Arife günü PKK Başkanlık Kurulu bayram sürecince askeri eylemleri duyurduğun ilan etti. Ancak silahlar susmadı, cenazeler gelmeye devam etti. Ayvalık’ta Kürtler dönük linç girişimin yaşandığı gerilimli süreçte, gerçekleşen son saldırı, bir yıldır hız kazanan savaşın geldiği aşamayı gösteriyor. Savaş her gecen gün kontrolden çıkıyor.
Türkiye, Kürt sorununda çözümsüzlük siyasetinin sonunda yeniden “1994 konsepti” diye tanımlanan dönemin eşiğinde. Yani hukuksuzluğun, çatışmanın egemen olduğu ve evrensel savaş kurallarının ayaklar altına alındığı bir dönemin eşiğindeyiz. Tabi ki bu gün yaşananlar birkaç noktada geçmişten farklılaşmıştır. Bunları şöyle özetlemek mümkündür.
Birincisi artık Türkiye’nin cenazelere tahammül sınırı çok fazla aşılmıştır. Patlayan her bomba, kaldırılan her cenaze, adresi belirsiz her mezar toplumu bir birinden bir parça uzaklaştırmakta, çözümü geciktirmektedir. Tek tek evlerdeki evlat, eş, sevgili, kardeş acısı ülkeyi yangın yerine çevirmektedir. Bu yangından çözüm çıkmayacağı kesindir.
İkincisi silahlı mücadeleyle artık hak elde edilmesinin ve sorunun çözümünün asayiş önlemleriyle mümkün olmadığı söyleyenlerin şiddette, çatışmada ve öldürmede ısrar etmeleri sorunu daha fazla karmaşık hale getirmekte, toplumsal çatışama tehlikesini artırmaktadır.
Daha önceki dönemde PKK, kendini Türkiye gücü olarak tarif etmekteydi. Bu koşullarda silahların susmasını sağlamak daha kolay olabilirdi. Ancak bu Irak savaşı sonrası değişmiş durumda. Bir süre önce Kandil’de yaptığım gözlemimde PKK’nın kendisini Ortadoğu gücü olarak tarif etmeye ve bölgede buna uygun konumlanmaya başladığı gördüm. Bu savaşın daha uzun süre devam edeceğini göstermektedir. PKK yetkililerin artık tek taraflı ateşkes artık yapmayacağı diyerek bu konudaki politikalarını açığa vurmaktalar.
Yine PKK, silahlı mücadele değil, aktif silahlı savunma yaptığını ileri sürmektedir. Buda işi karmaşık hale getirmektedir. Çünkü PKK yaptığı bal gibi silahlı mücadeledir. Hiç kimseyi karakol basarak aktif silahlı savunma yaptığına ikna edebilmesi mümkün değildir. Bunda ısrar edilmesi inisiyatif kaçırıldığını da göstergesi olarak görülebilir. Bu durumda Kürt sorunun çözümü için cumhuriyetin demokratikleştirilmesi talebi de, insanlara doğal olarak inandırıcı gelmemektedir. Ayrıca demokratik cumhuriyet stratejisine uygun demokratik mücadele yöntemleri geliştirmediği sürece, şiddete, ölüme dayalı eylem ve yönelimler, nefretin, kinin, düşmanlığın gelişmesine yaramaktadır. Türkiye’nin çözümden kaçan her tutumu karşısında gelişen yapılan böylesi eylemler demokratik zeminlerin de daraltılmasının bahanesi olmaktadır.
Ama Türkiye’nin esas sorunu, Kürt sorununu PKK sorununa indirgeyerek, Kürtlerin etnik kimliklerinden kaynaklanan siyasal, kültürel, sosyal haklarını verilmesi noktasında ayak diremeye devam etmesidir. Bu tutumun şiddeti beslediğinin görülmemesidir. Benim Kandil’de gördüğüm çözüm iradesi de, anaların gözyaşını dinmesinin önünü açacak irade de Kandil’de değil Ankara’dadır. Ancak bunun 25 yıldır yürütülen siyaset ve yöntemlerle de olmayacağı kesindir. Bunda ısrar acılara, gözyaşlarına neden olmaktadır.
BİRGün Gazetesi
5 Ekim 2008 Pazar