Anayasa Mahkemesi kararında fena çaktık 

Star Gazetesi 15 Haziran 2008

Turban tartışmasını anayasa mahkemesi yeni bir boyut sıçrattı. Anayasanın değiştirilmesi  önerilemez  maddesi olan  “Türkiye cumhuriyeti..   Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk devletidir.” maddesinin deki  “laik devlet” ifadesini anayasa mahkemesi yorumladı. TBMM’sinin üçte ikisinin oyuyla çıkarılan yasayı iptal etti.

Anayasa mahkemesi son bir yıl içinde ikinci kez yasamanın çalışmasına yorum yaparak yasmaya müdahalede bulundu. Birincisinde Abdullah Gül’ün seçilmesini engelledi, ikincisinde türban yasağının kalmasını engelledi. Her ikisinde de meclis iradesinin yanlış yaptığını hükmetti.

Böylece rejimin bekası için siyasi iradenin “yanlışını” düzletmeyi, anayasanın ve yasalarının kendine verdiği hukuksal yetkinin üstünde gördü. Anayasada yer alan kuvvetler ayrılığı ilkesi yerini “kuvvetler üstünlüğüne” bıraktı ve anayasada mahkemesi bizzat yasama işlevi üstlenmeye çalışmaktı.

 

Seçmen, boşuna sandığa gitme!

Anayasanın bizzat kendini değiştirmek ya Kenan Evren’in gibi başarılı darbecileri işi oluyor, ya da parlamenter demokrasi dışı arayışları gündem getiriyor. Bu yolda yürüyenler parlamenter sistemin demokratik işleyişini ortadan kaldırılmış oluyorlar. Bu bir anlamda seçimlerin ortaya çıkan iradenin beğenilmemesi nedeniyle geçersiz kılmasıdır. Bu yönetim tarzının ise zihinlerde seçimleri anlamsız kılacaktır. Tek başına seçimler demokratik yönetim biçimi için her şey demek anlamına gelmez ama seçilmişleri ikincilleştirmek ise seçimlerin kitleler acısından miadını doldurmasına yol açar.

Seçimle oluşmuş siyasal iradenin, demokratik mekanizmaları geliştirmesi için mücadele edilebilmesi için öncelikle her türden atanmışların siyasal irade koyma isteğine karşı toplumsal direnç oluşturma geleneğinin yaratılması gerekir. Bu nedenle seçilmişlerin aksak demokrasisi, kendilerini rejimin bekçileri olarak gören kastlaşmış bürokratların demokrasine yeğlenmelidir. Bu bakımdan anayasa mahkemesi kararının arkasına çeşitli bahane ve gerekçelerle sığınmaya çalışma, onu siyasetin manivelasına dönüştürmek demokratik bir tutum olamaz.

Tartıştığımız konunun türbanla sınırlı bir sorun olmadığı gerçeğini unutmadan tutum alınmak durumundadır. Tamda bu noktada seçilmişlerin özgürlükleri geliştirmede izledikleri yolu, tarzı benimsemiyor veya doğru bulmuyor olmamız, açık veya örtük olarak bürokratların demokrasine mehil etmemize yol açması özgürlüklerin geliştirilmesi yolunda tökezlememizden başka bir anlama gelemez. Bu nedenledir ki, AK Partinin, Şemdinli savcısının başına gelenlerin sorumlusu olması, yeni anayasa hazırlıkları askıya alarak veya öteleyerek kendi seçmen kitlesinin özgürlük alanı genişletmek için türban yasası çıkarmış olmasına solun sırtını dönmesi kendi özgürlük ufkunu kısıtlamaktan ve değişimin karşısında direnç göstermesinden başka bir sonuç doğurmaz.

 

Sol gene sınıfta kaldı

Böylesi bir tutum ve davranış demokratik solun CHP çizgisinden ayrışamaması sonucunu doğurmaktadır. Bu ayrışmayı sağlamadan ise sol, CHP’den fazla bir şey olduğunu söyleyemeyiz.Sol adına türban yasağının kaldırılması için öneriler parlamenter mutabakat ise utangaç bir biçimde türban yasağını savunmaktır. Çünkü bu özgürlük için CHP ile de mutabakat arama önerisidir. CHP ise, bugün var oluşun türban yasağına indirgemiş durumdadır. Hiç bir toplumsal değişim baştan toplumsal mutabakatla olmamıştır ve olamaz. Her yeninin ortaya çıkma sürecinde ona karşı direnç oluşur. Statükodan beslenenler eskinin savunuculuğu yapmak zorundadırlar. Rejimin geleceğini, kendi laik anlayışlarına bağlamış veya indirgemiş olanların, üniversite kapılarında türban sorunu nedeniyle geri dönen kızların öğrenim hakkı sağlayan düzenlemeye karşı çıkmalarında bir tuhaflık olmasa gerek. Tuhaflık yıllardır türban sorununun çözümü için hizmet alan, hizmet veren ayrımı yapılmasını savunan demokratik solcuların, çeşitli bahanelerle parlamenter mutabakat arayışını çıkış yolu olarak önermeleridir.

Özgürlükçü, demokratik güçler, özgürleşme ufuklarını toplumun en geniş kesimlerinin sorunlarına doğru geliştirebilirse debelendikleri dar alandan çıkma şansına sahip olabilirler. Sol, sadece kendisi için özgürlük isteme konumunda kaldığı müddetçe, özgürlük, eşitlik ve adalet mücadelesinde inandırıcı güç olabilmesi bir hayalde öteye geçemez. Sol bu tartışmayı bizlerin siyasal yasakları devam ederken, sadece 12 Eylül öncesinin siyasi parti liderlerinin yasağını kaldırmaya dönük, Turgut Özal tarafından yapılan referandum sırasında da yaşanmıştı. Kimilerimiz, yasakların sınırlı kaldırılmasını eleştirerek referandumda evet oyu verilmesini,  kimilerimiz de bizi kapsamayan özgürlüğü özgürlük saymayız diyerek referandumda hayır oyu verilmesini savunmuş. Bugün yine aynı sınavla karşı karşıyayız. Özgürlüklerin önemli olanlar, olmayanlar tasnifi yapılamaz.

 

Demokrasi bürokrasiye emanet

Solun, rejimin bekasına dönük herhangi anayasa mahkemesi kararını en gerici parlamentonun iradesinden üstün görmesi kendine güvensizliğinin veya acizliğinin ürünü olabilir. Enversel değerlere sahip özgürlükçü sol, en gerici parlamentoya karşı mücadeleyi bile toplumsal güçlere dayanarak yapma yolunu seçmek durumundadır. Kaldı ki, bugün böyle bir şey söz konusu değildir. Bunun dışında bürokratik kasta dayanarak mücadele etmeye meyil ettiğinde kendi toplumsal dayanağı olan aşağıdakilerden uzaklaşma yoluna girer ve toplumsal değişim ve dönüşümü kastlaşmış bürokrasinin insafına terk eder. Böylesi solda, sol olamaz zaten. Ancak CHP’nin başak bir versiyonu olabilir. Sorunları çözme yöntemi de CHP’nin benzeri olabilir. Çeşitli toplumsal sorunların çözümünde CHP’nin yaptığı gibi tutucu rol oynayabilir.

Anayasa mahkemesi bu kararıyla sadece iktidar partisini hizaya getirmeye çalışmakla kalmamış, aynı zamanda yeni anayasa tartışmalarının önünü kesmeye dönük işaret vermiştir. Çünkü son bir yıldır alınan kararlar statükocu siyasal güçlerin olur vermediği hiçbir düzenlemeye anayasa mahkemesinin vize vermeyeceğini göstermektedir. Bu güçlerin vizesiyle yapılacak anayasa yeni olabilir, ama kesinlikle demokratik bir anayasa olamaz. 12 Eylül anayasasında kurtulma özlemi içinde olanların işi şimdi daha fazla zorlaştı. Çünkü düne kadar yeni anayasa lafını eden, bugün anayasa mahkemesine boynunu uzatan siyasal irade, artık anayasa tartışmasından daha fazla uzak duracaktır.  Bu nedenledir ki, demokratik sol,  türban yasağı konusunda elini titreterek kendi ayağına kurşun sıkmıştır.