşımdan hareketle yapılıyor. Bunlardan biri “neden daha iyi savaşılmıyor, daha fazla PKK’lı öldürülmüyor?” yaklaşımıyla yapılıyor. Doğal olarak 25 yıldır sürdürülen “savaşçı” politikalarda ısrar savunuluyor. Diğeri ise, 25 yıldır sürdürülen siyaseti sorguluyor ve başka türlü bir yol arayışı dillendiriliyor. Ancak büyük acılar yaşamış, bedeller ödemiş ve ödemeye devam eden insanlarımızın “yeter artık” feryadının siyasi irade tarafından gereğinin yerine getirilebilmesi için, Türkiye’de daha çok şeyin değişmesi gerektiğini son dönemde yaşadıklarımız bir kez daha gösterdi.
Emekli paşalar mesleği
Toplum olarak balık hafızasına sahibiz, yaşadıklarımızdan ders çıkarmayı beceremiyoruz. Ne zaman PKK büyük bir saldırı yapsa, emekli paşalar, TV’lerde, gazetelerde, her defasında derin tahliller yapıyor, daha iyi nasıl savaşılacağının nutkunu atıyorlar. Bölgede görev yapmış emekli askerlerin bir kısmı için artık bu “emekli paşalar mesleğine” dönüştü. Ele alınan konunun esasında siyasal bir sorun olduğu unutuluyor, savaş stratejileri çiziliyor, taktikleri veriliyor. Son Aktütün saldırısından sonra bu doğrultudan yapılan tartışmalarda 25 yıldır yapılan öneriler, sözler tekrarlanıp duruluyor. Medyada geniş yer bulan, “daha iyi nasıl savaşmalıyız” çağrılarının etkisi altındaki bir toplumun, demokratik kazanımları korunması, geliştirilmesi ve savaş gerçeğiyle yüzleşmesi oldukça zordur. Hatta böylesine bir toplumsal atmosferde siyasal iradenin, sorunun çözümü doğrultusunda demokratik irade geliştirmesi tamamen imkânsızlaşıyor, son günlerde olduğu gibi geriye gidişler söz konusu oluyor.
Öneri olarak sunulan yıllardır uygulanagelen yöntem ve politikaların ülkeye faydadan daha çok zarar verdiği nedense bir türlü görülmüyor. Sıkıyönetim, OHAL, JİTEM, koruculuk, güvenlik güçlerinin aşırı yetkilendirilmesinin nasıl adaletsizliğe, hukuksuzluğa, cinayetlere, yargısız infazlara, tecavüzlere, kaçakçılık gibi uygulamalara yol açtığını Türkiye yaşayarak gördü. Hiç kimsenin artık bunlara tahammülü kalmadı. Bu nedenle bunları anımsatan arayışlara itiraz ediliyor. Ancak Aktütün saldırısı sonrası başlayan sorgulanma Türkiye’nin yeni yol haritasına ihtiyacı olduğunu bir kez daha gösterdi. Çünkü ne Türkiye 1990’ların Türkiye’si, ne Kürt sorunu eski Kürt sorunu, kabul edelim ya da etmeyelim Ortadoğu da, PKK da çok değişti. Bu değişime uygun yeni siyasetin oluşturulmasının sancıları tüm Türkiye’ye büyük ve ağır bedeller ödetiyor.
K. Irak ve KDP gerçeği
Medyada savaş senaryoları anlatan ve öğütler veren emekli paşaların, önce topluma neden bugüne kadar savaş politikalarının sonuç vermediğini izah etmeleri gerekmez mi? Örneğin bugüne kadar yapılan askeri operasyonların sonuçları nedir? Kandil’de bugünkü gibi yerleşik olmayan PKK’ya karşı 1997’de, 35 bin asker, 10 bin peşmergenin katıldığı, 2500’den fazla peşmergenin yaşamını yitirdiği ortak operasyondan sonra, sorunun neden çözülemediğinin yanıtının verilmesi gerekir. PKK’nın Kandil’de kalmasını Mesut Barzani ve Celal Talabani’nin rızasıyla ve desteğiyle olduğu iddiasında bulunanlar, KDP ile PKK arasında yaşanan 2002’deki savaşı hatırlamıyor. PKK’nın, kontrolü altındaki bugünkü bölge bu savaşın sonucunda oluşmuştu. Türkiye de bu savaşta KDP’ye destek vermişti. Halbuki PKK’nın, K. Iraklı Kürt güçlerine rağmen bölgede varlığını ve saldırılarını sürdürmeye devam ettiğini kabul etmek çözümünü kolaylaştıracaktır. Çünkü sorunun kaynağı K. Irak’ta değil, buradadır. Düğüm burada çözülebilir.
Bu yaz, K. Irak’ta yaptığım incelemelerde de çok net olarak gördüm ki, PKK’nın orada varlığı K. Iraklı Kürt örgütlerini tehdit ve rahatsız ediyor. Çünkü PKK’nın varlığı özerk bölgesel Kürt yönetiminin oluşumunu sıkıntıya sokuyor, geleceğini tehlike atıyor. Bölgesel yönetimin başta Türkiye olmak üzere birçok ülkeyle sorun yaşanmasına neden oluyor. İkincisi, K. Irak’ın reorganizasyonu süreci bölgedeki Barzani ve Talabani ilişkilerinin çözülmesine yol açması ve özellikle ekonomik alanda yaşanan gelişmeler daha dinamik ve gelişme potansiyeline sahip yeni bir Kürt örgütün doğmasının nesnel zeminlerini oluşturuyor. PKK buraya oynadığı için KDP ve YNK için tehdit unsurudur. Ancak PKK’ya karşı savaşa girişecek güçleri olmadığı gibi böylesine bir savaşın, geçmiştekilerden farklı olarak kendilerini vuracağını düşündükleri için de geri duruyorlar. Çünkü Kürt örgütlerinin kendi egemenlik alanlarında, Türkiye’de özgürce var olamayan ırkdaşlarına karşı savaşmaları tabanlarında büyük tepkiye yol açacaktır. KDP, esas olarak bundan çekindiği için de PKK’ya karşı askeri hareketin parçası olmuyor. Bu nedenle, K. Iraklı Kürtler, PKK’nın Kandil’den çıkmasını istiyor ama bunu için Türkiye’nin bazı demokratik açılımlar yapmasını gerekli görüyorlar. Türkiye böyle bir adım atmadığı gibi K. Irak’ta oluşan bölgesel özerk yönetimini tehdit unsuru olarak algılamaya devam ettiği için, özellikle M. Barzani, PKK’nın varlığını bir baskı unsuru olarak elinde tutuyor. Artık, K. Irak bölgesel Kürt yönetimine karşı hasmane tutumda ısrar etmek ve Irak anayasasının bir parçası olan K. Irak özer Kürt bölgesine siyasi ambargo uygulamanın zemininin daraldığı görülmelidir. Bu politikalarda ısrar etmenin savaşın devamından başka bir sonucu yoktur.
Yurttaş sorumluluğu
Bu gerçekleri konuşmaktan kaçınarak Türkiye’ye nasıl bir iyilik yapıldığı düşünülebilir? Meclis’te tezkere oylaması yapılmadan önce “bir yıldır ne yapıldığı, hangi sonucun elde edildiği” tartışma ihtiyacı duyulmadı. Şimdi 25 yıldır tartışılan K. Irak’a girelim, tampon bölge oluşturalım önerileri yapılıyor. Başbakan topu askeri yetkililere, askeri yetkililer hükümete atarak, ne yapılmaya çalışılıyor? Ne zaman gerçekleri zamanında konuşmaya başlayacağız. Örneğin bugün Yaşar Büyükanıt’a, sorulan “hani BBG eviydi” sorusu neden görev başındayken, ölümler, saldırılar olduğu zaman sorulmaya cesaret edilemedi? Ya da bugün İlker Başbuğ’a “PKK’nın kırılma noktasına gelmesi bu ise vay halimize” neden denemiyor?
Sadece geçmişimizle değil, bugünümüzle de yüzleşmekten korkuyoruz. Korkularımız bizi esir aldığı için de, hiçbir köklü sorunumuzu çözmeyi beceremiyoruz. Kürt sorununun çözümü için her şeyden önce siyasal ve toplumsal cesarete ihtiyaç var. Ürkek adımlar bizi ilerletmiyor. Cesaretle atılacak ilk adım, yıllardır uygulanan siyasetle hesaplaşmak ve PKK “gerçekliğine” sırt çevirmeyi bir kenara bırakarak, sorunun bütün yönleriyle yüzleşmektir. Üzerindeki, milliyetçilik motifli, parçalanma korolu, bütün komşu devletlerin düşman olduğu varsayımı üzerinden oluşturulan örtünün, çekip alınması gerekir. Görülecektir ki, PKK’nın silahlı saldırılarının durdurulması çok daha kolay olacak ve bu bize Kürt sorununun çözümünde nasıl bir yol izlenmesi gerektiğini gösterecek. Bugüne kadar denenmeyen tek yol budur. Bunun için, linç kültürünü geliştirme ve öldürme siyaseti yerine, farklılıklarımızla birarada, eşit ve özgür yaşamanın olanaklarını çoğaltmak, siyasi irade kadar bütün yurttaşların da en canalıcı sorumluluğu olsa gerek.
19 Ekim 2008
Radikal iki