YENİ YAZI DİZİ -2- Yerel seçimlere Hazırlanırken: SOL YÖNELİMLER İTTİFAKLAR TARTIŞMALAR

BirGün GAZETESİ

11 MAYIS 200 8

Hakan Tahmaz-Önder İşleyen

 

MİTAT SANCAR:

Şimdi bütünlüklü bir sol duruş ve söyleyiş zamanı

 

“Solda bir acil hedefler programına ihtiyaç vardır. Demokrasi/özgürlük, sosyal adalet/eşitlik dayanışma/kardeşlik ayakları sağlam kurulmuş bir program olmak zorundadır bu “

 

<<Sizce sol, demokrasi mücadelesini yeteri kadar önemsemiyor mu?

Burada, sol yapıların sadece kendi dışlarına değil, Türkiye’nin de dışına çıkma meselesiyle yüzleşmeleri gerekiyor. Mesela AB projesi, bu çerçevede değerlendirilebilir, hatta değerlendirilmelidir. Latin Amerika’da son yıllarda yaşanan gelişmeler bu açıdan önemli derslerle doludur. Sol hareketlerin buralardaki yaklaşımlarında, kıtasal ve giderek küresel dayanışma merkezi bir yer tutuyor. AB’yi münhasıran sermayenin ve bürokrasinin malı olarak değil, halkların talebi ve ortak mücadele zemini olarak okuma çabası, Avrupa solunda önemli somut kazanımlara dönüşmüştür bugün. Küçük ırmaklardan çıkıp denizlere açılma, oradan da okyanuslarla birleşme hedefi olmadan, neoliberal küresel tehditlere ve onların uzantıları yerel tehlikelere karşı mücadelelerde aktif ve etkili özne olma şansının kalmadığını görmek gerekiyor. Buradan bütün toplumsal hareketlerin zorunlu referansı olan Fransız Devrimi’nin “özgürlük, eşitlik, kardeşlik” üçlemesiyle devam edelim. Solun, özgürlükler konusunda da ikircikli, kaçamak bir tutumdan mutlaka kurtulması gerekiyor. Bu noktada, mesela Rosa Luksemburg’u, onun o ünlü şiarını hatırlamakta fayda var: “Özgürlük, daima farklı düşünenlerin özgürlüğüdür.” Bu sloganı, ancak kendine güvenini tesis etmiş ve ayaklarını toplumun içine yerleştirmiş bir sol yükseltebilir. Tersi de geçerlidir: Bu sloganı sahiplenen sol, kendine güveninin de toplumla bağlarını da güçlendirme yolunda önemli bir adım atmış olur.

 

<<Eşitlik kavramı gücü nereden alıyor?

Eşitlik sorunu, sol olabilmenin mihenk taşıdır. Neoliberal politikaların yarattığı derin yoksulluk ve devasa eşitsizliklere karşı, bu sonuçlardan canı en çok yanan insanları harekete geçirmeden mücadele etmek mümkün değildir. Kuşkusuz sadece soyut bir karşı çıkış değildir kastettiğim. Somut alternatif öneriler ve güçlü bir toplumsal dayanışma hareketi olmadan, bu kesimleri mücadelenin dayanağı haline getiremezsiniz. Bir de, “toplumsal barış” ya da “bir arada yaşama” diye bir sorunu vardır Türkiye’nin; adı da Kürt sorunudur ve bütün sorunların gelip düğümlendiği bir kilittir. Elbette bu sorunun kimlik boyutu, yani etnik-ulusal bir boyutu vardır ve bu çok önemlidir; ama bütün sorunları bu noktaya endekslemek, sol politika adına savunulabilecek bir şey değildir. Bütün sosyal sorunları etnikleştirmek, milliyetçiliklerden başka bir şey üretmez. Etnik sorunları yok saymak, yani bütün etnik sorunları sosyalleştirmek de, toplumlar arasında kopukluk ve ağır iletişimsizlikten başka bir sonuç yaratmaz. Bu konuda sol bir proje; ancak ulus devlet perspektifini her iki açıdan da aşmış, kimlik sorunlarının toplumsal ve siyasal kaynaklarını ciddiye alan, tersine toplumsal ve siyasal sorunların etnik kaynaklarını da hesaba katan bir bakış açısıyla oluşturulabilir. Aynı şeyler, diğer ayrımcılık türleri için de geçerlidir. Mesela cinsiyet eksenli zulüm ve ayrımcılığı, başka tür sorunların türevi olarak gören yaklaşımdan mutlaka arınmak gerekir. Elbette bütün bu konularda bugüne kadar değişik öneriler ortaya atılmış, politikalar geliştirilmiş, eylemler de yapılmıştır. Ancak bunların etkilerinin büyük ve kalıcı olduğunu söylemek ne yazık ki mümkün değildir.

 

<<Pekiyi sol bu durumu nasıl aşabilir?

Şimdi Türkiye sorunlarının bu yakıcı eksenleri üzerinden bütünlüklü bir sol duruş ve söyleyiş yaratma zamanıdır. Bunun için de, bir “acil hedefler programı”na ihtiyaç vardır. Demokrasi/özgürlük, sosyal adalet/eşitlik, dayanışma/kardeşlik ayakları sağlam kurulmuş bir program olmak zorundadır bu. Böyle bir programın ayrıntıları, emek eksenli örgütlerin öncülüğünde oluşturulacak bir platformda tartışılıp netleştirilebilir. Ardından da, ortak mücadelenin kurumsal formları gündeme alınabilir.

 

<<Yaşanmış başarısız çeşitli deneyler ışığında solun bir araya gelebilme imkânını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Gerçi bu konuda umut kırıcı tecrübe örnekleri çoktur; ama bunun aksine işaretler de var. Üstelik şartlar, her zamankinden fazla böyle bir ihtiyacı dayatıyor. Geçmişteki hayal kırıklıkları, hayata küsmenin gerekçesi ya da bahanesi olamaz. Türkiye’de var olan sosyalist partilerin bir araya getirilmesinden ibaret bir birliğin bugün ihtiyacı karşılayacağını düşünmüyorum. Böylesi bir oluşum için mutlaka emek örgütleri işin içerisinde, hatta merkezinde olmalıdırlar. Türkiye’nin önemli bir muhalefet dinamiği olan meslek örgütleri de burada olmalıdır. Bunlarla birlikte sosyalist yapı ve partilerle birlikte aydınlar da bir tartışma platformu etrafında bir araya getirilmelidir.

 

<<Nasıl bir platform olmalı bu?

Yalnızca söz söyleyecek, tartışacak bir platformdan söz etmiyorum, 3 Kasım mitinginden yapıldığı gibi aynı zamanda ülke siyasetine etkin müdahale yöntemleri geliştirmek de temel hedeflerden olmalıdır.

 

Böylesi bir zeminin oluşturulması için elbette herkesin öncelikle grupçu yaklaşımlardan kurtulması gerekir. Her örgüt, solun güdüklüğünün ve etkisizliğinin nedenleri ve sonuçları konusunda kendisiyle yüzleşme ve hesaplaşma cesaretini ve olgunluğunu gösterirse, daha kolay mesafe alınabilir. Böylece, mevcut yapıların basit bir toplamından ibaret olmayan, onları aşan yeni bir zemin yaratılabilir.

 

<<Çatı partisi önerisini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Çatı partisi ile önerdiğim bu zemin karşı karşıya konulmamalıdır. Bunlar birbirlerinin karşıtı ya da alternatif olarak görülmemelidirler; aksine birbirlerini besleyebilirler. Ancak ben belirttiğim ihtiyacın çatı partisi türü bir yapılanmayla karşılanabileceğini düşünmüyorum. Çatı partisi projesinin, sonuç olarak daha önce defalarca denenmiş olan güç birlikteliklerinin, ittifakların ötesinde ne önerdiğini pek anlayabilmiş değilim. Muğlâk bir öneri gibi geliyor bana. Belki yakın zamanda oluşturulacağı belirtilen girişim heyetinin çalışmaları, bu önerinin somutlaşmasını ve netleşmesini sağlar. O zaman, durumu yeniden değerlendirmek gerekebilir.

 

<<Sizce atılması gerek öncelikli adım nedir?

Türkiye solunun bugün ihtiyacı olan temel şeyin, kendini güçlü bir özne olacak biçimde inşa etmek olduğunu düşünüyorum. Böylesi bir sol örgütlülük olmadan, Kürt hareketiyle kurulacak bu tür ittifaklar eşitsiz olacaktır. Böyle olduğunda da birileri diğerlerinin peşine takılmış, yedeği haline gelmiş gibi bir durum ortaya çıkacaktır. Bu durum, Türk kamuoyuna Kürt sorununu anlatmak konusunda yaşanan sıkıntıları, hatta tıkanıklıkları aşmayı da kolaylaştırmaz. Oysa Kürtlerin dertlerini ve taleplerini Türkiye emekçilerine anlatmadan bir arada yaşama temelinde demokratik bir çözümün önü de kolay kolay açılamaz. Kuşkusuz güçlü bir sol yapı, etnik kimlikler üzerinden oluşturulamaz; yani Kürtlerin, Türklerin ve diğer topluluk mensuplarının bir arada gelmesini kesinlikle dışlayamaz. Söylemek istediğim o değil. Ortada güçlü bir Kürt hareketi var; diğer yandan dağınık ve etkisiz sol yapılar. Bunları bir araya getirerek, Kürt sorununu Türk kamuoyuna yeni bir dille anlatmak çok zor. Bu nedenle, öncelikle güçlü bir sol yapı oluşturulmalı. Böyle bir sol yapı, Kürt hareketini de rahatlatacaktır. Daha eşit koşullarda, ilkesel ve etkili ittifaklar çok daha kolay bir şekilde kurulabilecek; daha geniş kesimlere hitap eden ortak hareket ve mücadele imkânları genişleyecektir. Bu nedenle tekrar vurgulamak gerekirse; bence acil ihtiyaç, emek örgütlerinin merkezinde olduğu, sendikaları, meslek örgütlerini, aydınları, kendilerini sosyalist olarak tanımlayan parti ve yapıları; kendilerini sosyal demokrat olarak adlandıran partilerin içinden ve bunların dışında kalan oluşumlardan gelebilecek belirttiğim ilkelere duyarlı bütün kesimleri içermeye elverişli bir zemin yaratmaktır.

Böylesi bir girişimi yerel seçimler bağlamında nasıl ele almak gerekir?

Bu zemini, yaklaşan yerel seçimlere odaklanmış konjonktürel bir arayış olarak düşünmemek gerekiyor her şeyden önce. Ancak seçimler, bu arayışın imkânlarını ve sınırlarını test etmek için bir vesile olarak görülmeli. Bu çerçevede, sözünü ettiğim bileşenler, belli yerlerde ortak adaylarla seçime girmeyi gündemlerine almalılar. Kürt hareketiyle ittifak da bunun bir parçası olmalı mutlaka. Aslında, 22 Temmuz seçimlerinde denendi bu; ancak dağınık ve acele bir biçimde yapıldı her şey. İstenen sonuçlara ulaşılması konusunda tatminkâr bir başarı elde edilmemiş olsa da, geride önemli bir tecrübe birikimi kaldı. Hayatın içine akma, solun potansiyel tabanıyla birebir temas kurma, ciddi bir heyecan ve sinerji yarattı. Bunu şimdi daha planlı, ilkeli ve paylaşımcı bir tarzda yeniden denemek gerekiyor. Ancak, ortak sol zemin arayışı, bu hedefe kilitlenmemeli ve kendini bununla sınırlama sonucu doğurabilecek çekimlerden kaçınmalı. Aksi takdirde, olası bir başarısızlık, yeni bir çöküş, daha ağır bir depresyon yaratabilir. Türkiye’nin önemli çalkantılara gebe olduğu gerçeğini göz ardı etmemeliyiz. Bunları göğüsleyebilecek, çaresizlik duygusunu kırarak aktif veya atıl sol potansiyelin çekim merkezi olabilecek demokratik ve özgürlükçü sol bir platformu uzun vadeli bir proje olarak düşünmeliyiz. Bunun için de, herkesin kendini aşmaya hazır olması, eski yapıların toplamından ibaret olmayan bir şey yaratmaya samimi bir şekilde inanmak ve hayata dört elle sarılmak şarttır.

 

.

 

İSTANBUL ÜNİVERSİTESİ ÖĞRETİM ÜYESİ VE YAZAR DOÇ NURAY MERT

 

İlk yapılması gereken durum değerlendirilmesi

 “Neo-liberalizmin en azgın yükselişinin yaşandığı dönemde, sol söylemin neo-liberalizme itirazı neredeyse akademik ve son derece mahcup bir çerçeve içine hapsoldu

 

Tüm dünyada sol siyasetin tam bir çıkmazda olduğu bir dönemde, Türkiye’de sol siyasetin imkânlarını ve zeminini yeniden tanımlamak son derece zor. Ancak zor olduğu ölçüde acil ve gereklidir. Bence, ilk yapılması gereken, köklü ve samimi bir durum değerlendirmesi olmalı.

 

Bu değerlendirmenin başında, sol siyasetin seksenli yıllardan bu yana yaşadığı gerilemenin mazeretlerinin ardına sığınmaktan vageçmek iyi bir adım olabilir. 12 Eylül askeri darbe ve rejiminin öncelikle sol siyaset ve örgütlenmeye karşı muazzam bir darbe olduğu bir gerçek, ancak bu gerçeği ikide bir öne çıkarmak, ufuk açıcı olmaktan ziyade umut kırıcı olmanın ötesinde bir anlam taşımıyor. Bunun yerine, darbe rejiminin sonucu olan baskı ve çözülme ötesinde, seksenli yıllardan itibaren solda yaşanan psikolojik mağlubiyet ve savruluşun değerlendirmesini yapmak, geleceğe yönelik istikamet belirleme konusunda daha ufuk açıcı olabilir.

 

Bence seksenli yılların savruluşu içinde, sol siyaset istikametini neredeyse tamamen yitirdi. Sendikal hakların, siyasi örgütlenmenin zemininin yitirilişi ötesinde, sol, bir toplum tasavvuru olarak sesini yitirdi, söyleyecek sözü kalmadı. Emekten, toplumsal eşitlikten, emperyalizmden, hatta kapitalizmden söz etmek konusunda inanılmaz bir mahcubiyetle, dilini değiştirdi. O dönem, tüm dünyada Ortodoks Marksizmin ve klasik sol söylemlerin zaafları gündeme gelmiş, solun demokrasi, sivil toplum, kültür gibi konulardaki ihmal ve zaaflarını yeniden gözden geçirme ihtiyacı doğmuştu. Ancak, bu gözden geçirme, bu kavramları da devreye sokarak zenginleşme yönünde gelişmedi, tam bir savrulma halini aldı. Bu savruluş içinde, örneğin burjuva demokrasini ciddiye almak, burjuva demokrasisine fit olma noktasına kadar geldi. Neo-liberalizmin en azgın yükselişinin yaşandığı dönemde, sol söylemin neo-liberalizme itirazı neredeyse akademik ve son derece mahcup bir çerçeve içine hapsoldu. Son genel seçimlerde, ÖDP’nin de desteklediği bağımsız aday, Baskın Oran’ın parasız eğitim konusunda yakın tarihte yaptığı açıklamalar, bence, neo-liberalizm konusundaki itirazların sınırlarının ne kadar geriye çekildiğinin en iyi ifadesidir.

 

Diğer taraftan, siyasal zemin sıkıntısı çeken sol giderek daha fazla kendini Kürt siyasetine (daha sonra da AB sürecine) eklemlenmek üzerinden tanımlama yolu tuttu. Bunu yaparken de, hiç olmazsa Kürt siyaseti içinde sol dinamiği korumak yerine koşulsuz bir destekleme eğilimi gösterdi. Bu nedenle, Kürt siyasetinin, hiç olmazsa bugün DTP etrafında örgütlenen hattının çıkmazlarının baş sorumlularından biri ona bugüne kadar yol arkadaşlığı yapan sol siyasetlerdir. Gelinen noktada, DTP çevresinin şiddetle ilişkisini sorgulamak bu sorumluluğu azaltmaz. Tam tersine, Kürt siyasetinin şiddetle bu denli iç içe olmasının da, giderek daha fazla milliyetçi bir çizgiye kaymasının da sorumluluğu sadece Kürtlerin değil, sol siyaseti sorgusuz sualsiz Kürt siyasetine endekslemiş olma rehavetine kapılan Türk solunundur. Tam da bu nedenle, DTP ile sol partiler veya çevreler arasında, yeni bir başlangıç umut vadedici olabilir.

 

Diğer taraftan, Kürt meselesi konusunda mevcut çıkmaza açılım getirmeyen bir sol siyasetten söz etmek zaten mümkün değildir. Bu noktada en önemli badire, Kürt siyasetinin  (milliyetçilik bir yana) giderek sağ-muhafazakâr zemine kaybedilmesidir. Kuzey Irak’daki Kürt federe oluşumunun çekim merkezi olması bir yandan, Türkiye’de muhafazakâr siyasi parti (AKP) ve çevrelerinin Kürtlere yönelik siyasi atılımları diğer yandan, Kürt siyasetini giderek daha fazla sağ zemine kaydırmaktadır. Bu açıdan da, Kürt meselesinin sol siyaset çerçevesi içine çekilmesi azami önem taşıyor. Ancak, itiraf etmek gerekir ki, bu yönde umut vadedici bir noktada bulunmuyoruz, şimdilik o noktaya gelmek için ancak adım atmak ihtiyacından söz edilebilir.

Sol siyasetin bir diğer zaafı olarak zaman zaman tartışma konusu olan, toplumun kültürel değerleri ile barışık olmak veya en azından kavgalı olmamak konusu şu an itibarıyla her zamankinden daha çetrefil bir mesele haline gelmiş durumda. Ne sol siyasete aklı yatanları hiç olmazsa başörtüsü gibi bazı hak ve özgürlükler konusunda ikna etmek, ne de muhafazakâr kalabalıkları AKP çemberi dışına çekmek mümkün gibi görünmüyor. Bu koşullar altında, sol siyaset bir süre daha, muhafazakârlıktan uzak duran toplumsal kesimleri temsil etmek durumunda kalacak gibi gözüküyor. Ancak bu gerçeklik, dini özgürlükler konusunda daha geniş kesimleri kuşatacak veya en azından dışlamayacak bir dil oluşturma ihtiyacını, göz ardı etmeyi gerektirmiyor.

 

Son olarak, sol siyasetin önündeki en büyük engelin CHP olduğunu ileri sürmek veya parmağa dolamak alışkanlığının Türkiye’de sol siyasetin en büyük zaaflarından biri olduğunu düşündüğümü söylemek zorundayım. CHP, Cumhuriyetin kurucu ideolojisinin koruyuculuğuna soyunmuş, sosyal demokrat vasfını da bu çerçevede tanımlamış bir parti. Türkiye’de, öncelikli sorunun başta laiklik olmak üzere ‘Cumhuriyet değerleri’ni korumak olduğunu düşünenlerin bu partiye itibar etmesi kadar doğal bir şey olamaz. Bu durum neden sol siyaset imkânını ortadan kaldırıyor olsun? Bu olsa olsa CHP ötesindeki sol siyasetin kendine farklı bir alan açma konusundaki başarısızlığına bir mazeret olabilir.

 

Yazının başında dediğim gibi, sol siyasetin bir geleceği olacaksa önce mazeretleri bir yana bırakıp kendine alan açmayı mesele yapması gerekir. Bunun hiç de kolay bir şey olmadığını biliyorum, solda bir hat çizmenin yolu, önce belli başlı meseleler konusunda samimi bir zihin yoklaması yapmaktan geçiyor. Bu zihin yoklamasının temel meselesi, tüm dünyayı egemenliği altına alan neo-liberal modele karşı itirazın, Kürt meselesi ve laiklik konusunda söylenecek şeylerin çerçevesinin belirlenmesi olmalı. En önemlisi, ise tüm bu meseleleri bugüne kadar olduğu gibi AB sürecine havale etmek yerine AB sürecini çizilen çerçeve içinde bir alt başlık haline getirmek gerekiyor diye düşünüyorum.