BİRGÜN Yazı Dizisi- Türkiye Kürt Sorununda- Çözüme Ne Kadar Hazır? -9-
24 Nisan 2008- Hakan Tahmaz
Sorun Büyük Ölçüde Psikolojik
“Kürt sorunuyla Kürt siyasi hareketinin iç içe geçmişliği yok sayılamayacak durumda ise kendi aktörlerinizi üreterek sorunu tasfiye edemezsiniz.”
Son bir yıldır barış çalışmalarında önemli odak olmayı başaran Türkiye Barış Meclisi kuruluş sürecinde etkin görev alan ve şu anda sözcülerinden Ayhan Bilge ile Barış Meclisin soruna yaklaşımını konuştuk. Bilge, toplumsal dönüşümünün ve kültürel değişimin önünü açacak siyasal irade oluşumuna ve güven zemin oluşuna dikkat çekmektedir.
Kara operasyonu sonrası tartışmaları gerilimi nasıl yorumluyorsunuz?
Aslında özellikle iktidar partisi ve onun geldiği siyasi gelenekle asker arasındaki gerilim daha olağan ve daha alışılmış bir şey. Anormal olan iki muhalefet partisinin de sanki derin iktidarı temsil ediyorlarmış gibi davranmaları oldu. Ayrışmanın nerede gerçekleştiğinde yoğunlaşmak bakmak lazımdır. Birisi uluslararası beklentileri de karşılayacak biçimde davranarak, sorunun bugüne kadar uygulanan yöntemlerle çözülemediğini kabul ediyor. Muhalefet ise çatışmanın devamı üzerinden siyaset yapıyor. Esas Genelkurmay’ın açıklamasındaki “Musul’u, Kerkük’ü almamızı bekliyorlardı” cümlesi anlamlıdır.
PKK’ya yönelik operasyonun esas hedefi neydi?
Ben bir tanesinin belirleyici olduğu düşüncesinde değilim. Bir yığın şeyin operasyonla doğrudan ilişkisi olduğunu düşünüyorum. Türk milliyetçiliğinin gazını alma anlamında operasyona yüklenen bir anlam var. “Bakın operasyonu yaptık, şu kadar kayıp verdik, bu kadar başarılı olduk” ama bu iş sadece askeri operasyonla da çözülmüyor diyeceği bir zemin oluşturulmaya çalıştı. Şunun da altını çizmek istiyorum. Kıbrıs’ta olduğu gibi Musul ve Kerkük’e el koymak beklentisi de gerçekçi değil. Ama biliyoruz ki, Kerkük’teki referandum önemli. Türkiye referandumu stratejik bir dönüm noktası olarak görüyor. Keza operasyonla Irak ve K.Irak Kürt yönetimine gözdağı vermek istendi.
Çözüme giden yol nedir?
Türkiye yirmi beş yıl öncesinde olsaydı, çatışma süreci yaşanmamış olsaydı, “biz Kürt sorununu çözelim. PKK zaten çözülür”ün bir karşılığı olabilirdi. Bu gün köprünün altından çok su aktı. Artık
“sadece ekonomik, sosyal açılımlar yaparız, ama kimseyi muhatap almayız, kimseyle oturup konuşmayız” diyemezsiniz. Bugün artık Kürt sorunuyla Kürt siyasi hareketinin iç içe geçmişliği yok sayılamayacak durumda ise kendi aktörlerinizi üreterek sorunu tasfiye edemezsiniz.
Ben öyle inanıyorum ki Kürtlerle, Türklerin birlikte yaşama iradesi, barıştan yana iradesi silahlı örgütü de şekillendirebilir. Bir süre sonra silahsız, şiddetsiz, çatışmasız çözüm için de bir güç, bir dinamik çıkartabilir. Ben Kürtlerin ve Türklerin, nasıl devletin inkârcı yaklaşımını tasfiye ettilerse, silahlı örgütü de barıştan yana bir irade koymak için etkileyebileceğini düşünüyorum. Kaldı ki örgüt bir süreden beri silah bırakmak istediğini ifade ediyor.
Demokratik çözüme yönelik bir irade gözlenebiliyor mu?
AKP, bu güne kadar sergilediği performansla sadece inkârcı, milliyetçi yaklaşımlardan bir adım önde olduğunu, ortaya koydu. Ama çözüm politikalarıyla değil. Ekonomik gelir seviyesini yükselterek, “terörü” bitirmek bunlar Türkiye’nin ilk defa duyduğu şeyler değil. Özal da, Demirel de, Mesut Yılmaz da, bunları söyledi. Ben AKP’nin bir programının olmadığı düşüncesindeyim.
Türkiye Barış Meclisi atılması gereken öncelikleri neler olarak görüyor?
Cumhurbaşkanından, barış meclisine kadar, hangi tonda hangi düzeyde olursa olsun bütün arayışların, bir kere şurada kilitlendiğini düşünmüyorum. Bir program yok, onun için bir şey yapamıyoruz değil, sorun bence büyük oranda psikolojik. Bir güven bunalımı var. Sorunun irade sorunu olduğunu düşünüyorum. Yani bir irade beyanının anayasada tanınmış, güvence altına alınmış haklardan daha önemli olduğunu düşünüyorum.
Öncelikle atılacak adımın güveni tesis edecek irade beyanı olduğunu düşünüyorum. Bu irade beyanını ortaya koyduğunuzda karşılıklı jestler yapılabilir. Bunu siz eğer örgütün koymasını bekliyorsanız, tek taraflı silah bırakarak bir süreci başlatmasını istiyorsanız bir kere siz özgüvensizsiniz demek oluyor.
Burada tabi bir takım tıkanmışlıklar olduğunu çok açık dille ifade etmek gerekiyor. Daha çok sivil itaatsizlik olarak tanımlanacak, bir irade beyanı, özgün bir hamleye ihtiyaç var.
Türkiye Barış Meclisi her düzeyde meşru ve gerçek muhatap olarak kendini tanımlıyor. Barış Meclisi bu işlevi nasıl yerine getirecek?
Burada da yine iki yöntem var. Birincisi arabulucu yöntemidir. Aracılık rolünün oynanabilmesi için iki tarafın da sizi muhatap kabul etmesi ve bunu deklare etmesi lazım. Taraflar doğrudan doğruya sizinle ilgili bir güven beyanında bulunması lazım. Böyle bir şey şu anda Türkiye’de yok. Çatışma ortamının bittiği dönemlerde aydınlara olan güvenin de zayıflamasının sebebinin bu olduğunu düşünüyorum.
Nedir?
Aydınlar, eylemlerin ve operasyonların durdurulması çağrısı yapıyor. Bu çağrının en azından sembolikte olsa bir tarafta bir karşılığı oluyor. Ama diğer taraf yani devlet muhatap almıyor. Bu kez aydınlar kendilerini muhatap almayan tarafa dönüp, daha kararlı tutum irade ortaya koymak yerine, silahlı örgüte diyorlar ki, “eylemleri durdurmak yetmiyor, silahları bırakın.” Burada bir kere aydınların güvenirliği zedeleniyor. Bu çaresizlikten kaynaklanıyor ama güven sorunu ortay çıkıyor. Barış Meclisinin de o metinde tarif edilen pozisyonu çaresizliğin bir ifadesidir. Barış meclisinin asıl işlevinin bir aracı muhatap pozisyonundan ziyade, toplumsal barış talebinin bir baskıya dönüştürülme odağı olarak görülmesinin gerektiği düşüncesindeyim.
Yeni bir anayasa hangi çerçevede barış sürecine hizmet eder?
Yerelde ve Ankara da düzenlenen konferanslarda ortaya konan talepler, “kabul edilemez, aşırı, Türkiye bunu kaldıramaz” denecek düzeyde değil. Sorun taleplerin içeriğinden kaynaklanmıyor. Sorun talep eden tarafın pozisyonundan kaynaklanıyor. Anayasanın bir sihirli değnek gibi 80 yıllık sorunu çözme potansiyeli taşımadığını düşünüyorum. Yani metinler, kanunlar çözmez bu sorunu. Metinlerin gücü sadece o metinlerin hazırlanış sürecinde yüklenen anlamla ilgilidir. Katılımcı tarzda ve toplumsal kesimlerle diyalog içinde hazırlanırsa bu önemli bir adımdır. Ama anayasa yapma süreci de bu anlamda hiçbir emare göstermiyor.