BİRGÜN Yazı Dizisi- Türkiye Kürt Sorununda
Çözüme Ne Kadar Hazır? 24
8 Nisan 2008
Hakan Tahmaz
Başbakan Şiir Okudu, ama 2 yıl sonra seçimle Meclise girmiş DTP ile diyalog kurmuyor. Onlara “önce PKK’ye terörist de, biz PKK’li değil deyin” gibi şartlar koşuyor. Bu olmaz. Onlarla diyalog kurmalı”
Son yıllarda bayraklarla yapılan cenazeler milliyetçi, şoven gösterilere dönüştürülmesinin yarattığı sorunları, Kürt sorununda durumu ve demokratik bir ülke olmak için yapılması gerekenleri edebiyatçı, yazar kimliği ile yaşamın içinden süzülüp gelen Adalet Ağaoğlu ile görüştük.
-Son dönemde silahlı çatışmaların ve cenazelerin çoğalmasını bir yazar olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?
İyi ki bir yazar olarak diye başladınız sorunuza. Çünkü bütün romanlarımda hikâyelerimde, oyunlarımda evrensel yerel boyutlarda insanımızı, toplumuzu, cumhuriyeti yapan insanlarımızı anlatmaya çalışıyorum. Edebiyatçı kimliğin üstünü politikanın örtmesi canımı acıtıyor. Bazen telefonda bana “şu konuda Adalet bey ediyorsun? Diye soruyorlar. Ben, gördüğünüz gibi ben bey değil hanımım, adalet bakanı hiç değilim cevabını veriyorum. İnsanlar bana “ölüme yatmak” tam bugüne cevap veriyor diyorlar. Evet, öğledir diyorum. Yani insanlar kimliğimi karıştırıyor, unutuyor. Bu beni yaralıyor. Ben sizin sorularınıza edebiyatçı kimliğimle yanıt vereceğim diğer yönlerim zaten çok gelişkin değildir.
Ben biraz da bugünleri görerek İnsan Hakları Derneğinden, daha çok İstanbul şubesinin çalışmalarına bakarak istifa ettim. Çalışmaları gazetelerden öğreniyordum. İstifam olumlu, olumsuz tartışmalara neden oldu. Ama derdim iyi anlaşılamadı. Olaylara popülist yaklaşımlar sorunları daha da büyütüyor. Tek yanlı bakışla sorunları çözebilmek mümkün değil. Barış annesi de, asker annesi de annedir. Cumartesi anneleri de, şehit anneleri de annedir. Hepsinin acısı, gözyaşı bizim içimizi acıtıyor. Galatasaray’da Cumhuriyetçi kadınlar yoktu, hep Kürt anneleri vardı. Bana Kürtler demek bile zor geliyor. Çünkü bu bile ayrımcılı, ötekileştirmeyi çağrıştırıyor. Ben onları kendi canımım parçası, kardeşim gördüm için ayrı bir etnik isimle hitap etmek istemiyorum. Yoksa onlarının kendi kimlikleri gizlemeye çalışmak kabul edilemez. Ama her şeyi etnik kimlik ile de açıklamak, yaklaşmakta gerekmez.
Bu noktaya karşılıklı hatalarla gelindi. Devlet şiddete ve PKK terörüne tutarlı ve etkin karşı duruş sergilenemedi. Etnik kimlikçilik çok öne çıkarıldı. Birbirini körükleyen işler yapıldı. Güneydoğuda geleneğine göre cenazelerde yüksek sesle ağıt yakılır. Bu onlarının acıları paylaşma, dayanışma geleneği. Kültürel bir şeydir. Bunu batıya yakın yerlerde de görmek mümkün; çünkü onlarının kültüründen etkilenmişlik, iç içe geçmişlik söz konusudur. Ama bir süre sonra batıda, Trakya’da, iç anadoluda bağır çağıra, bayraklarla asker cenazeleri kaldırılmaya başlandı. Biz Mehmetçiklerimizin cenazelerini yıllardır sessiz sedasız gömmedik mi? Niye bu gösteriler, mübayişler yapılmaya başlandı? Bizim geleneklerimizde bunlar var mı? Hızla bayraklı cenazelerin ve Türkçülüğün artığını gördük. Türkçülük kışkırtılmış oldu. Gittikçe Türkçülük arttı. İşte insanlarımıza en büyük kötülük böyle yapıldı. Ötekini anlamama, farklı davranma, yok sayma tutumu karşılıklı birbirini besleyerek böylesi kötü bir noktaya gelindi.
-Ayrımcılıkla, kışkırtıcılıkla mı bu noktaya gelindi?
Tabiî ki bu ayrımcılık, bu tek yanlılık, bu sonuçları doğurdu. Dağa çıkmanın, Kürt sorunun nedenleri var. İnsan olmanın haklarına sahip olamama var. Kürtler ağıtlarla, bu yollarla cenazelerde kendi gelenekleri yaşatıyor, aynı zamanda bir tür kendi aralarında dayanışıyorlar. Fakat Türkçülüğün artması, bu biçimde yapılan cenaze törenlerinin çoğalması ayrımcılığı kışkırtı. Birde böyle yaparak bayrağa saygısızlık yapılıyor. O bayrak bu ülkede yaşayan herkesin bayrağıdır; bu unutulmamalıdır.
-Bu ayrımcılık toplumu nasıl parçalıyor?
Toplumun kültürel seviyesinin ortalaması aslında kolayca yönlendirmeye elverişli.
Toplumu iki yönden, iki biçimde kazanmak, harekete geçirmek kolay oluyor. Birincisi din, ikincisi vatan, bayrak, millet elden gidiyor, düşman edebiyatıdır. Memleket elden gidiyor iddiasıyla insanları kandırmak çok kolay oluyor. Cumhuriyetin kurulması sürecinde vatan için herkes, kendi evini korur gibi savaştı; ama o zaman gerçekten bir düşman vardı. Şimdi ise biz düşman yaratıyoruz. Her zaman kendimize bir düşman yaratıyoruz. Bu çoğu zaman dış düşmandır. Ama şimdilerde sürekli iç düşman yaratıyoruz.
İnsanlar acı çekiyorsa, insan haklarından, sosyal haklardan mahrumsa kolayından kendilerine kurtarıcı aramaya başlarlar. Bu bizde çoğu kez din oluyor. Ellerini açıp Allaha yalvarıyorlar. Dincilikte böyle yükseliyor. Bu iki şey aslında toplumsal ayrışmaya yol açıyor. Bir birimizi düşman görme kültürü bizim tarihimizde yoktur. Bu kolay yönlendirme ve yönetme tarzı olarak geliştirildi.
-İç düşman yaratma mantığı nereden kaynaklanıyor?
Bunun nedeni hukuk devleti, demokratik cumhuriyet olamamamız. Mesela şimdi parti kapatmaları gündeme getirildi. DTP’nin kapatılması gündeme gelince, benimde adım geçti. Gazetenin biri, İHD’den istifa etmemle bağlantı kurarak kendi kendine DTP’nin kapatılmasına destek veriyor diye haber yaptı. Ben hemen bunu yalanlayan açıklama yaptım. Seçimle parlamentoya girmiş bir partinin kapatılmasını, görüşlerini onaylamasam da nasıl makul bulurum. Bu nasıl demokrasi anlayışıdır. Ben hangi parti olursa olsun kapatılmasına karşıyım. Bu konuda anayasada ne yazdığı da beni ilgilendirmiyor. Çünkü anayasamız demokratik değil, darbe anayasasıdır. Ben böyle anayasaya karşıyım. Bütün değişikliklerine rağmen 12 Eylül darbesinin anayasasının ruhu korunmaktadır. Ben bunu şimdi ve sadece burada söylemiyorum. Acil demokrasi masası toplantısında, Helsinki Derneği toplantısında çok söyledim. Bizim bu anayasada kurtulmamız gerek. Bu toplantılarda söylediğimi bir kez daha tekrarlamak istiyorum. Anayasanın şu ya da bu maddesini değiştirmekle bu olmaz. Sivil, demokratik bir anayasa gerek. AKP’nin yaptığı gibi, işin ucu kendine dokunduğu zaman değişiklik yapmakla olmaz. Ben AKP’nin kapatılmasına da karşıyım. Ama kendisi kapatılmak istendiğinde anaysa değişikliği yapmasını da desteklemem. DTP, kapatılmak istendiğinde bunu yapmaya çalışacaktık. Ben sivil anayasa, sivil meclis yani MGK partisinin etkisi altında olmayan bir meclis istiyorum. Bu nedenle işe MGK’ nu devletin esas organı olmaktan çıkaran bir anayasa ihtiyaç var. Lafın özü böylesine ayrımcı, demokrat olmayan zihniyetler iç düşman yaratıyor, sürekli düşman üretiyor.
-Başbakan görüşmeden sonraki süreci nasıl değerlendiriyorsun?
Başbakana Diyarbakır’da okuması için Cahit Sıtkı Tarancı’nın “Memleket İsterim” şiirini verdim. Bir tek bunu yerine getirdi. Ama biz hükümetin soruna el atmasını, sivil idarenin inisiyatif almasını, operasyonların durdurulması gerektiğini, askerlerin esas işlerine bakmaları gerektiğini söyledik. Bizimle hem fikir olduğu söyledi. Sonra öyle olmadı. Sanıyorum, hatta biliyorum ki onlarında aşamadıkları bir şeyler var, korkular var.
Ben Başbakana söyledikleri Cumhurbaşkanı’na da söyledim. Sordum 301 ne oldu diye. Bugün yurtdışından istiyorlar diye, şimdi yeniden gündeme alıyorlar. Ben Kürt sorunun çözümünde demokratik bir ülke olmanın da yeni anayasadan geçtiğini düşünüyorum. Cumhurbaşkanına bu konuda meclis adım atabilir mi, biz ne yapabiliriz diye sordum.
Birileri beğenmediğinde parti kapatılabiliyor, memlekette gık dendiğinde ne olacağı belli olmuyor. Kolay değil, işin içinde elden çektirme, kapatma giriyor. Hukuk devleti olamadığımızı için işler normal yolunda gitmiyor. Ben bazıları gibi pollaana değilim. Hep içimde bir acaba duygusu vardır. Başbakanın umut kar konuşması içinde aynı duyguları taşıdım. Ama çok hayalci olmadım. Başbakanın sözlerinin demokratik cumhuriyetlerde bağlayıcılı olabildiğini bilecek kadar bu işlerden anlarım.
-Bugün ne yapılmalı?
Bugün yapılması gereken bütün sivil partilerin ( sivil diyorum birde her şeyi belirleyen MGK partisi var da) ortak bir irade oluşturarak. Öncelikle TBMM iç tüzüğünü demokratik ve sivil kılmalılar. Mecliste siyasi partilerin, başka her türlü etkiden ve basınçtan uzak bir irade oluştururlarsa, bizim sizinle birlikte Gerçekleştirdiğimiz ziyaret gerçek zemine oturur. Bizde sorunlara daha umutkar yaklaşabiliriz.
Aslında Başbakan verdiğim şiir bugün daha fazla anlamı hale geldi. O şiirin anlatmaya çalıştığı şimdi çok elzem hale geldi. Şimdi o şiiri daha fazla okumak, anlamak gerek.
Başbakan şiiri okudu, ama 2 yıl sonra seçimle meclise girmiş DTP ile diyalog kurmuyor. Onlara önce PKK’ya terörist de, biz PKK’lı değiliz deyin, gibi şartlar koşuyor. Bu olmaz. Onlarla diyalog kurmalı. Onlarının bunu niçin diyemeyeceği anlamaya çalışmalı, analiz etmeli, dayatma yapmamalıdır. Başbakan, sıranın kendisine de gelebileceği düşünerek hareket etmelidir. Başbakan Kendisine geldiğinde demokrasi savunması da doğal olarak samimi bulunmaz. Kendine gelecek oyları düşünerek taktik yapması destek görmez. Küçük taktiklerle sorunlar çözülmez. Aslında siyaset bir taktik işi ama insanın her zaman, her yerde ve herkese demokrat olması gerek. Bu süreçte sadece AKP değil, CHP’de çok kötü sınav veriyor.
-Niçin?
CHP siyaset yapmayı, kötülemek, itiraz etmek, ezber sözlerle, değişime karşı çıkmak üzerinden yapıyor. Hiçbir öneri geliştirmiyor. Hiçbir pozitif yaklaşımın örneği yok. Önerini yaparsın dikkate alınmadığında söz söyleme, eleştirme hakkınız çok daha fazla olur. Biz Başbakana, Cumhurbaşkanına gittik bir şeyler rica ettik. Önerilerimiz söyledik, yol gösterdik. Yapmadılar, bize söyledikleri gibi davranmadılar. Şimdi eleştiririz. Başbakana birlikte gittik. Ne söyleyeceğimizi birlikte belirledik. Cumhurbaşkanı kişisel görüşlerimi söyledim. Kimseyi bağlamaz. Beğenmeyen itiraz eder. Kısacası CHP sadece itiraz eden parti olarak var oluyor. Bu da önümüzü tıkıyor.
-Sizden kısa süre sonra aydınlar, DTP kapatılmaması için Cumhurbaşkanın inisiyatif almasını isteyen bir dilekçe verdiler. Ama yine bir sonuç alınamadı.
Bir konuyu açıklık getireyim. Beni Cumhurbaşkanı çağırdı, gitmezlik edemezdim. Ret etseydim, nüfus kâğıdımı yırtmam gerekirdi. O bu ülkenin Cumhurbaşkanı, benim ne konuştum önemlidir. Ben Cumhurbaşkanı’na bu ülkenin sorunlarının çözülmesi için köklü bir anayasa değişikliğine gidilmelisi, yeni anayasa yapılması gerektiğini söyledim. Başka hiçbir şey bunun önüne geçmemeli, TC 301 maddesi kaldırılmalıdır dedim. Kürt sorununda, Türk milliyetçiliği de demokratikleşme ile halledilebilir. Bunun içinde 12 Eylül Anayasa’sından kurtulmak gerektiği anlattım. Cumhurbaşkanı dinledi, benimle hemfikir olduğunu söyledi. Ama o kadar. Çünkü siyasal irade sivil değil. Her şey askere bağlı. Mesele hükümet etmenin seçilmişlerle sınırlı olmamasıdır. Sorun burada gizli. Bu olmadan Kürt sorunu da başka sorunlarımızı çözemeyiz.
-Kürt anneleri çocuklarının mezarlarının yerini bilmiyor. Bunu nasıl bir şey?
Bu da 12 Eylül anlayışının devamıdır. 12 Eylül’de değişim isteyen, itiraz eden insanların hangi cezaevinde oldukları bilinmiyordu. Analar, babalar cezaevi, cezaevi çocuklarını arıyordu. Şimdi gençlerin mezarlarını arıyor. Aynı zihniyet devam ediyor. O nedenle 12 Eylül ile hesaplaşmak zorundayız. 12 Eylül anayasası insanlara zorla, korku ile kabul ettirildi. Ben o zamanda itiraz etmiştim. Yani 12 Eylül keyfi yönetim anlayışını, her şeye askerlerin isteğine göre karar vermenin bir sonucu. Bu acı hangi hukuka, hangi adalete göre insanlara yaşatılıyor. Ben bilmek isterim.
Bak bu Ergenekon soruşturması yürüten savcı eleştiri, yapılmasını, soru ortaya atılmasını yasakladı. Basına sansür konuldu. Bu da 12 Eylül zihniyeti. Böyle bir hukuk olur mu? Sen yapacaksın, ben aydın olarak susacağım. İşin bitmesini bekleyeceğim. Burada keyfiyetten başka bir şey yok. 12 Eylül’ün ürünü bunlar. Bizim kendimizle yüzleşmemiz gerek. Kendimizle geçmişle hesaplaşmalıyız
-Bunu biraz açar mısınız?
Biz 27 Mayıs darbesi öncesi “ordu, gençlik el ele” sloganlarıyla yürüdük. Böylesi bir geleneğin aydınları, profesörleriyiz. Ama sonra 27 darbecilerin yaptığı anayasa karşı yürüyüş yapmak zorunda kaldık. Biz Menderesin gitmesi ve yeni anayasa istedik. Ama bunu asker yaptı. Benim “Ölüme Yatma” romanım aslında kendimle hesaplaşmamın ürünüdür. Şimdi de toplum olarak kendimizle hesaplaşmamız gerek. Şimdi acil demokrasi istememiz gerek. Özelikle son günlerdeki tartışmalarda bunu daha fazla hissetmemiz gerek. Ne olursa olsun korumamız gereken demokrasidir. Bence laiklik demokrasi içinde korunabilinir. Tek başına laiklik korumak olmuyor. Biz neden “laik, hukuk devletiyiz, cumhuriyetiz” diyoruz da demokratik devletiz demiyoruz. Kısacası tekil sorunların çözümü de, Kürt sorunu da dâhil bütün sorunların çözümü MGK’nın olmadığı sivil yönetim, demokratikleşmeyle olur. Her şeyin esası budur. Kürt sorunu da başka türlü çözülmez.
Ben bunları yeni söylemiyorum. Ama sözümü duramıyorum, ya da dikkate alınmıyor. Cumhuriyet mitinglerinde kimi kadınların yaptığı gibi askerlerde güç alarak milletvekili olunabilir ama Laik demokratikliğin içinde vardır. Ama laikliğin içinde demokratiklik yoktur. Bizde olduğu gibi. Biz ne laik, ne de demokratik bir devletiz.
-Niçin laik devlet değiliz?
Çünkü Diyanet İşleri Başkanlığı denen kurum, resmi devlet dini demektir. Din işlerinin devlet eliyle yürütülmesidir.
-Kürt sorunun çözümü ve demokratikleşme için öncelikle ne yapılması gerek?
Bu çok kapsamlı bir konudur. Sorularımızı demokratikleşme anlayışıyla aşabiliriz. Kürt sorunu da daha demokratik, özgür bir Türkiye’de çözülür. Bunun mücadelesini vermek gerek. Ama özetle şöyle söyleyeyim. Hrant Dink cinayeti, biline biline bilinemez hale getirildi. Demokratik, şeffaf hukuk devleti olamadık. Kimin derin kimin öz devlet olduğu belli değil. MGK niçin kaldırılmıyor, demokratik bir ülkede MGK gibi işlevi olan bir kurum olması kabul edilemez. TSK’nin ve diyanetin bütçesi denetime açık değil. 40 yıldır bunu istiyorum. Mesel sonu belli olan K. Irak operasyonundan ne kadar para harcandı açıklanması gerek. TSK faaliyetleri denetime açık hale gelmeli. Demokrasiye buradan başlanabilir. Yinine diyanet işlerinin devlet kurumları arasında ne işi var. Mesela din işleri yerel yönetimlere bırakılamaz mı? Başka ülkede bunların örnekleri var. Cumhuriyetin kuruluşunda diyanet işleri gerekli olabilir. Ama şimdi her şey değişti. Mesela diyanet bütçesinde yurtdışına elaman gönderiliyor. Sonrada oradan dinciler yetiştiriliyor diye yakınılıyor. Bu mu laiklik? Din işleri inanç sahiplerine bırakılsın. Diyanet işlerinin, ordunun bütçesinin nereye harcandığını yurttaş olarak bilmek istiyorum. Yurttaşlık hakkımı istiyorum. Diyanet ayrılan bütçe bir bakarsak laik olup olmadığımızı anlarız.