SOL YÖNELİMLER İTTİFAKLAR TARTIŞMALAR
BirGün GAZETESİ
21 MAYIS 2008
Hakan Tahmaz- Önder İşleyen
SODEV BAŞKANI AYDIN CINGIL
Bu koşulalrda , CHP sol değildir’i anlatmak zordur.
“301 savunan parti sosyal demokrat olamaz. Milliyetçi, uç uluscu olan bir parti, sosyal demokrat olabilir mi? Milliyetçilik nerede varsa, sosyal demokrasi buna karşı durur.Milliyetçilik nerede varsa, sosyal demokrasi orada yoktur.Operasyonlar erken bitti, içerde cerat bıraktık diyen bir parti sosyal demokrat olabilir mi? Biraz daha kan dökülmeliydi diyen anlayış sosyal demokrat olabilir mi?”
Yazı dizisinin başlığında sol kavramı kullanıldığı için geniş yelpazede bir çalışma yapmak kacınılmaz oluyor. Birçok okuyucu sosyal demokratları tartışmaya dahil edip- etmeyeceğimizi sordu. Dün okuyucularımızla Burhan Şenata’nın görüşlerini yansıttık. Bugünde başka bir sosyal demoakrat, SODEV Başkanı Aydın Cıngıl’a yaptığımız söyleşiyi paylaşıyoruz. SODEV (Sosyal Demokrat Vakıf) farklı sol partilerden üyesi olan bir kurum.
Sol krizini nasıl aşabilecek?
Solun krizi dediğimiz şeyin kendisi aslında Türkiye’nin krizidir.
Türkiye niçin kriz içerisinde? Solsuzluktan! Etkin bir Türkiye’nin krizi ile solun krizi iç içe geçmiştir.Türkiye’de sol, bildiğim kadarıyla, gerçek anlamda ve evrensel değerlere sahip etkin bir güç olarak, hiçbir zaman tam anlamıyla var olamadı. Şu anda sol adıyla var olabilenler de oldukca etkisizler. Son günlerde solda yeni arayışlar var. Birlik arayışları hiç bitmedi. Siz sormadan ben söyleyeyim: bazı siyasal çevreler bir araya gelmeye çalıştı. Çeşitli isimler altında bir yeni oluşuma gitme çabası var. Bunlardan biri de çatı partisi.
Çatı partisi önerisine nasıl yaklaşıyorsunuz?
Solda bazı gruplar bir araya gelerek, sosyal demokratlar, sosyalistler ve liberalleri bir çatı altında toplayacaklar. Ben bunun gerçekleşme şansının çok düşük olduğunu düşünüyorum. Çünkü bu grupların ciddi bir güçleri; etki yapabilecek durumları yok. Bugüne kadar yapılanlardan faklı bir şey olamaz. Bırakalım çatı partisi önerisini, toplanan güçlerin sol bir parti kurmalarının da imkanı yoktur. Ya da kurulabilir, ama kitleselleşmesinin önünde engel var. Bu engel CHP’dir. CHP’nin sosyal demokrat etiketi altında işlev görüyor olmasıdır. Esasen önemli bir seçmen kitlesi CHP’ye hala sol parti olarak oy veriyor. Aslında onların da CHP’nin solda olmadığının bir ölçüde farkında. Ama sürekli orada bir umudu var: “CHP ıslah edilebilir; bu partinin sorunu bugünkü yönetimden kaynaklanıyor; değiştiririz, sorun çözülür” diye yaklaşıyor. “Bu kadro değişirse, başkan değişirse işler yoluna girebilir” diye umut ediliyor.Gerçek bir sol parti olabilir belki diye düşünen insan çok. Bu nedenle, solda CHP’den hala umudunu kesmemiş bir seçmen kitlesi var.
Bu duygunun yaygınlaşmasında başarısız parti girişimlerinin de payı yok mu?
YTP kuruldu. Yok oldu. SHP ne yazık ki gelişemiyor. Mumtaz Soysal Hoca’nın partisi var, çok ulusalcı bir parti; ama kimse bilmiyor. Tarhan Erdem’in bir görüşü var: “CHP’den umut kesenlerin sayısı hala umut kesmeyenlerden fazla olmadığı sürece yeni bir sol kitle partisi kurulamaz”. Ben buna katılıyorum. “Bu CHP’den bir şey olmaz, CHP ile bir şey yapılamaz” diyen insan sayısı, CHP’de siyaset yapanlardan ya da ondan bir şeyler bekleyenlerden fazla olmadığı sürece “CHP dışı” bir seçenek üretilemez.
Neden CHP sol parti değil?
Sosyal demokrasinin ilkeleri, evrensel değerleri var: özgürlükçülük, eşitlikçilik, dayanışmacılık, barışçılık, enternasyonalizm, vb. 301. maddeyi savunan bir zihniyetinin özgürlükçülük ile ilişkisini bulmak zordur. Milliyetçilik nerede varsa sosyal demokrasi orada yoktur. “Operasyonlar erken bitti” diyen bir parti sosyal demokrat olabilir mi? Barışın yerine savaşı tercih eden anlayışın sosyal demokrat evrensel değerlerle ne ilgisi olabilir. Azınlıkların haklarına karşı çıkan, azınlık vakıflarına karşı takınan tutumun ne ilgisi var sosyal demokratlıkla? Sosyal demokrasinin mağdurların, dışlananların safında olması gerekir.
<<CHP’nin sol olmadığının seçmenlerin anlaması için ya da bunun açığa çıkması için ne yapılmalıdır?
Şimdi CHP’de statükoculuk geçerli. “Cumhuriyet’i ben kurdum, ileri de gitmem geri de” anlayışı var. Ancak, kültürel muhafazakarlık ve dinsel bağnazlık olmadığı için, AKP gibi kültürel muhafazakar ve de siyasal İslamcı bir parti döneminde CHP’nin sol parti olarak algılanma eğilimi güçleniyor. CHP’ye oy verenlerin önemli bir kesimi onu sol, kendilerini de solcu olarak tanımlamaktadır. Bunun değişmesi şu anda bir hayli zor. AKP gibi muhafazakar, İslamcı bir parti hükümetinin uygulama ve politikalarına karşı seçmenler kendilerini burada güvende hissetmekteler. Gerçeği söylemek gerekirse, bu koşullarda, “CHP sol değildir, sol değerlere sahip değildir, sorun yönetimin değiştirilmesi sorunu değildir” yolunda bir söylemi benimsetmek zordur. AKP mevcut durumu ve tutumuyla ortada dururken, kısmen de olsa ortak kaderi paylaştığımız CHP’ye yüklenmek hoş olmuyor, doğru anlaşılmıyor. Kaldı ki bunun stratejik açıdan sorgulanabilir olduğu da açık.
<<Son 1 Mayıs’ta CHP’ nin takındığı tutum bugün basında yer aldı. CHP MYK’nin Diyarbakır’da toplanmasını, eski Kürt raporunun hatırlanmasını, Urfa’da miting yapılmasını CHP’de bir şeylerin değişmeye başlamasının işareti olarak değerlendirenler var; ne dersiniz?
Gerçekte 1 Mayıs’ta CHP, bizimle ve işçilerle olmaya çalıştı. AKP ise bizi coplamayı, bize bibergazı atmayı yeğledi. AKP’nin otoriter, hümanist olmayan yüzü açığa çıkarken CHP milletvekilleri bu yapılanlara karşı durdu. Bunu da unutmamak ve haksızlık yapmamak gerek. Ama bu, CHP’nin birden bire sola kaymaya başladığının da işareti olamaz. Kürt raporu eski programda vardır. CHP programları esasen oldukça ileridir. Ama yıllardır uygulanmaz. Değişikliği söylem ve eylemde görmek gerek. CHP’de yıllardır siyaset tek kişiye indirgenmiş olarak yapılıyor. Lider kültünün geçerli olduğu bir partide parti içi demokrasi işleyemez. Bunun olmadığı yerde de sol siyaset olamaz. %20 parti içi barajın geçerli bulunduğu bir parti dünyada yoktur. Varsa da bu parti sol parti sayılamaz. Cumhuriyetin kurucusu CHP’de, genetik yapıya bağlı bir sorun var. Mesela PASOK sola evrildi. PASOK 1990’lara değin uç uluscu bir partiydi; şimdi evrensel ölçütlere göre sosyal demokrat bir parti. Oysa CHP evrilemiyor, evrilmesi de zor görünüyor. Bugün CHP’de, Cumhuriyet’i kuranların manevi torunlarından oluşan kadrolar var. Bozkurda yaşayan ümmetten çağdaşlaşmış, demokratikleşmeye aday yurttaş prototipi oluşturmaya çabalayan kurucu unsurların torunları bunlar. Bu başarım her türlü takdirin ötesinde. Ne var ki, CHP’nin ideoloji üreticileri ve bugünkü kadroları yaptıkları devrimlere aşık oluyorlar. Bunun bir milim değişmesine izin vermek istemiyorlar. TC’nin kurucu ideolojisi Kemalizmdir. Şuraya gelmek istiyorum. Özgürlükçü sosyalizm ya da sosyal demokrasi özünde modernleştirici bir ideolojidir. Avrupa ve dünyada sosyal demokrasinin kökeni Marksizmdir. Türkiye’de ise sosyal demokrasinin iki bileşeni bulunuyor: Kemalizm ve Marksizm. Türkiye’de böyle bir gerçeklik var. CHP, genetik yapısı itibariyle, modernleştirici özü belirleyici olan Kemalist bileşeni ağırlıkta olan bir parti. Bu nedenle değişme olasılığı çok tartışmalıdır. Bence bugünkü koşullarda zor. Çünkü AKP, Kemalizm’i, laiklik aracılığıyla, sürekli didikliyor. Laik Kemalistler, dolayısıyla da CHP, mevcut kimlik sınırları içinde kalmaya özen göstererek savunmaya geçiyor. AKP’nin gerginlik politikaları, bir anlamda, gerçek solun doğmasını engelleyici rol oynuyor.
<<Geçmişte CHP’de siyaset yapmış, ama bugün AKP siyaset yapmakta olan kişilerin varlığı, bunların, her iki partinin bu muhafakazarlık ortak paydasında buluşmaları mıdır?
İsim vermeyelim. Onların gerekçelerini bilmiyorum. Ben, bu konuda aylar önce Radikal İki’de yazdığım bir yazıda, onların esas beklentisinin, ideolojik motivasyonlar ötesinde, ikbal beklentisi olduğunu düşündüğümü belirtmiştim. Bu herkes için geçerli olmayabilir. Kimseyi suçlar görünmek istemem. Bu türden bir transferi gerçekleştiren üç beş kişiyi bir siyasal anlayışın temsilci olarak düşünmek anlamlı olmaz.
<<Sol yaklaşan yerel seçimlerde ne yapmalıdır?
Bu süreçte seçime kadar çok şey değişebilir. Mesela AKP kapatılırsa, yerine başka bir parti kurulacak. Ne olacak kestirebilmek mümkün değil. O nedenle şimdiden kesin bir şeyler söylemek istemem. Siyaset dengeleri değişecektir. Abdullatif Şener’in kurulacak bir partinin başına geçeceğinden söz ediliyor. Anlaşılan o ki, AKP, yine mağdur kisvesine bürünecek. Öte yandan, bir kesim seçmen de, 22 Temmuz’da ideal bir çıkış noktasında bulunan AKP’yi herşeyi berbat edecek kadar dirayetsiz davranmakla suçlayacak. Ancak şunu şimdiden saptamak olası. AKP, mevcut adıyla ya da yeni biçimiyle, konumunu güçlendirmeye çalışacak. Burada güç birliği yapmak gerek. Bunun için de herşeyden önce CHP’nin temel bir siyaseti benimsemesi gerekiyor. O da geniş anlamda solla ortak davranmasıdır. Sosyalist sola da makul gelen adaylar göstermelidir.Oy bölünmemelidir. Ayrıca, yerel seçimlerde soyut sözler üzerinde seçim çalışması yapılamaz. Solun evrensel ilkelerini somutlaştırmak gerek. Yerel seçimler proje ve kişi odaklıdır.Yerel sorunların çözümüne ilişkin projeler üretilmesi gerekir. Bu projeleri taşıyacak, sol kimlikli adaylarla ortak seçim çalışması yürütülmelidir. CHP yapar mı? Kişisel görüşümü sorarsanız; sanmıyorum. Ama böyle davranması çok büyük sorun olacaktır. Çünkü, AKP politikalarına karşı ortak duruştan kaçınmanın ağır faturası olacak topluma. Toplumun, tanık olduğumuz ölçülerde muhafazakarlaştırılmasına izin veren siyasetin sonuçları da çok ağır ve kalıcı olacaktır.
YAYINCI-YAZAR SEYFİ ÖNGİDER:
BİTİRDİĞİMİZ NOKTAYA DÖNEBİLİRSEK…
Son zamanlarda sol/sosyalist hareketteki arayışların artması, çeşitli siyasi-örgütsel projelerin dile getirilmesi solun içinde bulunduğu durumun vahametinin giderek daha çok anlaşılması anlamına mı geliyor? Umarım öyledir! Doğrusunu söylemek gerekirse, solda yeni bir sürecin başlaması için pek çok nedenin ve koşulun bulunduğu bir gerçek ama bunların ne kadar kavrandığı, nasıl algılandığı ayrı bir muamma… Soğuk Savaş yıllarında bile etkili bir şekilde var olmayı başarabilen Türkiye sosyalist hareketi yirmi birinci yüz yılın başına geldiğimizde tasfiye olmanın eşiğinde duruyor. Tarihinde hiç bu kadar geriye savrulmamış olan Türkiye solu ya bu eşiği aşacak ve güçlenerek yoluna devam edecek, ya da bilinmeyen bir süre için siyaset sahnesinden silinecek. Durum bu kadar vahimdir ve sorunları tartışırken bunun bilincinde olmak gerekir.
Oysa Soğuk Savaş sona ererken, 1989 yazında Türkiye sosyalistleri önemli bir adım atarak “Kuruçeşme Süreci” diye bilinen bir tartışma süreci örgütlemişler ve yeni bir döneme girmekte olan dünyanın/ülkenin geleceğinde ciddi bir rol üstlenebileceklerinin işaretlerini vermişlerdi. Zengin bir siyasi birikime, ülkenin her yerine yayılmış deneyimli kadrolara sahip sosyalist hareket kendini yeniden inşa etmenin ideolojik, siyasal, örgütsel yollarını aramak için hiç de geç kalmış değildi. 1989 Kasım’ında Berlin Duvarı’nın yıkılması, 1991’de Sovyetler Birliği’nin dağılması bu tartışma sürecinden sonra gelecekti. Nitekim solun hayli geniş bir kesimini içine çeken bu tartışma süreci “birlik ve yeniden yapılanma” sorununa odaklandı ve ardından da SBP- BSP-ÖDP ile birbirini izleyen partiler geldi. Bir sonrakinin bir öncekinden daha büyük ve etkili olduğu bu partilerin sonuncusu olan ÖDP’nin 1996 Ocak’ında kurulurken nasıl bir coşku ve umut yarattığını hâlâ hatırlayabiliyoruz. Ancak 1989’da başlayan bu süreç 2001 yılında ÖDP’nin parçalanmasıyla sona erdi. Soğuk Savaş koşullarının sola dayattığı parçalanma ve rekabet ortamında yetişen, şekillenen siyasi kadrolar bir arada durmanın dilini geliştiremedi, yolunu-yöntemini bulamadı. Onları buna zorlayan bir işçi-emekçi hareketiyle sıkı ilişkilerden de yoksun olunca parti içi gerilim ve anlaşmazlıklar bir büyük başarısızlığı taşıyamadı. 1999 seçimlerinde yüzde 1’in altında kalan oy oranı ÖDP’nin sonunu getirdi.
Umutlu olmak da mümkün…
2001’deki parçalanma aslında Türkiye solunun 1989’da başlayan bir sürecinin de sona erdiğini ilan ediyordu. Sol yeniden “sekt” yaşamına döndü ve bir süredir bu tarzda varolmaya çalışırken mevcut “sekt”ler de yeni bölünmelerle çoğalarak varlıklarını sürdürüyor. ÖDP’den ayrılanların kurduğu SDP bölündü; ÖDP bölünmedi ama 2007 seçimlerinde ve KESK’e bağlı sendikaların kongrelerinde görüldüğü gibi fiilen iki parti gibi. Diğer partilerin veya sol grupların da durumu çok farklı değil… Bu kadar gerilere savrulmuş, bu kadar güçten düşmüş bir hareketin parçalanmaya devam etmesi ve bu haliyle ülkenin geleceğinde söz sahibi olması elbette mümkün değildir. Dolayısıyla, bir tür kendi kendini tasfiyeye dönüşen bu sürecin sona ermesi için bir takım arayışların da hızlanması doğaldır.
Tablonun bir yüzü ne kadar kötü ve karamsar olmaya yol açacak unsurlar barındırıyorsa diğer yüzü de iyimser, umutlu olmak için hayli şey barındırıyor. Solda ciddi, hissedilen bir boşluk var; o kadar ki AKP bile bu alana bazı isimleri bünyesine alarak sarkmaya kalkıştı. CHP’nin yeniden yüzünü sola döndürmeyi düşündüğüne ilişkin haberler arttı. 1 Mayıs’ta İstanbul’daki gösteriler, sınıf eksenindeki mücadelelerin ne tür potansiyeller barındırdığını bir kez daha sergiledi. 60’lı yıllardan bu yana ilk kez sosyalistler parlamento kürsüsünü kullanabilir durumda, çünkü uzun bir aradan sonra ilk kez parlamentoda sosyalist milletvekilleri ve bir grup oluşturacak düzeyde Kürt milletvekilleri var… Bunları değerlendirebilecek bir inisiyatif geliştiğinde mevcut durumun aşılması doğrultusunda solda yeni bir sürecin başlaması zor olmayacaktır.
Bu bağlamda sosyalist milletvekillerinin çağrısı ve girişimiyle iyi düşünülmüş, örgütlenmiş bir tartışma süreci böylesi bir başlangıç için anlamlı olabilir; 1989–2001 sürecini değerlendiren, neyi doğru, neyi yanlış yaptığımızı ortaya çıkarmaya çalışan ve sol/sosyalist hareketin birliğini aritmetik bir toplam değil cebirsel bir işlem olarak ele alan, yani bir yeniden inşa süreci olarak kavrayan bir tartışma süreci, yeterince gücü ve birikimi harekete geçirebilirse, pekala sola yeni bir ivme kazandırabilir.
Böyle bir tartışmanın 1989-2001 sürecinin sonundan başlayıp başına doğru ilerlemesi mümkündür ve bazı kolaylaştırıcı yönleri de olabilir; ÖDP’de 2001’deki ayrışma/parçalanma sırasında Özgürlükçü Sosyalizm Platformu (ÖSP) ve Sosyalist Emek Platformu (SEP) olarak iki kanat oluşmuştu ve karşılıklı tezler/iddialar vardı. ÖSP, SEP’ten ve onun temsil ettiği sol anlayıştan kurtulursa partinin büyüyüp, kitleselleşeceğini, solda yeni bir mecranın açılacağını ileri sürüyordu. Bu yaklaşımda Kürt hareketi ve solun diğer kesimleriyle en azından “mesafeli” bir ilişki kurulması öngörülüyordu. Kendisinin partinin “devrimci kanadı” olduğuna inanan SEP ise ÖSP’nin tezlerinin “liberal sol”a ait, uzlaşmacı bir anlayışı ifade ettiğini, oysa sınıf mücadelesini temel alan, uzlaşmaz, sert bir çizgi izlenmesini ve bu arada Kürt hareketi ve solun diğer kesimleriyle daha yakın bir ilişki kurulmasını savunuyordu. Sonuçta bu iki kanat aynı partinin çatısı altında kalamadı ve ÖDP, ÖSP’nin egemenliği altına girerken SEP’i oluşturan güçler de esas olarak SDP’yi kurup, yollarına devam ettiler.
Yedi yıl az mı?
Şimdi aradan geçen yedi yılda iki tarafın da tezlerinin hayat içinde sınandığı görülüyor; şu bir gerçek ki, iki taraf açısından da iddialarına uygun bir durum söz konusu değildir. Ne ÖSP, ÖDP’yi bir kitle partisi haline getirmiştir, ne de SDP Kürt hareketiyle kurduğu ilişkiyle sola yeni bir gelişme, devrimcileşme yolu açmıştır. Gelinen noktada SDP yine ortasından bölünürken, yine iki kanat haline gelen ÖDP de ilginç bir noktaya gelmiştir; ÖDP’nin iki kanadından biri -Ufuk Uras’ın bağımsız adaylığında ifadesini bulan anlayış çerçevesinde- 2001’de SEP’in partiden ayrıldığı sırada savunduğundan çok da farklı olmayan bir çizgiyle parlamentoya girmiştir. 2007’de böyle davranılabildiğine göre 2001’deki bölünmeye, parçalanmaya tekrar dönüp bakmakta fayda yok mudur? Birilerinin doğru veya yanlış yaptığını kanıtlamak açısından değil, koşulların ne kadar farklılaştığını anlamak ve yeniden bir durum değerlendirmesi yapmak bakımından bu noktaya dönüp bakmak anlamlı olacaktır. Zira kimin haklı, kimin haksız olduğuna yönelik bir tartışma daha baştan sakattır ve bütün bu yazı çerçevesinde anlatmaya çalıştıklarımızla da çelişir. Maksat bağcıyı dövmek değil nasıl üzüm yenebileceğinin yolunu arayıp bulmaktır.
Bunun için üzümü yemekten vazgeçip, bağcıyı da değil, birbirimizi dövmeye başladığımız noktaya, ÖDP’nin bölünüp, parçalandığı noktaya dönüp, tartışmaya oradan başlamak belki de makul ve ilerletici bir yeni başlangıç olabilir. Her bitiş aynı zamanda bir başlangıç değil midir?
Artık eski SDP başkanı ile ÖDP başkanı da parlamentoda bulunduğuna göre ve toplumsal bir ilgi ve dikkati de hızla çekerek katılımcıların omuzlarına en baştan itibaren ağır bir sorumluluk yükleyecek yeni bir sürecin başlangıcı için bir araya gelip bir çağrıda bulunmaları neden umutlu bir işaret fişeği olmasın?
Yazı Dizi Bitirirken
Bu köşede 11 gündür sürdürdüğümüz Yerel seçimlere hazırlanırken, sol tartışmalar ve arayışlar dizisi süresince ifade edilen görüşleri şöyle tasnif etmek mümkün. Görüş belirten siyasi partilerden DTP, EMEP, SDP solun krizini aşmak için çatı partisi önermekte. Ancak çatı partisi kavramının içini her biri farklı doldurmaktadır. Yine görüşlerini aldığımız siyasal çevrelerin önemli bir kısmı ve bazı yazarlar cephe, platform gibi önermelerde bulunurken bunları bir birinden çok farklı tanımlamaktalar. Görüşünü aldığımız sosyal kesimden temsilciler ise daha çok sol yeni bir partinin altını çizdiler.
Dizi sırasında öne çıkan en önemli ortak nokta ise emek hareketinin ve yeni toplumsal dinamiklerin geliştirilmesine yapılan vurgu ve yerel seçimlerde işbirliği ihtiyacı oldu. Anlaşılan sol bu tartışmasını ve arayışını daha uzun bir süre devam edecek.
Bu arada siyasi parti Genel Başkanlarından görüşünü almak istediğimiz ÖDP Genel Başkanı Ufuk Uras görüş vermek istemedi. Sayın Uras’a , sorularımız yazı olarak gönderdikten bir hafta sonra ” Bu konularda parti organlarımızın bir kararı olmadığı için ve kısa süre önce yaşan parti içi sorunları da dikkate alarak görüş beyan etmek istemediğini” bildirdi.
Hakan Tahmaz