12 Eylül askeri darbesinin 28. yılında gazete köşelerinde ilginç kampanya başladı. Darbenin başkomutanı Kenan Evren’i “masum” gösterme kampanyasından söz ediyorum. Kampanyayı ilk darbe hükümetinin bürokratlarından Radikal gazetesi yazarı Hasan Celal Güzel başlattı. Hasan Celal, darbenin fikir babasının “eski solcular” olduğunu ifade ederek, üstü örtülü olarak Evren’in “masum” olduğunu ima etmeye çalıştı. Benzer başka köşe yazarları da yazıldı. Ama doğrusu Milliyet yazarı Melih Aşık’ın. 1 Ekim 2008 Salı günü köşesinde yazdığı gibisini görmedim. Bugüne kadar yazının birinci derece muhataplarının bir yanıt vereceğini düşündüm. Gördüm kadarıyla bir ses çıkmadı. Memlekette ekonomik kriz var, şiddet, çatışma almış başını gidiyor, bu da sorun mu denebilir. Ama ben yinede Aşık yaklaşımını üzerinden atlanmaması gerektiği düşünüyorum.
Melih Aşık’ın yazısını anımsayalım:
“Özgürlük ve Demokrasi ( doğrusu dayanışma olacak H.T) Partisi (ÖDP), Deniz Feneri yolsuzluğunu protesto etmek için Keçiören İlçe Başkanlığı’na ‘Deniz Feneri Dişli Çıktı, Durmadan Çalanlardan Hesap Soracağız’ yazılı pankart asıyor… Aynı gün 100’den fazla polis İlçe Başkanlığı’nın olduğu caddeyi abluka altına alarak pankartı indiriyor…
ÖDP’liler bu duruma tepki göstererek, AKP Ankara İl Başkanlığı önünde
eylem yapıyor… Ve Keçiören İlçe Başkanlığı’na aynı pankartı yeniden asıyor…
Polis de yeniden ilçe binasını basıyor. Pankartı indirmek istiyor. Arbede çıkıyor. Coplamalar, toplamalar…
AKP demokrasisinde “Çalanlardan hesap soracağız” demek yok…
Bu arada ÖDP lideri Ufuk Uras aylardır “Darbeciler yargılansın” kampanyası yürütüyor. Darbeciler bizce de yargılansın. Ancak darbecileri yargılamak için önce demokrasiyi kurmak gerekmez mi?
Darbecileri, mesela Kenan Paşa’yı mahkemeye çıkarmışsınız… Paşa demez mi?
– Efendiler beni neden yargılıyorsunuz? Bizim yönetimimizde herkesin telefonu dinleniyor muydu? Suçunun ne olduğunu bilmeden hapis yatanların sayısı bu kadar çok muydu? TRT bu kadar mı yanlı yayın yapıyordu? Basının yarısını ele geçirip diğer yarısı için gazete almayın kampanyası mı açmıştık? Deniz Feneri’yle trilyonluk soygun yapanlar mı vardı? Olsa bile yargılanmadan dolaşıyor olabilirler miydi? Biz hırsızları dışarıda bırakıp sadece bizim muhaliflerimizi mi içeri atıyorduk?
Ufuk Uras, Kenan Paşa’nın bu savunmasına ne diyecek?
Üstat, bilerek ya da bilmeyerek, yaşanmakta olan sivil darbeyi gözden kaçırıyor olmasın?”
Bu oldukça ilginç bir akıl yürütme mantığıdır. Türkiye’nin darbeci geleneğine çarpık yaklaşımın örneğini oluşturuyor. Aşık, AKP’nin, anti demokratik faaliyetlerini, yolsuzluklar konusu gibi bir dizi politikasıyla TBMM’ni lağveden, anayasayı askıya alan, tüm siyasi parti, sendika, dernek ve meslek örgütlerini kapatan, 50 insanı idam eden, 650 bin kişiyi gözaltına alan, 382 bin kişiye pasaport vermeyen,14 bin kişinin yurttaşlıktan çıkaran, 300 kişinin kuşkulu, 171 kişinin işkenceyle ölmesine neden olan, 30 bin kişinin işten atılmasına gibi binlerce uygulamaya imza atan bir dönemin sorumlularıyla kıyaslıyor. Böylece demokrasi, hukuk, adalet ve insan hakları terazisinin nasıl çalıştığı gösteriyor. Böylece çaktırmadan zifiri karanlık bir dönemi aklamaya çalışıyor.
Bana Melih Aşık, rejimin temel direkleri olan “ laiklik ve üniter” devlet anlayışlarının zedelenmesinden gerisinin teferruat olduğunu söylemeye çalışıyor gibi geliyor.
Demokrasiyi Kurmak İçin
Melih Aşık’a göre, AKP’ye karşı mücadele ile darbelere ve darbecilere karşı mücadele aynı anda yürütülemez.
Hatta bu mücadeleyi meclise taşımaya çalışmanın oldukça tehlikeli olduğu anlatmak istiyor. Çünkü meclisin çoğunluğunu siyasal İslam geleneğinde gelen AKP oluşturmaktadır.
Melih Aşık, “darbecileri yargılamak için önce demokrasiyi kurmak gerekmez mi?” sorusu insana ilk bakışta çok doğru gibi geliyor. Ama bu yaklaşım tarzı, demokrasiyi kurmak ve geliştirmek için 12 Eylül ile 28 Şubat ile 28 Nisan ile velhasıl kelam bütün darbelerle ve darbecilerle hesaplaşmak gerektiğini zorunluluğunu görmüyor. Melih Aşık, siyasal İslam 12 Eylül döneminde palazlandırıldığını, AKP ise bir anlamda 28 Şubat post modern darbe çocuğu olduğunu unutmuşa benziyor. Bunu kavrayamayanlar ise AKP’ye karşı bugüne kadar olduğu gibi bundan sonrada hiçbir biçimde doğru mücadele ve muhalefet edemezler.
AKP’ye karşı mücadele ile darbelere ve darbecilere karşı mücadelede Ufuk Uras’ın önerisinde de olduğu gibi birlikte verilmek zorunludur. Ufuk Uras’ın önergesi sonrası yaşanan gelişmeleri yakında takip edenlerin bildiği gibi bu önerge AKP’nin gerçek tutumunu açığa çıkartacak bir turnusol kâğıdı işlevi gördü. Melih Aşık’ın yanılgısı ya da bilmek istemediği bir başka gerçekte bu önergeye destekleyenlerin, yıllardır AKP’nin muhafazakâr, anti- demokrat anlayışına karşı kendi öz güçleriyle mücadele veriyor olmalarıdır.
Yazıda anlamakta zorluk çektiğim cümle, “Üstat, bilerek ya da bilmeyerek, yaşanmakta olan sivil darbeyi gözden kaçırıyor olmasın?” cümlesi oldu. Sivil darbe yapabilecek bir kudrete sahip olanlar var da biz mi bilmiyoruz? AKP’nin özellikle Anayasa mahkemesi kararı sonrasında kendilerini devletin sahibi olarak görenlerle büyük bir mutabakat içinde olduğunu neden görülmek istenmiyor acaba?
Her konudan konuşanlar neden Deniz Fener’i davası ve yolsuzluklar hakkında tek kelime etmiyorlar; Ergenekon operasyonunun orduyla mutabakat içinde yürütülmüyor mu? ya da DTP davası ve K.Irak tezkeresi konusunda her hangi bir farklık mı var?
Biraz Anlayış
Gelelim Melih Aşık’ın dilendirdiği sorulara. İşin doğrusu, bu soruları sorabilmek için ya tarihin gerçeklerine gözlerimizi sıkı sıkıya kapatmış olmak ya da akıl tutulmasına uğramış olmak gerek. Evren’e verilecek yanıt çok basittir. AKP, bütün bunları senin topluma silah zoruyla kabul ettirdiğin 12 Eylül anayasası sayesinde yapabiliyor. Cesaret veren, yönlendiren senin darbe anayasanın koruyuculuğudur. “Türkiye üzerinden 28 yıldır çıkartamadığı bir deli gömleği giydirdiniz, bunu çıkarmayı beceremeyenlerden de başka bir şey beklenemez.”
Melih Aşık, yazısına başlık olarak “ ÖDP’ ye dersler” koyarken “size bu mubah, iyi oluyor” demeyi tercih etmişe benziyor. Doğrusu Aşık gibi 12 Eylül darbecileri “masum” gören bir tutuma sahip olmak yerine “coplanmayı, toplanmayı yeğlemek” daha doğru bir şeydir. Çünkü gerçek demokrasi böylesi zihniyet sahipleri sayesinde değil, “toplananlar ve coplananlar” sayesinde gelişecek.
Kısacası Melih Aşık’ın yazısı bana bu ülke insanın, 80 yıllık korkularını geride bırakmadan demokrat olamayacağını bir kez daha gösterdi.
BirGün Gazetesi
14 Ekim 2008